Uhud Savaşı
Kureyşliler bir türlü hazmedemediler, Bedir’de almış oldukları büyük mağlubiyeti!..
Bu hezimetin öcünü almak üzere, Ebu Süfyan kumandasında son derece teçhizatlı üç bin kişilik bir ordu teşkil ettiler.
Görüldüğü gibi Bedir’deki ordu mevcudunun üç misli olan bu ordu, Medine üzerine hareket etti... Medine’nin yakınındaki Uhud dağı yanına gelen müşrik ordusu Şevval ayının yedinci günü karargâh kurdu. O zaman için çok önemli bir kuvvetti bu...
Bu durum üzerine, Rasûlü Ekrem gene her zamanki gibi bir harp meclisi kurdu ve bu mecliste sahabenin ileri gelenlerinin fikirlerini aldı.
Rasûlü Ekrem, görmüş olduğu bir rüya dolayısıyla, harbin, Medine’nin dışına çıkılmaksızın, müdafaa savaşı tarzında yapılmasının iyi olacağı kanaatinde olduğunu açıkladı.
Bu fikir, Hz. Ebu Bekir es Sıddîk tarafından da beğenilmişti.
O da kalkarak bunun gerekçelerini izah etti ve Rasûlü Ekrem’in ileri sürdüğü tarzda savaş yapılmasının daha yerinde olacağını söyledi...
Bu arada ashabtan bazıları dahi aynı fikri müdafaa ettiler...
Fakat Hz. Hamza ve Bedir savaşına katılmamış bulunan sahabe, meydan harbine taraftar olduklarını söyleyerek, bu hususta çok ısrar ettiler.
Bu durumda, Rasûlü Ekrem onları kırmayarak, bin kişilik bir ordu teşkil etti ve Uhud dağına hareket edildi...
Ancak, yolun yarısına gelindiği zaman, üç yüz kişilik bir münafıklar grubu, meydan savaşı yapmanın doğru olmayacağını öne sürerek, ters yüzü şehre geri döndüler.
Böylece müslümanların kuvveti yedi yüz kişiye düşmüş oldu...
Harp sahasına gelindiğinde, kısa bir süre mola verildikten sonra, Rasûlü Ekrem arka taraflarına düşen geçidi müdafaa etmeleri için elli kişiyi vazifelendirdi; ve her ne pahasına olursa olsun, kendisi çağırmadığı müddetçe buradan ayrılmamalarını söyledi.
Harp çok şiddetli başladı!..
İlk aşamada, müslümanlar çok sert bir hücumla müşriklerin hepsini dağıttılar.
Fakat daha sonra kaçmakta olan putperest Kureyşlileri takip etmeyerek, ganimetleri paylaşmaya koyuldular!..
Arkadaşlarının ganimetleri paylaştığını gören geçit bekçilerinden kırk ikisi de dayanamayarak, ganimetten hisselerini almak üzere, geçidi terk edip, onların yanına gittiler...
Bu hâl üzerine, bilahare müslüman olup Rasûlü Ekrem’den “Allâh’ın kılıcı” ünvanını alacak olan Velid’in oğlu Halid, derhâl müşriklerin bir kısmını topladı ve geçitte kalan sekiz kişiyi de şehîd ederek, arka taraftan müslümanlara hücum etti... Kaçmakta olan diğerleri de, haber aldılar ve Ebu Süfyan kumandasında önden saldırdılar...
Bu ikinci aşamada, müslümanlar ansızın gelen düşman kuvvetlerini görünce şaşırdılar; güç belâ kendilerini toparlamaya çalıştılar. Ne yazık ki bir netice alınamadı!..
Putperest Kureyşliler, karargâha kadar ilerlemişler Rasûlü Ekrem’in tâ yanına kadar gelmişlerdi...
Müslümanlardan bir kısmı canını kurtarmak için şehre kaçarken, diğer bir kısmı da Uhud’a tırmanıyordu.
Canla başla savaşan Hz. Ebu Bekir es Sıddîk, Hz. Ömer el Faruk ve Hz. Âli gibi birkaç kişi kalmıştı geride savaşa devam eden... Onlar da dağınık bir hâlde idiler savaşın şiddetinden!..
Derken yaklaşan birisi, attığı taş parçası ile Rasûlü Ekrem’in sağ alt iki dişini kırdı!..
Bir başkası, alnını yardı...
Bir diğeri de bir kılıç darbesi ile elmacık kemiğini yaraladı ve bu arada kırılan miğferin iki halkası da yanağına battı...
Bu darbe şiddetiyle at üstünden yere yuvarlanan Rasûlü Ekrem, zırhının da ağırlığı sebebiyle bir an için ayağa kalkamadı.
Bunu gören müşrik, “Muhammed’i öldürdüm” diye haykırmaya ve koşmaya başladı...
Zaten morali bozuk olan müslümanlar, bu sözleri de işitince, büsbütün yıkıldılar ve kaçmaya başladılar!..
Tam o sırada, oradan geçmekte olan bir müslüman, Rasûlü Ekrem’in sağ olduğunu görerek:
− Ey Müslümanlar!.. Geriye dönün!.. Rasûlullâh sağdır!.. Yaşıyor işte!.. Burada!.. Geriye dönün, toplanın!..
Diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.
Bu müjdeyi işiten Hz. Sıddîk, Hz. Ömer, Hz. Âli ve daha birkaç kişi oraya toplanarak bir müdafaaya giriştiler topluca...
Onları gören yirmi kadar sahabe de yanlarına geldi ve sayıları otuza yükseldi.
Nitekim bu arada Hz. Hamza da -Allâh ondan da razı olsun- şehîd olmuştu.
Daha sonra müslümanların sayısı yeni gelenlerle yetmişe, yüze yükseldi.
Bu arada İbni Nadir -Allâh ondan da razı olsun- ismindeki bir ashabın misli görülmemiş bir şekilde savaştığı görülüyordu. Daha sonra cesedi, almış olduğu seksen küsur yara dolayısıyla tanınmamış; ancak kızkardeşi parmak uçlarından teşhis edebilmişti bu şehîdi...
Müslümanların tekrar toparlanışı ve hücuma geçişi, zaten oldukça muazzam bir zâyiat vermiş bulunan müşrikleri büsbütün korkuttu.
Ebu Süfyan:
− Bu günlük bu kadar yeter!..
Diyerek, ordusunu topladı ve harp sahasını terk ettiler.