Tadına Varmak

Bilindiği üzere “ölüm” olayı her “nefs”in, yani “insan bilinci ve ruhu”nun “TADACAĞI” bir oluşum olarak bildirilmiştir Kur’ân-ı Kerîm’de.

Burada önce, niye ve hangi yönü itibarıyla “tatmak” kelimesi kullanılmıştır onun üzerinde duralım.

“Tatmak” demek, bir şeyin tadını almak demektir ki, bu güzel, hoş, zevk veren şeyler için kullanılan bir kelimedir. Keza Arapça’da dahi aynı anlamda kullanılır “zâika” (tadan) kelimesi. Demek oluyor ki “ölüm”, kişinin bilinçli ruhunun, bildiğimiz fizik-biyolojik beden yapıdan bağımsızlığını kazanıp yaşaması yoluyla tadılacak, zevkine varılacak bir olaydır!

Her insan bir gün bir vesile ile bu olayı “tadarak” boyut değiştirecektir! İşte insanın bu şekilde boyut değiştirmesinin adı Kur’ân ifadesiyle “ölümü tatmak”tır.

Bu olay insana son derece zevk ve mutluluk verecek bir olaydır. Çünkü insan, bilinçli bir şekilde beden kaydından kurtularak ruh bedeniyle bağımsızlık kazanmaktadır. Bu süreçte, kişinin yaşamı boyunca edindiği tüm verilerin oluşturduğu bilinç tabanı, geçtiği yeni boyutu algılamaya başlamıştır ve bu yeni boyutun ne olduğunu anlamaya çalışmaktadır.

İçine geçtiği bu boyut kişiye son derece ışıklı, aydınlık, âdeta göz kamaştıran bir ortam olarak gelir.

Bu geçiş süreci içinde ilk defa olarak o güne kadar göremediği bazı varlıklarla karşı karşıya gelebilir ve bunlar ona bir yaratıcının olmadığını, her şeyin kendi başına müstakil olarak var olduğunu empoze etmeye çalışırlar; ilk defa karşı karşıya kaldığı yeni boyut şartları içinde.

Bu esnada kişinin dünya yaşamı içindeki “iman” değerleri çok önemlidir. Eğer o boyuta geçen kişi, Allâh Rasûlüne ve O’nun bildirdiklerine hakkıyla inanmamışsa, geçmekte olduğu boyutun şartları ve karşılaştığı varlıkların telkiniyle tüm “iman” edilesi değerleri inkâr etmesi çok kolay olur. Bu durumda da dayanacak, güvenecek hiçbir manevî değeri ve dayanağı kalmaz; kendi varlığındaki o boyut şartlarında kullanabileceği hiçbir kuvveyi harekete geçiremez, böylece de gittiği boyutun varlıkları arasında perişan duruma düşer.

Buna karşın, o boyuta geçiş sırasında bu durumla karşılaşan birim, eğer Allâh Rasülü’ne inanmışsa, o süreçte, o şartlar altında da kendi inanç değerlerinin geçerli olduğunu; Dünya’da geçerli olan oluşum kanunlarının orada da aynen geçerli olması sebebiyle Allâh’ın inayetiyle o sıkıntıları atlatacağını bilerek, bu saptırıcı etkilere kapılmaz.

Ancak bu bahsettiğimiz karşılaşma olayı, ölümün kesinleşmesinden sonra olur! Ölümün ilk aşamasını yaşayıp bir nedenle geri dönenler ise bu karşılaşmayı yaşamazlar. Çünkü bu olay, bedenden çıkış sonrasındaki ilk urûcun ertesindeki birimsellikle baş başa kalış sürecinde meydana gelir.

Bu geçiş sürecinde kendisini yakınlarının ve inandığı din büyüklerinin karşıladığını görenler ise, gerçekte, kendi veritabanlarının sûretleşmesiyle karşı karşıyadırlar. Aynen rüya boyutunda olduğu üzere!

İnsan, ölüm olayı ile bilinçli bir şekilde beden kaydından kurtularak ruh bedeniyle bağımsızlık kazanmaktadır.

Bilinçli insan ruhu, bedenle irtibatını tam olarak kopardığı zaman, kim olursa olsun önce kendi bilinç ve arınmışlık mertebesine göre kendi öz hakikatine doğru bir yükselişe geçer.

Bu yükseliş -fiziksel mekânsal değil, özüne hakikatine doğru bilinç boyutu itibarıyla- kendindeki verilerin doğruluğu, isâbeti, arınmışlığı nispetinde olur.

Daha sonra, ruhtaki veritabanının zorunlu getirisi olarak, -kendini tüm yaşamı boyunca beden olarak kabullenişi ve bedene dönük yaşaması nedeniyle- bedenine döner; kendini, varsa, duruyorsa eğer, bedeniyle bütünleşmiş olarak bulur. Ne çare ki, bedeni artık hiçbir şey yapamaz ve işe yarayamaz bir durumdadır... İşte bu durum, kişinin kendini mezarında bulması olarak anlatılır. Bedeni parçalanmış, yanmış veya bir şekilde yok olmuşlarda ise bu durum, bir bedene bağımlı olmaksızın o boyutun şartları içinde kendi sorgulama mekanizmasıyla yüz yüze gelmesine yol açar.

