7. A’raf Sûresi
“B”İSMİLLÂHİR RAHMÂNİR RAHIYM
1-) Elif, Lâââm, Miiiym, Saaad;
Eliif, Lââm, Miiim, Saaad.
2-) Kitabün ünzile ileyke fela yekün fiy sadrike harecün minhü li tünzire Bihi ve zikra lil mu’miniyn;
Sana inzâl edilen bu Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsi (Kitap), Onunla, (iman etmeyenleri) uyarman ve iman edenlere (neye - nasıl iman edip, neleri yapmaları konusunda) öğüt vermen içindir... Artık içinde, bundan dolayı bir sıkıntı olmasın.
3-) İttebi’û ma ünzile ileyküm min Rabbiküm ve lâ tettebi’u min dûniHİ evliyâ’* kaliylen ma tezekkerun;
Rabbinizden size inzâl olunana tâbi olun... Rabbinizin dûnunda velîlere (dışsal {rabbanî hakikatinizden ayrı düşürecek bilgi verenler} veya içsel {nefsanî - şehevî}) tâbi olmayın... Bunu ne kadar az hatırlayıp, üzerinde derin düşünmüyorsunuz!
4-) Ve kem min karyetin ehleknaha fecaeha be’süna beyaten ev hüm kailun;
Nice şehirlerdeki toplulukları helâk ettik; gece veya gündüz uykusu içindeyken, azabımız onlara geldi!
5-) Fema kâne da’vahüm iz caehüm be’süna illâ en kalu inna künna zalimiyn;
Azabımız onlara geldiğinde, onların seslenişleri: “Biz gerçekten zâlimlermişiz” demekten başka bir şey olmadı.
6-) Felenes’elennelleziyne ürsile ileyhim velenes’elennel murseliyn;
Andolsun ki, kendilerine Rasûl irsâl edilenlere de soracağız; irsâl olunan Rasûllere de soracağız!
7-) Felenekussanne aleyhim Bi ilmin ve ma künna ğaibiyn;
Elbette onlarda olup bitenin hakikatini açacağız! Biz “gâib”ler (olanlardan bihaber olan) değiliz (Bâtın - Zâhir O’dur - Görünenin melekûtu Esmâ’mızdandır).
8-) Vel veznü yevmeizinil Hakk* femen sekulet mevaziynuhu feülaike hümül müflihun;
O süreçte vezn (her şeyin Allâh hükümlerine göre artısıyla eksisiyle değerlendirilmesi) Hak’tır... Artık kimin mizanları (değerlendirilmeleri) ağır basarsa (nefsinde), işte onlar, engelleri yarıp kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
9-) Ve men haffet mevaziynuhu feülaikelleziyne hasiru enfüsehüm Bi ma kânu Bi âyâtina yazlimun;
Kimin de mizanları (değerlendirilmeleri) hafif gelirse, işte onlar da delillerimize zulmetmeleri dolayısıyla nefslerini hüsrana uğratanların ta kendileridir.
10-) Ve lekad mekkennaküm fiyl Ardı ve ce’alna leküm fiyha me’ayiş* kaliylen ma teşkürun;
Andolsun ki, sizi arzda yerleştirdik ve sizin için orada yaşamınızı devam ettirecek nimetler oluşturduk... Ne kadar az değerlendiriyorsunuz!
11-) Ve lekad hâlâknaküm sümme savvernaküm sümme kulna lil melaiketiscüdu liAdeme, fesecedu illâ ibliys* lem yekün mines sacidiyn;
Gerçek ki, sizi yarattık... Sonra sizi şekillendirdik... Sonra meleklere “Secde edin Âdem’e” dedik... İblis hariç secde ettiler; o secde edenlerden olmadı.
12-) Kale ma mene’ake ella tescüde iz emertük* kale ene hayrun minhu, halakteniy min narin ve hâlâktehu min tıyn;
Buyurdu: “Sana emrettiğimde seni secde etmekten engelleyen neydi?”... “Ben daha hayırlıyım Ondan; beni Nâr’dan (ateşten - radyasyon - bir tür dalga boyu yapı; {dikkat edile ki burada kullanılan ‘nâr’ kelimesi, cehennemdekileri yakacağı belirtilen ‘nâr’ kelimesiyle aynı anlamdadır. Bunun anlamı iyi düşünülmeli! A.H.}) yarattın, Onu tıynden (maddeden) yarattın” dedi.
13-) Kale fehbıt minha fema yekûnü leke en tetekebbera fiyha fahruc inneke mines sağıriyn;
Buyurdu: “İn makâmından!.. Bir başkasına büyüklük taslama makâmı değildir bulunduğun makâm! Çık! Muhakkak ki sen (böyle düşünmekle) kendini küçülttün!”
14-) Kale enzırniy ila yevmi yüb’asûn;
“(İnsanların ölüm sonrasında) Bâ’s olacakları güne kadar bana mühlet ver” dedi.
15-) Kale inneke minel münzariyn;
Buyurdu: “Muhakkak ki sen mühlet verilmişlerdensin.”
16-) Kale feBima ağveyteniy leak’udenne lehüm sıratakel müstekıym;
“Yemin ederim ki, (yudillü men yeşau = dilediğine sapmayı yaşattırır; realitesince) beni sapıttırmanın sonucu olarak, onlara engel olmak için senin sırat-ı müstakimine oturacağım!”
17-) Sümme leatiyennehüm min beyni eydiyhim ve min halfihim ve an eymanihim ve an şemailihim* ve lâ tecidü ekserehüm şakiriyn;
“Sonra andolsun ki, onlara önlerinden (hırslarını tahrik ederek - benliklerini yücelterek hakikati inkâra sürükleyerek), arkalarından (gizli şirke yönelterek - saptırıcı fikirlerle), sağlarından (senden alıkoyacak hayırları ilham ederek) ve sollarından (kötülükleri güzel - süslü göstererek) geleceğim... Onların çoğunluğunu, verdiklerini değerlendiren olarak bulamayacaksın!”
