Gitgide artmaktaydı bu batış!.. Atın ön ayakları, diz kapaklarına kadar gömüldü kumun içersine... Suraka, kendini daha fazla tutamadı atın üzerinde ve yere düştü...
Yumuşak kumların üstünden, hemencecik ayağa kalktı ve hayvanı da kurtarmak için çabalamaya başladı... Bir yandan o, hayvanı kurtarmaya çalışıyor, bir yandan hayvan kendini kurtarmaya uğraşıyor, fakat hiçbir netice de elde edilemiyordu...
Ne büyük bir hikmetti bu!.. Ellerini attan çektiği anda, hayvan bütün gücüyle bir daha debelendi... Kurtuluş!..
Atın ayakları kumdan kurtuluverdi bu debelenişle... Fakat aynı anda da, biraz evvel ayaklarının batmış olduğu iki ayak yerinden göğe doğru, ateş dumanı gibi bir duman yükseldi ve kayboldu!..
Büsbütün canı sıkıldı Suraka’nın...
Elini ikinci defa fal torbasına attı...
Gene suali aynı idi:
− Acaba Muhammed’le ashabına zarar verebilecek miyim?..
Çıkan oktaki cevap aynı idi:
− Lâ=Hayır!..
Zaten canı sıkılmış iken, üstelik bir de bu cevap ikinci kez tekrar edince, bütün asabı bozuldu...
− Yâ Muhammed!.. Yâ Muhammed!.. Ben pes ediyorum!.. Durun!..
Diye bağırmaya başladı.
Onun bu sözlerini duyan, Rasûlü Ekrem devesini durdurttu. Suraka da atına atlayarak onların yanına geldi...
− Ben Cu’şum oğlu Malik’in evladı Suraka’yım...
Emin olun ki, ne şimdi, ne de bundan sonra, size benden bir kötülük ilişmeyecektir!.. Nasıl ki bundan evvel benden hoşlanmadığınız bir hâl zuhur etmediyse...
Kureyş’in vadettiği mükâfatı ve onlara yapmak istediklerini anlattı ve onlara sonra:
− İleride yolda sürüler göreceksiniz. Onlar benim sürülerimdir... Bu oku da alın, benim alâmetimdir... Onları gördüğünüzde, dilediğiniz kadarını alın...
− İstemez; lazım değil yâ Suraka!..
− Öyle ise beni himayene aldığına dair, bir şey yaz da ver bana!.. dedi.
Rasûlü Ekrem de Amir’e dönerek, Suraka hakkında bir amannâme yazmasını emretti... O da bir deri parçası üzerine istenileni yazarak Suraka’ya verdi.
Bundan sonra Rasûlü Ekrem:
− Yâ Suraka! Bizi görmüş olduğunu kimseye söyleme! Gizle!..
Buyurdu ve devesini ileri sürerek tekrar yola revan oldu...
Suraka geldiği yolda geriye dönerek bir müddet ilerledikten sonra, karşıdan kendisine doğru gelen arkadaşlarına rastladı.
Sordu:
− Nereye gidiyorsunuz böyle pürtelaş?..
− Muhammed ile arkadaşlarını aramaya gidiyoruz... Sen nereden?..
− Boş yere ilerilere gidip kendinizi yormayın… Ben gözün gördüğü kadar bütün sahayı aradım ama boş!.. İzleri eserleri yok ortalıkta... Haydi gelin başka tarafları arayalım...
Arkadaşlarını alıp geriye döndüren Suraka, Taif seferi sırasında müslüman olmuş ve üçüncü Halife Hz. Osman’ın zamanına kadar, Medine’de yaşamıştır.
Rasûlü Ekrem ile Ebu Bekir es Sıddîk ve ikinci devedekiler, artık bundan sonra, kazasız belâsız yollarına devam ettiler...
Arada sırada, Hz. Sıddîk’ın tacirliği dolayısıyla tanışmakta olduğu bazı kâfirlere rast geliyorlar ve aralarında şöyle bir konuşma geçiyordu:
− Merhaba yâ Eba Bekr!..
− Merhaba yâ Eba Cemil...
− Hayrola, önündeki hazret de kim?..
− Rehberim... Kılavuzluk ediyor bana yolda...
Hz. Ebu Bekir es Sıddîk, tanımayanlara katiyen söylemiyordu, önünde oturmakta olanın Rasûlü Ekrem olduğunu...