Irak Seferi
Hicretin on ikinci senesinde, İran imparatorluğu’nun günden güne zayıflayıp çökmekte olduğuna dair haberler gelmeye başladı Medine’ye..
Bu durumu Halife Ebu Bekir es Sıddîk öğrenir öğrenmez, Yemame’de bulunan Hz. Halid’e bir mektup yolladı. Bu mektubunda, derhâl Yemame’den ayrılarak Irak’a yürümesini, Hira ve Kufe şehirlerini, sonra da Madeyn ve Ubulla şehirlerini zaptetmesini emrediyordu Hz. Sıddîk…
Hz. Halid bu mektubu alır almaz, hemen ordunun başına geçerek Yemame’yi terk edip Hira’ya yollandı. Hira şehrini pek de zor olmayan bir mücadeleden sonra cizyeye bağladı.
Yapılan antlaşmaya göre Hira halkı, her sene aralarında toplayacakları yüz doksan bin dirhemlik bir vergi ödeyecekler; buna karşılık olarak da, onlar bütün düşmanlarının taarruzlarına karşı müdafaa edileceklerdi.
Hira ahalisi, bu anlaşma yapıldığı zaman, birçok kıymetli hediyeler getirdiler Hz. Halid’e. O da bütün bu hediyeleri doğruca Medine’ye, Halife’ye yolladı.
Halife Hz. Ebu Bekir es Sıddîk, bu değerli hediyeleri görünce, halkın hem cizye, hem bu gibi hediyelerle zarara uğrayacağını düşündü... Sonra da bu gönderilmiş olan hediyelerin bedellerini hesaplatarak, Hira halkının vereceği vergi bedelinden indirtti.
Bilahare Hz. Halid’e haber göndererek, Hira halkından bu indirilmiş miktar üzerinden vergi alınmasını emretti...
Böylelikle Halife Hz. Ebu Bekir es Sıddîk, şimdiye kadar tarihte misli görülmemiş bir adalet örneği verdi.
Hz. Halid bundan sonra on sekiz bin kişilik ordusu ile, Halife’nin emretmiş olduğu gibi Ubulla üzerine yürüdü.
Ubulla şehrinin vâlisi olan Hürmüz de yirmi bin kişilik ordusu ile Ona karşı çıktıysa da; akşam olduğu zaman Hürmüz’ün ordusunda esir edilmedik veya öldürülmedik bir tek ateşperest kalmadı.
Ertesi sabah şehre giren Hz. Halid’in ordusu, şehirde misli görülmemiş bir ganimet elde etti. Ele geçirilenler arasında, İran imparatoru’nun Hürmüz’e vermiş olduğu ve üzerinde yüz binlerce dirhem kıymetinde mücevherat bulunan meşhur “Kırmızı Taç” da vardı.
Ganimet taksimi yapıldığı zaman, âdet olduğu üzere ganimetin beşte biri ile kırmızı taç, ve bir de ele geçirilmiş olan fil Medine’ye gönderildi...
Bu harbin neticesi, Ahvaz’da bulunan imparatorun umumi vâlisi Karin’in kulağına gidince, derhâl elli bin kişilik muazzam bir ordu tertipledi ve Hz. Halid’in üzerine yürüdü.
Hz. Halid de Cenâb-ı Allâh’ın yardımına sığınarak, on sekiz bin kişilik ordusu ile ona karşı çıktı...
Sabahleyin başlayan harp, çok kanlı ve dehşet verici bir şekilde devam etti. Müslümanlar bu savaşta da Allâhû Teâlâ’nın yardımı ile koca ateşperest ordusunu yarım gün içinde perişan ettiler!..
O gün hava kararıncaya kadar, ateşe tapan müşrikler takip edilip, öldürüldüler. Ertesi sabah, harp sahasındaki ateşperest leşleri sayıldığı zaman, otuz bini geçmekteydi çıkan rakam...
Bundan sonra ordu, müşriklere karşı savaşmaya devam etti. Arka arkaya birçok şehirler ve kaleler ele geçirildi...
Artık İslâm’ın şanını Dünya’ya yayma vakti gelmişti. Bundan sonra İslâmiyet, bir çığ gibi gelişecekti...
Kısa bir zaman zarfında, Irak havalisinde ele geçmedik yerler parmakla sayılacak kadar az kalmıştı.
Üstelik müslüman idarenin altına giren memleketlerdeki ahali, karşılaştıkları fevkalâde dürüst idare, ahlâk ve adalet anlayışı, İslâmiyetin din olarak mükemmelliği; ora halkının kısa bir zaman zarfında kendi arzusu ile müslüman olmasına yol açıyordu.
Artık Irak’ın fethinden sonra, sıra Suriye’ye ve zamanın en büyük şehri olan Şam’a gelmişti!..
Halife Hz. Ebu Bekir es Sıddîk, ashabın ileri gelenlerinden kurulu olan danışma meclisini toplayarak; onlara, Suriye üzerine bir sefer yapmak ve bu suretle Şam’ı da İslâmiyete kazandırmak istediğini anlattı.
Toplantıya katılanların hepsi de bu isteği tasvip ettiler. Böylece Suriye seferi için de, bugünkü deyimle meclisin ittifakı sağlanmış oldu.
Alınan bu karar üzerine, Halife Hz. Ebu Bekir es Sıddîk bütün memleket çapında seferberlik ilan etti ve, bütün kabile ve şehirlere haberciler göndererek, onları Şam üzerine yapılacak bir sefere katılmaya davet ve teşvik etti.