18-) Kalahruc minha mez’umen medhura* lemen tebiake minhüm leemleenne cehenneme minküm ecme’ıyn;
Buyurdu: “Çık makâmından; aşağılanmış ve (hakikatini yaşamaktan) uzaklaştırılmış olarak!.. Andolsun ki, onlardan kim sana tâbi olursa, kesinlikle bilin ki cehennemi topunuzla dolduracağım.”
19-) Ve Ya Ademüskün ente ve zevcükel cennete feküla min haysü şi’tüma ve lâ takreba hazihiş şecerete feteküna minez zalimiyn;
“Ey Âdem! Sen ve eşin cenneti yaşam ortamı edinin... İkiniz de istediğiniz yerden yeyin... (Ancak) şu ağaca (bedene - kendini beden kabullenmenin getirisine) yaklaşmayın... Nefsine zulmedenlerden olursunuz.”
20-) Fe vesvese lehümeş şeytanu liyübdiye lehüma ma vuriye anhüma min sev’atihima ve kale ma nehaküma Rabbüküma an hazihiş şecereti illâ en teküna melekeyni ev teküna minel halidiyn;
Derken şeytan, benliklerini/bedenselliklerini fark ettirmek için onlara vesvese verdi... Dedi ki: “Rabbinizin sizi şu ağaçtan (bedenselliğinizi yaşamaktan) yasaklamasının sebebi sizin iki melek olarak (kuvveler boyutunda) sonsuz yaşamamanız içindir!”
21-) Ve kasemehüma inniy leküma le minen nasıhıyn;
Ve onlara: “Kesinlikle ben size nasihat edenlerdenim” diye de yemin etti.
22-) Fedellahüma Biğurur* felemma zâkaş şecerete bedet lehüma sev’atühüma ve tafika yahsifani aleyhima min varakıl cenneti, ve nadahüma Rabbühüma elem enheküma an tilkümeş şecereti ve ekul leküma inneş şeytane leküma adüvvün mubiyn;
Böylece onları (vehimlendirerek - kendilerini beden yapı olarak kabul ettirerek) aldattı (bedenselliği fark ettirdi)... O ikisi, o malûm ağaçtan, (seks - üreme sisteminden) tadınca, bedenselliklerini hisseder oldular! Cennet yapraklarından üzerlerine örtmeye başladılar (nefslerindeki çeşitli Esmâ kuvveleri ile bedensellik hissini örtmeye çalıştılar)... Rableri onlara nida etti: “Ben size şu ağacı (bedenselliği yaşamayı) yasaklamadım mı; ben size demedim mi, kesinlikle şeytan sizin için apaçık düşmandır?”
23-) Kala Rabbena zalemna enfüsena ve in lem tağfir lena ve terhamna lenekûnenne minel hasiriyn;
Dediler ki: “Rabbimiz! Nefsimize zulmettik... Eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmet etmez isen, biz kesinlikle hüsrana uğrayanlardan oluruz.”
24-) Kalehbitu ba’duküm li ba’din adüvv* ve leküm fiyl Ardı müstekarrun ve meta’un ila hıyn;
Buyurdu: “Birbirinize (bilinç - beden ikilisi) düşman olarak (kuvveler boyutunda yaşamaktan beden boyutunun şartlarını yaşamaya)inin! Sizin için arzda (beden boyutunda - yeryüzünde) belli bir yaşam süreci ve belli bir süre, nasibinizdekileri almak söz konusudur.”
25-) Kale fiyha tahyevne ve fiyha temutune ve minha tuhrecun;
“Orada yaşayıp, orada öleceksiniz ve ondan (bedenden) çıkarılacaksınız” dedi.
26-) Ya Beniy Ademe kad enzelna aleyküm libasen yüvariy sev’atiküm ve riyşa* ve libasüt takva zâlike hayr* zâlike min âyâtillâhi leallehüm yezzekkerun;
Ey Âdemoğulları... Hakikaten size bedenselliğinizi örtecek giysi (hakikat bilgisi) ve süs-zinet olan giysi (fazlından gelen ikramlar)İNZÂL ettik... Korunma libası elbette en hayırlısıdır... İşte bu Allâh işaretlerindendir ki; belki düşünüp ders çıkarırlar.
27-) Ya Beniy Ademe lâ yeftinennekümüş şeytanu kema ahrece ebeveyküm minel cenneti yenzi’u anhüma libasehüma li yüriyehüma sev’atihima* innehu yeraküm huve ve kabiylühu min haysü lâ teravnehüm* inna ce’alneş şeyatıyne evliyâe lilleziyne lâ yu’minun;
Ey Âdemoğulları! Şeytan (bedeniniz), sizin ceddinizi, bedenselliği kendilerine göstermek suretiyle libaslarını (melekî kuvvelerini)onlardan soyarak cennet yaşamından çıkardığı gibi, sizi de fitneye düşürmesin! Çünkü o ve onun işlevini paylaşanlar, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler... Biz, şeytanları (şaşırtıp saptırıcı kuvveleri - beş duyuya dayanan kabulleri), iman etmeyenler için velîler kıldık.
28-) Ve izâ fealu fahışeten kalu vecedna aleyha abaena vAllâhu emerena Biha* kul innAllâhe lâ ye’muru Bil fahşa’* etekulune alAllâhi ma lâ ta’lemun;
Ne zaman fahişet (şirk veya hakikati inkâra yol açan bir fiil veya düşünce) ortaya koysalar: “Babalarımızı da bu hâl üzere bulduk ve Allâh bunu emretti bize” dediler... De ki: “Kesinlikle Allâh fahşayı (ihtiva edenleri) emretmez! Bilgisine sahip olmadığınız şeyleri Allâh’a mı atfediyorsunuz?”
