Günler Nasıl Geçiyordu…
Hz. Ömer bir gün yakınlarından işitmişti ki, şehrin kenar mahallesinde yaşamakta olan ihtiyar ve gözleri görmez bir kadın varmış.
Bunun üzerine hemen kalkıp o kadının evine gitti...
Yaşlı âmâ kadıncağız, evinin bir köşesinde oturmaktaydı...
Hz. Ömer bu yaşlı ve gözleri görmeyen kadına bir ihtiyacı olup olmadığını sorunca aldığı cevap onu şaşırttı...
Kadının ihtiyaçlarını az önce gelen biri, görüp karşılamıştı...
Bunun üzerine Hz. Ömer ertesi günü daha erken bir saatte tekrar o kadının evine gitti, onun ihtiyaçlarını karşılamak ve arzularını karşılamak üzere... Fakat heyhat!.. Gene o kişi gelmiş ve gerekenleri hâlletmişti.
Daha ertesi gün gene gitti Hz. Ömer... Hem de bir hayli erken!.. Ne varki o kişi gene daha erken gelmişti Hz. Ömer’den...
Bu durum birkaç gün daha böyle devam edince Hz. Ömer iyice meraklandı ve çok erken bir vakitte kadının evine gitti... İçeriden ses geldiğini duyunca, sessizce pencereye yaklaştı ve içeri baktı büyük bir merakla... Acaba kimdi bu, her sabah erkenden gelip, yaşlı âmâ kadının ihtiyaçlarını karşılayan...
Birde ne görsün!..
Bu yaşlı ve âmâ kadının işlerini görüp, onun ihtiyaçlarını gideren merhametli insan, koca İslâm halifesi Hz. Ebu Bekir es Sıddîk değilmiymiş!..
Halife Hz. Ebu Bekir es Sıddîk, bir mesele olduğu zaman Kur’ân-ı Kerîm’i açarak, olaya çözüm arardı...
Eğer o meselenin çözüm yolunu açık olarak Kur’ân-ı Kerîm’de bulamazsa, o konu ile ilgili olarak bir hadis arardı. Fakat o konu ile ilgili olarak ne bir âyet ne de bir hadis bulamazsa; o zaman kalkıp ashabın topluca bulunduğu yere giderek, onlara:
− Falanca ila filanca, böyle bir meseleden dolayı bana müracaat ettiler. Rasûlü Ekrem’in hayatta iken bulduğu bir çözüm var mıydı, bu veya buna benzer bir mesele hakkında?..
Diye sorardı.
Bunun üzerine Rasûlü Ekrem’in bütün yakınları bir araya gelerek, o meseleye benzer vakalar hakkında ne kadar malûmatları varsa, onların hepsini anlatırlar; bundan sonra da, o anlatılanlara göre Hz. Ebu Bekir es Sıddîk bir karara varırdı.
Eğer ashab dahi buna benzer olmuş bir hâdiseyi hatırlayamazsa; o takdirde, Halife teker teker hepsinin fikirlerini alır ve neticede hangi hâl yolu üzerinde ittifak hâsıl olursa, o karara varırdı.
Çeşitli zaruretler içinde kıvranmakta olan insanları gördüğü bir gün, arkasından gelmekte olan Hz. Âli’nin oğlu Hasan’ı görmeksizin, şöyle demişti kendi kendine:
− Ah, ne olur bütün insanları doyuracak kadar kudret sahibi bir adam olabilseydim!..
Bu sözleri söylediği zaman; O’nun sahip olduğu imkânlara sahip olup da, O’nun kadar sahip olduklarını insanlığa hizmet yolunda harcayan bir kişi daha yoktu. Ve ondan sonra da gelmedi...
Arap yarımadasının çeşitli yönlerine dağılan on bir kol hâlindeki müslüman orduları, bütün Arap yarımadasını yola sokmuştu. İsyancılar, dini terk edenler, onlara sebep olanlar ve teşvik edicileri, cezalarının bu dünyada olan kısmını çekmişler, yarımada halkı umumi bir huzura kavuşmuşlardı.