Sonuçta böylece, kişide otomatik olarak sorgulama mekanizması harekete geçer; inancına ve veritabanına göre sorgulama melekesi, iki sorgulama meleği Münker ve Nekir adlarıyla işaret edilen şekilde görüntü alanına girer.

Şimdi şunu düşünelim...

Tüm yaşamınız bedeninizin içinde yaşadığı madde şartlarına göre geçmiş... Oysa buna karşın bir anda kendinizi bambaşka bir boyutta, o an’a dek hiç karşılaşmadığınız ortam, olaylar ve belki de varlıklar arasında bulmuşunuz!

Böyle bir olayla karşılaşan kişinin yaşayacağı şoku düşünmeye ve hissetmeye çalışın!

Kimi dünya yaşamındayken az çok bu olaya dair aldığı bazı bilgilerle giderken, kimi de hiç hazır olmadık bir biçimde bu olayla karşı karşıya gelmiştir!

İşte bu ortam ve olaylar, insanda -bilinçli ruhta- zorunlu olarak sorgulamayı harekete geçirir...

Ben neredeyim, ne olacağım, bu varlıkta gerçek tasarruf kimdedir? Tanrı var mıdır, Allâh var mıdır? Varsa nedir ne değildir gibi sayısız sorular bir anda kendisinde açığa çıkar... Bu karşı karşıya kaldığı sorular kendi veritabanının sonucu olarak, kendindeki sorgulama melekesinin sûrete bürünmesi suretiyle oluşan iki meleğin sorularıdır.[1]

Bu arada sorulan bir başka soru da şu...

“Ölmeden önce ölmek” diye tanımlanan hâli yaşamış olanlar bu olayı nasıl yaşarlar?

“Ölmeden önce ölmek” denen hâlin üç mertebesi vardır:

a. İlm-el yakîn;

b. Ayn-el yakîn;

c. Hakk-el yakîn.

Birincisi “İLM”, konuyu yakîn derecesinde müşahede ederek olaya ikân kazanmış olmaktır. Bu yukarda bahsettiğimiz şartlara tâbidir. Ne var ki, o olayları çok farklı tepkimelerle geçiştirir.

İkincisi “AYN”, olayı kendindeki kuvvelerle âdeta yaşamış gibi görür, algılar, hisseder ve hazırdır o şartlara... Ama gene de aynen birincide olduğu gibi aynı aşamalardan geçerek yaşar.

Üçüncüsü “HAKK” ise -ki bu zevâtın sayısı fevkalâde azdır- “Mardiye” mertebesindeki evliyaullâhta; veya bazı ender, sıra dışı inançsız insanlarda istidraç denen bir biçimde gerçekleşir. Buna tasavvufta “fetih” denilir. İstidraç yollu oluşan “fetih”te yedi mertebeden yalnızca iki mertebesi mevcuttur.

Bunlar Dünya’da, bildiğimiz biyolojik bedenle yaşarlarken; aynı anda, biyolojik bedenden tam bağımsızmışcasına da yaşama özelliğini elde etmişlerdir. Bunlar bahsi geçen sorgulama olayını “fetih” kendilerinde açığa çıktığı sırada bir şekilde geçmişlerdir ki, artık onlar için ikinci bir defa kabir âlemi sorgulaması söz konusu olmaz.

Nitekim, Hz. Rasûlullâh aleyhisselâm’ın boyut değiştirmesi sırasında “Allâh sana ikinci bir ölümü tattırmaz” denerek bu gerçeğe işaret edilmiştir. Yani, sen yaşarken “fetih” yoluyla bu aşamayı geçtiğin için, normalde herkesin yaşadığı ölümü tatma olayı sırasında yaşanacakları yaşamazsın; anlamındadır. “FETH” Sûresi’nin başında da bu olaya işaret edilmiştir zaten. Ne var ki, olayın bu derinliği açılmamış olanlar konuyu Mekke’nin fethiyle ilgili olarak değerlendirmişlerdir. Bu gerçeği bilmeyenler, ikinci ölüm olayını gelecekte ilerde bir zamanda oluşacak başka bir ölüm olayına bağlamışlardır.

Bu konuyu “DUA ve ZİKİR” kitabımızda “Feth Sûresi” başlığı altında anlatmaya çalışmıştık. İsteyenler “fetih” konusunu orada inceleyebilirler.

Allâh lütfu ile dilimiz döndüğünce bu olaya bir açıklık getirebildiysek şükrederiz.

 

AHMED HULÛSİ

1999



[1] Bu konunun devamını; “SİSTEMİN SESLENİŞİ-1” kitabımızdaki “Sorgulamak” başlıklı yazıda anlatmaya çalıştık.

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Yazıyı İndirebilirsiniz!