29-) Kul emera Rabbiy Bil kıst* ve ekıymu vücuheküm ‘ınde külli mescidin ved’ûhu muhlisıyne lehüddiyn* kema bedeeküm te’udun;
De ki: “Rabbim her şeyin hakkını vererek yaşamayı emretti... Her mescidde vechlerinizi ikame edin (tam teslim olmuşluğun sonucu olarak benliğinizin ortadan kalkışını yaşayın) ve Din anlayışınızı sadece O’na has kılarak O’na dua edin... Başlangıcınızdaki gibi (cennette Âdem’in yaratılışı üzere) O’na döneceksiniz!”
30-) Feriykan heda ve feriykan hakka alyahimüd dalaletü, innehümüt tehazüş şeyatıyne evliyâe min dunillâhi ve yahsebune ennehüm mühtedun;
Bir kısmınıza hidâyet etti, bir kısmınız üzerine de dalâlet hak oldu! Muhakkak ki onlar (dalâlet hak olanlar), Allâh’ı bırakıp şeytanları (saptıranları) dostlar edindiler... Sanıyorlar ki kendileri hidâyet üzeredirler!
31-) Ya Beniy Ademe huzû ziyneteküm ‘ınde külli mescidin ve külu veşrebu ve lâ tüsrifu* inneHU lâ yuhıbbul müsrifiyn;
Ey Âdemoğulları her secde mahallinde zinetinizi giyin... Yeyin, için (bunları değerlendirin), israf etmeyin (gereksiz şekilde kullanmayın)... Çünkü O, israf edenleri (elindeki nimetleri gereksiz yere kullananları) sevmez!
32-) Kul men harrame ziynetellahilletiy ahrece li ıbadiHİ vettayyibati miner rızk* kul hiye lilleziyne amenû fiyl hayatid dünya halisaten yevmel kıyameti, kezâlike nufassılul âyâti li kavmin ya’lemun;
De ki: “Kim Allâh’ın, kulları için çıkarmış olduğu güzelliklerini ve rızkın temiz - pak olanını haram etti?”... De ki: “Onlar, dünya hayatında iman edenlere helaldir; kıyamet gününde ise yalnızca onlara ait olacaktır.” Kavrayabilecekler için işaretlerimizi işte böyle tafsil ediyoruz.
33-) Kul innema harrame Rabbiyel fevahışe ma zahera minha ve ma betane vel isme vel bağye Bi ğayril hakkı ve en tüşriku Billâhi ma lem yünezzil Bihi sültanen ve en tekulu alAllâhi ma lâ ta’lemun;
De ki: “Gerçek şu ki, Rabbim sadece şunları haram kılmıştır: Fuhşiyatın açık ve gizli olanını; ismi (Allâh indînde suç olanları); bağyi (başkalarındaki güzelliklere göz dikip ele geçirme hırsını); ortak koşmanız için, hakkında hiçbir delil olmayan şeyi şirk koşmanızı ve Allâh üzerine bilmediğiniz şeyleri konuşmanızı.”
34-) Ve li külli ümmetin ecel* feizâ cae ecelühüm lâ yeste’hırune saaten ve lâ yestakdimun;
Her topluluğun takdir edilmiş bir ömrü vardır... Onların ömrünün sonu geldiğinde, ne bir an ertelenebilir, ne de öne alabilirler.
35-) Ya Beniy Ademe imma ye’tiyenneküm Rusulün minküm yekussune aleyküm ayatİY, femenitteka ve asleha fela havfün aleyhim ve lahüm yahzenun;
Ey Âdemoğulları... Aranızdan, işaretlerimi size anlatıp açıklayan Rasûller geldiğinde, kimler korunur ve kendini düzeltirse, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.
36-) Velleziyne kezzebu Bi âyâtina vestekberu anha ülaike ashabün nar* hüm fiyha halidun;
(Esmâ özelliklerinin açığa çıkışı olan) işaretlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı benlik taslayıp büyüklenenler (var ya), işte onlar Nâr (ateş - dalga boyu yapı - radyasyon) ehlidirler! Onlar orada sonsuza dek kalıcılardır.
37-) Femen azlemü mimmeniftera alellahi keziben ev kezzebe Bi âyâtiHİ, ülaike yenalühüm nasıybuhüm minel Kitab* hatta izâ caethüm Rusulüna yeteveffevnehüm kalu eyne ma küntüm ted’une min dunillâh* kalu dallu anna ve şehidu alâ enfüsihim ennehüm kânu kafiriyn;
Allâh üzerine yalan uydurandan yahut O’nun işaretlerindeki varlığını yalanlayandan daha zâlim kimdir? İşte onlara Kitaptan (nâzil olan bilgideki) nasipleri ulaşır... Nihayet onları vefat ettirmek için Rasûllerimiz kendilerine geldiği vakit: “Allâh dûnunda yönelip var sandıklarınız nerede?” derler... “Bizden kaybolup gittiler” derler ve hakikat bilgisini inkâr hâlinde olduklarına kendi aleyhlerine şahitlik ederler.
38-) Kaledhulu fiy ümemin kad halet min kabliküm minel cinni vel’insi fiyn nar* küllema dehalet ümmetün leanet uhteha* hatta ized dareku fiyha cemiy’an kalet uhrahüm li ûlahüm Rabbena haülai edalluna featihim azâben dı’fen minen nar* kale li küllin dı’fün ve lâkin lâ ta’lemun;
Buyurdu: “Sizden önce geçmiş cinden ve insten topluluklar arasında, Nâr’a (ateşe - radyasyona - yakıcı dalga boyu ortamına) dâhil olun”... Her topluluk dâhil oldukça, inancını paylaştığı yakınına lânet eder! Nihayet hepsi orada bir araya gelip birikince, sonrakiler öncekileri için: “Rabbimiz... İşte bunlar bizi saptırdılar... Onlara Nâr’dan (ateş - radyasyon) iki kat azap ver” derler... Buyurdu: “Hepsi için iki katı vardır, fakat bilmiyorsunuz.”
39-) Ve kalet ulahüm li uhrahüm fema kâne leküm aleyna min fadlin fezûkul azâbe Bi ma küntüm teksibun;
Öncekiler de sonrakilere: “Sizin bize bir üstünlüğünüz yok... Uygulamalarınızın getirisi olarak yaşayın azabı!” derler.
40-) İnnelleziyne kezzebu Bi âyâtina vestekberu anha lâ tüfettehu lehüm ebvabüs Semai ve lâ yedhulunel cennete hatta yelicel cemelü fiy semmilhıyat* ve kezâlike neczil mücrimiyn;
İşaretlerimizi yalanlayıp, onlara karşı büyüklenenler (var ya muhakkak ki) onlara semâ kapıları (hakikati müşahede boyutu) açılmaz ve halat iğne deliğinden geçinceye kadar (ki bu da olanaksızdır!) (onlar) cennete (varlıklarındaki Esmâ kuvvelerini yaşama şartlarına)dâhil olamazlar... Mücrimleri böyle cezalandırırız!
41-) Lehüm min cehenneme mihadün ve min fevkıhim ğavaş* ve kezâlike necziyz zalimiyn;
Onlara cehennemden bir döşek ve fevklerinden (bilinçlerinde) gavaş (perdeler, kılıflar) vardır... Zâlimleri böyle cezalandırırız.
42-) Velleziyne amenû ve amilus salihati lâ nükellifü nefsen illâ vüs’aha* ülaike ashabül cenneti, hüm fiyha halidun;
İman edip imanının gereği fiiller ortaya koyanlara gelince... Ki biz, hiçbir nefsi, kapasitesinin üstündeki ile mükellef kılmayız; işte onlar cennet ehlidirler... Onlar orada ebedî kalıcılardır.
43-) Ve neza’na ma fiy sudurihim min ğıllin tecriy min tahtihimül enhar* ve kalül hamdü Lillâhilleziy hedana lihaza ve ma künna li nehtediye levla en hedanAllâhu, lekad caet Rusulü Rabbina Bil Hakk* ve nudu en tilkümül cennetü uristümuha Bi ma küntüm ta’melun;
Onların (cennet ashabının) içlerinde kin, sevgisizlik ne varsa söküp attık... Onların altlarından nehirler akar... “Bizi buna hidâyet eden Allâh’a aittir, HAMD! Eğer Allâh bize hidâyet etmeseydi, biz buna ulaşamazdık... Andolsun ki, Rabbimizin Rasûlleri Hak olarak gelmiştir” derler... “İşte yaptığınız çalışmalar sebebiyle mirasçı kılındığınız cennet!” diye (onlara) nida edilir.
44-) Ve nada ashabül cenneti ashaben nari en kad vecedna ma veadena Rabbüna hakkan fehel vecedtüm ma veade Rabbüküm hakka* kalu ne’am* feezzene müezzinün beynehüm en lâ’netullahi alez zalimiyn;
Cennet halkı Nâr (ateş - radyasyon) ehline: “Rabbimizin bize söz verdiklerini hakkıyla bulduk... Rabbinizin söz verdiklerini hakkıyla buldunuz mu?” diye nida ettiler... Onlar da: “Evet” dediler... (Derken) aralarından bir seslenen: “Allâh lâneti zâlimler üzerinedir” diye ilan eder.
45-) Elleziyne yesuddune an sebiylillâhi ve yebğuneha ıveca* ve hüm Bil ahireti kafirun;
Onlar ki, Allâh yolundan engellerler ve onu eğri yollara saptırmak isterler... Onlar, geleceklerindeki sonsuz yaşam süreçlerini inkâr edenlerdir.
46-) Ve beynehüma hıcab* ve alel a’rafi ricalun ya’rifune küllen Bisiymahüm* ve nadev ashabel cenneti en selâmün aleyküm lem yedhuluha ve hüm yatme’un;
Onların ikisi (cennet ve cehennem) arasında bir perde vardır... A’rafta ise, her birini, onların yüzlerindeki alâmetlerden tanıyan RİCAL vardır... Cennet ashabına: “Selâmun aleyküm” diye seslenirler. (Bu Rical henüz) cennete dâhil olmamıştır... Onlar (cenneti)umarlar.
47-) Ve izâ surifet ebsaruhüm tilkae ashabin nari kalu Rabbena lâ tec’alna me’al kavmiz zalimiyn;
Basarları (bakışları) Nâr (ateş - radyasyon) ehli yönüne çevrildiği vakit: “Rabbimiz! Bizi zâlimler topluluğu ile beraber kılma” derler.
48-) Ve nada ashabül a’rafi ricalen ya’rifunehüm Bisiymahüm kalu ma ağna anküm cem’uküm ve ma küntüm testekbirun;
A’raf ehli, sîmalarından kendilerini tanıdıkları (bazı cehennem ehli) ricale seslenerek şöyle dediler: “Ne zenginliğinizin, ne de büyüklenmenizin size hiçbir faydası olmadı!”
49-) Ehaülailleziyne aksemtüm lâ yenaluhumullâhu Bi rahmetin, udhulül cennete lâ havfün aleyküm ve lâ entüm tahzenun;
“Allâh kendilerini rahmetine nail etmez, diye yemin ettiğiniz kimseler şunlar mıydı?..” (Oysa şimdi onlara): “Dâhil olun cennete! Size bir korku yoktur... Siz mahzun da olmayacaksınız!” (denilmiş).
50-) Ve nada ashabün nari ashabel cenneti en efiydu aleyna minelmai ev mimma razekakümüllah* kalu innAllâhe harramehüma alel kafiriyn;
Nâr (ateş - radyasyon) ehli, Cennet halkına: “O sudan (ilimden) veya Allâh’ın sizi rızıklandırdıklarından (cennet yaşamını oluşturan kuvvelerden) bizim üzerimize de akıtın” diye nida ettiler... (Cevaben): “Muhakkak ki Allâh onları, hakikat bilgisini inkâr edenler üzerine haram kılmıştır” derler.
51-) Elleziynet’tehazu diynehüm lehven ve le’iben ve ğarrethümül hayatüd dünya* fel yevme nensahüm kema nesu lıkae yevmihim hazâ, ve ma kânu Bi âyâtina yechadun;
Onlar, Din anlayışlarını (hakikat ve sistem - Sünnetullâh ilmini) eğlence ve oyuna çevirmiş, (sefil) dünya hayatına aldanmış kimselerdir... Onlar bugünlerine kavuşacaklarını unuttukları gibi; delillerimizi nasıl bile bile inkâr ediyorlardıysa; biz de bugün onları unuturuz!
52-) Ve lekad ci’nahüm Bi Kitabin fassalnahü alâ ılmin hüden ve rahmeten likavmin yu’minun;
Gerçek ki onlara, iman eden topluluğa rahmet ve hidâyet kılavuzu olacak, ilime dayanan ayrıntılı bir BİLGİ kaynağı getirdik.
53-) Hel yenzurune illâ te’viyleh* yevme ye’tiy te’viyluhu yekulülleziyne nesuhu min kablü kad caet Rusulü Rabbina Bil Hakk* fehel lena min şüfe’ae feyeşfe’u lena ev nureddü fena’mele ğayrelleziy künna na’mel* kad hasiru enfüsehüm ve dalle anhüm ma kânu yefterun;
Sadece tevilini (kesin anlamını) bekliyorlar? O’nun tevilinin açığa çıktığı süreçte, daha önce onu unutmuş olanlar şöyle derler: “Gerçekten Rabbimizin Rasûlleri Hakk’ı getirmiş... Acaba bizim için şefaatçilerden var mı ki, bize şefaat etsinler yahut döndürülelim de (daha önce) yaptıklarımızın gayrını yapalım!” Onlar gerçekten nefslerini hüsrana uğrattılar ve varsandıkları şeylerin boş olduğunu gördüler!
54-) İnne Rabbekümullâhulleziy halekas Semavati vel Arda fiy sitteti eyyamin sümmesteva alel Arşi yuğşil leylen nehare yatlubuhu hasiysen veşŞemse velKamera venNücume musahharatin BiemriHİ, ela leHUl halku vel emr* tebarekâllahu Rabbül alemiyn;
Muhakkak Rabbiniz O Allâh’tır ki, semâlar ve arzı altı aşama sürecinde yarattı, sonra Arş’a istiva etti (sonra onlar üzerinde dilediğince tasarrufa başladı)... Geceyi hızla takip eden gündüze, gecenin örtüsünü bürür... Güneş, Ay, yıldızlar hükmünü yerine getirir... Kesinlikle bilin ki, yaratma da O’na aittir, hüküm de! Âlemlerin Rabbi olan Allâh ne yücedir!
55-) Ud’u Rabbeküm tedarru’an ve hufyeten, inneHU lâ yuhıbbul mu’tediyn;
Rabbinize yalvararak ve derûnunuzla dua edin... Muhakkak ki O, haddini aşanları sevmez.
56-) Ve lâ tüfsidu fiyl Ardı ba’de ıslahıha ved’uhu havfen ve tame’an, inne rahmetAllâhi kariybun minel muhsiniyn;
Düzene sokulduktan sonra arzda bozgunculuk yapmayın... Korkarak ve icabet edeceğine inanarak O’na dua edin! Muhakkak ki Allâh Rahmeti muhsinlerden yakındır (açığa çıkar, ulaşır).
57-) Ve HUvelleziy yursilurRiyaha büşran beyne yedey rahmetiHİ, hatta izâ ekallet sehaben sikalen suknahu libeledin meyyitin feenzelna Bihilmae feahrecna Bihi min küllis semerat* kezâlike nuhricül mevta lealleküm tezekkerun;
“HÛ”, ki rahmetinin önünden rüzgârları müjdeci olarak irsâl eden... Nihayet rüzgârlar ağır bulutları kaldırıp taşırken, onu ölü bir beldeye sevk ederiz; onunla su inzâl eder ve onunla her türlü semereden (meyve) çıkarırız... İşte (biz), ölüleri böyle çıkarırız... Umulur ki bunun ne anlama geldiğini düşünürsünüz!
58-) Vel beledüt tayyibu yahrucü nebatuhu Bi izni Rabbihi, velleziy habüse lâ yahrucü illâ nekida* kezâlike nusarrifül âyâti likavmin yeşkürun;
Tayyib beldenin nebatı (o beldenin) Rabbinin izni ile (Bi - izni RabbiHİ) çıkar... Habisten ise, faydasız olandan başkası çıkmaz... İşte böyle, değerlendiren bir kavim için işaretleri evirip çevirip anlatıyoruz.
59-) Lekad erselna Nuhan ila kavmihi fekale ya kavmı’budullahe maleküm min ilâhin ğayruHU, inniy ehafü aleyküm azâbe yevmin azıym;
Andolsun ki, Nuh’u halkına irsâl ettik de: “Ey kavmim... Allâh’a kulluk edin... O’nun gayrı bir ilâhınız yoktur... Muhakkak ki ben, size gelip çatacak azîm sürecin azabından korkuyorum” dedi.
60-) Kalel meleü min kavmihi inna lenerake fiy dalalin mubiyn;
Halkından geleneksel görüşün ileri gelenleri dedi ki: “Doğrusu biz seni apaçık sapıklık içinde görüyoruz.”
61-) Kale ya kavmi leyse Biy dalaletün ve lakinniy Rasûlün min Rabbil alemiyn;
(Nuh) dedi ki: “Ey kavmim... Bir sapık görüş yok bende... Ne var ki ben, Rabb-ül âlemîn’den bir Rasûlüm.”
62-) Übelliğuküm risalati Rabbiy ve ensahu leküm ve a’lemü minAllâhi ma lâ ta’lemun;
“Rabbimin risâletlerini size tebliğ ediyorum... Sizin hayrınıza konuşuyorum; (çünkü) Allâh’tan (gelen ilimle) sizin bilmediklerinizi biliyorum.”
63-) Eve ‘acibtüm en caeküm zikrün min Rabbiküm alâ raculin minküm liyünzireküm ve litetteku ve lealleküm turhamun;
“Aranızdan bir adama, sizi uyarma görevi verilmesine; korunmanız ve belki rahmete ermeniz için Rabbinizden hatırlatma gelmesine şaştınız mı?”
64-) Fekezzebuhu feenceynahu velleziyne me’ahu fiyl fülki ve ağraknelleziyne kezzebu Bi âyâtina* innehüm kânu kavmen ‘amiyn;
Onu yalanladılar... (Biz de) Onu ve onunla beraber olanları gemide kurtardık... (Esmâ’nın açığa çıkışı olan) işaretlerimizi yalanlayanları ise boğduk... Muhakkak ki onlar basîretsiz bir toplumdu!
65-) Ve ila Adin ehahüm Huda* kale ya kavmı’budullahe ma leküm min ilâhin ğayruHU, efela tettekun;
Ad (halkına), kardeşleri Hud’u... (O da): “Ey halkım... Allâh’a kulluk edin... O’nun gayrı ilâhınız yoktur... Hâlâ korunmayacak mısınız?” dedi.
66-) Kalel meleülleziyne keferu min kavmihî inna lenerake fiy sefahetin ve inna le nezunnüke minel kazibiyn;
Halkından, hakikat bilgisini inkâr etmekte olan o toplumun ileri gelenleri dedi ki: “Seni çılgınlık içinde görüyoruz... Biz senin yalancı olduğunu zannediyoruz.”
67-) Kale ya kavmi leyse Biy sefahetün ve lakinniy Rasûlün min Rabbil alemiyn;
(Hud) dedi ki: “Ey kavmim... Bir çılgınlık yok bende... Fakat ben, Rabb-ül âlemîn’den bir Rasûlüm.”
68-) Übelliğuküm risalati Rabbiy ve ene leküm nasıhun emiyn;
“Rabbimin irsâl ettiklerini size tebliğ ediyorum... Ben sizin için güvenilir bir öğüt vericiyim.”
69-) Eve ‘acibtüm en caeküm zikrun min Rabbiküm alâ racülin minküm li yünzireküm* vezküru iz ce’aleküm hulefae min ba’di kavmi Nuhın ve zadeküm fiyl halkı bestaten, fezküru alâAllâhi lealleküm tüflihun;
“Sizi uyarmak için, sizden bir adama Rabbinizden bir öğüt gelmesine şaştınız mı? Hatırlayın, düşünün ki sizi, Nuh halkından sonra halifeler kıldı ve sizi, yaratılışta, donanımınız bakımından kat kat fazlalığa kavuşturdu... Allâh nimetlerini hatırlayıp değerlendirin ki, kurtuluşa eresiniz.”
70-) Kalu eci’tena lina’budAllâhe vahdeHU ve nezere ma kâne ya’büdü abaüna* fe’tina Bima te’ıdüna in künte mines sadikıyn;
Dediler ki: “TEK olan O Allâh’a kulluk edelim, babalarımızın tapınmakta olduklarını bırakalım diye mi bize geldin? Eğer doğru söylüyorsan, bizi tehdit ettiğini getir (görelim)!”
71-) Kale kad veka’a aleyküm min Rabbiküm ricsün ve ğadab* etücadiluneniy fiy Esmâin semmeytümuha entüm ve abaüküm ma nezzelAllâhu Biha min sültan* fentezıru inni me’aküm minel müntezıriyn;
(Hud) dedi ki: “Gerçek ki Rabbinizden, üzerinize bir azap fırtınası ve gadab (şirk hâli) oluşmuş bile! (Var olduklarına dair) Allâh’ın hiçbir delil inzâl etmediği; (sadece) sizin ve babalarınızın taktığı asılsız tanrı isimleri hakkında benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”
72-) Feenceynahu velleziyne me’ahu Bi rahmetin minna ve kata’na dabiralleziyne kezzebu Bi âyâtina ve ma kânu mu’miniyn;
(Biz de) Onu ve onunla beraber olanları, rahmetimizle kuşatarak kurtardık... Âyetlerimizi yalanlayanların ise kökünü kestik... Onlar iman etmediler.
73-) Ve ila Semude ehahüm Saliha* kale ya kavmi’budullahe ma leküm min ilâhin ğayruHU, kad caetküm beyyinetün min Rabbiküm* hazihi nakatullahi leküm ayeten fezeruha te’kül fiy Ardıllahi ve lâ temessuha Bi suin feye’huzeküm azâbün eliym;
Semud’a da kardeşleri Sâlih’i (irsâl ettik)... (O da): “Ey halkım! Allâh’a kulluk edin... O’nun gayrı bir ilâhınız olamaz... Size Rabbinizden apaçık bir kanıt geldi... İşte şu Allâh’ın dişi devesi sizin için bir mucizedir! Bırakın onu, Allâh’ın yeryüzünde yesin! (Sakın) ona bir kötülük düşünmeyin! Aksi takdirde acı bir azaba düşersiniz!” dedi.
74-) Vezküru iz ce’aleküm hulefae min ba’di âdin ve bevveeküm fiyl Ardı tettehızune min sühuliha kusuran ve tenhıtunel cibale buyuta* fezküru alâAllâhi ve lâ ta’sev fiyl Ardı müfsidiyn;
“Hani sizi, Ad’dan sonra halifeler kıldı ve sizi arzda yerleştirdi... Ovalarından köşkler ediniyor ve dağlarını da yontup evler oluşturuyorsunuz! (O hâlde) Allâh’ın bu nimetlerini hatırlayıp düşünün; bozguncular olarak yeryüzünde taşkınlık yapmayın.”
75-) Kalel meleülleziynestekberu min kavmihi lilleziynes tud’ıfu limen amene minhüm eta’lemune enne salihan murselün min Rabbih* kalu inna Bi ma ursile Bihi mu’minun;
(Sâlih’in) halkı içindeki kendini beğenmiş ileri gelenleri, aralarında zayıf durumda bulunan iman edenlere: “Sâlih’in, Rabbinden irsâl olmuş biri olduğuna iman ediyor musunuz?” dediler... (Onlar da): “Doğrusu biz onunla irsâl olunana (sanki bize irsâl olmuşçasına) iman edenleriz” dediler.
76-) Kalelleziynestekberu inna Billeziy amentüm Bihi kafirun;
O kendini beğenmiş kibirliler: “Gerçek ki, biz sizin o iman ettiğinizi, inkâr edenleriz” dediler.
77-) Fe’akarun nakate ve ‘atev an emri Rabbihim ve kalu ya salihu’tina Bi ma te’ıdüna in künte minel murseliyn;
(Derken) dişi deveyi vahşice boğazladılar, Rablerinin emrine itaattan çıktılar ve: “Ey Sâlih... Eğer Rasûllerden isen, bizi tehdit ettiğin azabı getir” dediler.
78-) Fe ehazethümür recfetü fe asbehu fiy darihim casimiyn;
Onları çok şiddetli bir deprem yakaladı... Yurtlarında göçüp öldüler!
79-) Fetevella anhüm va kale ya kavmi lekad eblağtüküm risâlete Rabbiy ve nesahtü leküm ve lâkin lâ tuhıbbunen nasıhıyn;
(Sâlih de) onlardan yüz çevirdi ve: “Ey halkım... Andolsun ki Rabbimin risâletlerini size tebliğ ettim ve size nasihat ettim; fakat siz, hayrınıza konuşanları sevmiyorsunuz” dedi.
80-) Ve Lutan iz kale li kavmihi ete’tunel fahışete ma sebekaküm Biha min ehadin minel alemiyn;
Lût... Hani kavmine dedi ki: “Geçmişte, dünyada hiç kimsenin yapmadığı o çirkin fiilleri mi yapıyorsunuz?”
81-) İnneküm lete’tuner Ricale şehveten min dunin nisa’* bel entüm kavmün müsrifun;
“Siz, kadınları bırakıp erkeklerle yatıyorsunuz! Hayır siz, sınırları aşan bir toplumsunuz!”
82-) Ve ma kâne cevabe kavmihi illâ en kalu ahricuhüm min karyetiküm* innehüm ünasün yetetahherun;
Toplumunun cevabı ancak: “Çıkarın onları şehrinizden... Çünkü onlar (bu işlerden) arınmış insanlar” demek oldu.
83-) Feenceynahu ve ehlehu illemraetehu, kânet minel ğabiriyn;
Onu ve Onun inananlarını kurtardık... Karısı hariç! O gelmeyip, yere göçenlerden oldu!
84-) Ve emtarna aleyhim metara* fenzur keyfe kâne akıbetül mücrimiyn;
Onların üzerine azabı bir yağmur gibi yağdırdık (volkan patlaması olduğu rivayet edilir)! Bir bak, suçluların sonu nasıl oldu!
85-) Ve ila Medyene ehahüm Şü’ayba* kale ya kavmı’budullahe ma leküm min ilâhin ğayruHU, kad caetküm beyyinetün min Rabbiküm feevfül keyle vel miyzane ve lâ tebhasünNase eşyaehüm ve lâ tüfsidu fiyl Ardı ba’de ıslahıha* zâliküm hayrun leküm in küntüm mu’miniyn;
Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (irsâl ettik)... (O da): “Ey halkım... Allâh’a kulluk edin... O’nun gayrından bir ilâhınız yoktur... Size Rabbinizden apaçık kanıt geldi... (Artık) ölçmeyi ve tartmayı tam yapın... İnsanların hakkını vermemezlik etmeyin... Düzenin kurulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın... Eğer iman ediyorsanız, böylesi sizin için daha hayırlıdır.”
86-) Ve lâ tak’udu Bi külli sıratın tu’ıdune ve tesuddune an sebiylillâhi men amene Bihi ve tebğuneha ‘ıveca* vezküru iz küntüm kaliylen fekessereküm venzuru keyfe kâne akıbetül müfsidiyn;
“Tehdit ederek, iman edenleri Allâh yolundan alıkoyarak ve o yoldan sapmalarını isteyerek, inananların yolunu kesmeyin! Düşünün ki siz az idiniz, (O) sizi çoğalttı... Bir bakın nasıl oldu fesat çıkaranların sonu!”
87-) Ve in kâne taifetün minküm amenû Billeziy ursiltü Bihi ve taifetün lem yu’minu fasbiru hatta yahkümAllâhu beynena* ve HUve hayrul hakimiyn;
“Şayet sizden bir grup getirdiğim hakikate iman etmiş, bir grup da iman etmemişse; aramızda Allâh hükmedinceye kadar sabredin... O, en hayırlı hükmedendir.”
88-) Kalel meleülleziynestekberu min kavmihi lenuhricenneke ya Şu’aybü velleziyne amenû me’ake min karyetina ev lete’udünne fiy milletina* kale eve lev künna karihiyn;
(Şuayb’ın) halkından, kendilerini büyük gören ileri gelenler dediler ki: “Ey Şuayb! Kesinlikle, ya seni ve seninle beraber iman edenleri şehrimizden çıkaracağız ya da mutlaka bizim atalarımızın dinine döneceksiniz”... (Şuayb da): “İstemesek de mi?” dedi.
89-) Kadiftereyna alAllâhi keziben in udna fiy milletiküm ba’de iz neccanAllâhu minha* ve ma yekunü lena en ne’ude fiyha illâ en yeşaAllâhu Rabbüna* vesi’a Rabbüna külle şey’in ılma* alAllâhi tevekkelna* Rabbeneftah beynena ve beyne kavmina Bil Hakkı ve ente hayrul fatihıyn;
“Allâh bizi, o asılsız din anlayışından kurtardıktan sonra, eğer sizin atasal dininize geri dönersek, gerçekten Allâh üzerine yalan uydurmuş oluruz... Ona dönmemiz bizim için olacak şey değildir! Rabbimiz olan Allâh’ın dilemesi hariç... Rabbimiz, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır... Allâh’a tevekkül ettik (hakikatimizdeki El Vekiyl isminin gereğini yerine getireceğine iman ettik)... Rabbimiz, bizimle toplumumuzun arasını Hak üzere birleştir... Sen en hayırlı Fatih’sin!”
90-) Ve kalel meleülleziyne keferu min kavmihi leinitteba’tüm Şu’ayben inneküm izen lehasirun;
Halkından hakikat bilgisini inkâr eden ileri gelenler: “Eğer Şuayb’a tâbi olursanız, o takdirde mutlaka hüsrana uğrayanlar olursunuz” dediler.
91-) Feehazethümürrecfetü feasbehu fiy darihim casimiyn;
Onları o şiddetli sarsıntı yakaladı... Yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.
92-) Elleziyne kezzebu Şu’ayben keen lem yağnev fiyha* elleziyne kezzebu Şu’ayben kânu hümül hasiriyn;
Şuayb’ı yalanlayanlar, sanki orada hiç yaşamamış gibi (yok oldular)... Şuayb’ı yalanlayanlar, hüsrana uğrayanlar oldular.
93-) Fetevella anhüm ve kale ya kavmi lekad eblağtüküm risalati Rabbiy ve nesahtü leküm* fekeyfe asa alâ kavmin kafiriyn;
(Bunun üzerine Şuayb) onlardan yüz çevirdi ve: “Ey kavmim!.. Andolsun ki Rabbimin risâletlerini size tebliğ ettim... Size öğüt verdim... Hakikat bilgisini inkâr eden bir topluluğa (artık) nasıl üzülebilirim?”
94-) Ve ma erselna fiy karyetin min Nebiyyin illâ ehazna ehleha Bil be’sai veddarrai leallehüm yeddarra’un;
Biz (hangi) bölge halkına bir Nebi irsâl ettiysek, mutlaka onun halkını (kendini beğenmişliklerinden uzaklaştırmak için) sıkıntı, hastalık ile kuşattık; belki içtenlik ve alçak gönüllülükle yönelirler (diye).
95-) Sümme beddelna mekanes seyyietil hasenete hatta afev ve kalu kad messe abaened darraü ves serraü feahaznahüm bağteten ve hüm lâ yeş’urun;
Sonra içine düştükleri sıkıntıyı iyilik ile değiştirdik... Nihayet refaha erip (mal, evlatça) çoğaldılar ve (bu defa): “Babalarımıza da sıkıntı ve refah dolu günler gelmiştir (bunda alınacak bir ders olamaz)” dediler... Biz de onları, ne olup bittiğini fark etmeden yakaladık!
96-) Velev enne ehlel kura amenû vettekav le fetahna aleyhim berakatin mines Semai vel Ardı ve lâkin kezzebu feehaznahüm Bi ma kânu yeksibun;
Eğer o bölgelerin halkları iman edip korunsalardı, elbette onlar üzerine semâdan ve yeryüzünden bereketler açardık... Ne var ki yalanladılar! Biz de onları yapmakta olduklarının getirisi ile yakalayıverdik!
97-) Efeemine ehlül kura en ye’tiyehüm be’süna beyaten ve hüm naimun;
O bölgelerin halkları, gecenin bir vakti uyurlarken, kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden eminler mi?
98-) Eve emine ehlül kura en ye’tiyehüm be’süna duhan ve hüm yel’abun;
Yoksa o bölgelerin halkları, kuşluk vakti oynaşıp eğlenirlerken, kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden eminler mi?
99-) Efeeminu mekrAllâh* fela ye’menü mekrAllâhi illel kavmül hasirun;
(Yoksa) Allâh’ın mekrinden (Allâh’ın yaptıklarının sonucunu onlara hiç fark ettirmeden yaşatmak suretiyle cezalandırmasından) emin mi oldular (bu şekilde yaptığımız karşılıksız kaldı, diyerek suç fiillerine devam ederler ve gittikçe batarlar)! Hüsrana uğrayan toplumdan başkası Allâh’ın mekrinden emin olamaz.
100-) Eve lem yehdi lilleziyne yerisûnel Arda min ba’di ehliha en lev neşaü esabnahüm Bi zünubihim* ve natbe’u alâ kulubihim fehüm lâ yesme’un;
Helâk olan toplumun mirasçısı olan halk (hâlâ) şu gerçeği fark etmedi mi: Eğer dilesek onların suçları yüzünden onlara musîbetler isâbet ettirir, kalplerini mühürleriz (bilinçlerini kilitleriz) de artık onlar algılayamazlar!
101-) Tilkel kura nekussu aleyke min enbaiha* ve lekad caethüm Rusulühüm Bil beyyinat* fema kânu li yu’minu Bi ma kezzebu min kabl* kezâlike yatbe’ullahu alâ kulubil kafiriyn;
İşte o çeşitli yerleşim alanındakiler ki onların haberlerinden sana art arda anlatıyoruz... Andolsun ki Rasûlleri, açık deliller olarak gelmişti... (Fakat) önceden yalanladıklarına (Din’e, B sırrınca) iman etmediler... İşte Allâh, hakikat bilgisini inkâr edenlerin kalplerini böyle mühürler (bilinçlerini kilitler).
102-) Ve ma vecedna liekserihim min ahd* ve in vecedna ekserehüm lefasikıyn;
Onların çoğunluğunda, verdikleri söze sadakat bulamadık... Onların çoğunluğunu, Hakk’a itaatten çıkmış bulduk.
103-) Sümme beasna min ba’dihim Musa Bi âyâtina ila fir’avne ve meleihi fezalemu Bi ha* fenzur keyfe kâne akıbetül müfsidiyn;
Sonra, onların ardından Musa’yı (Esmâ’nın açığa çıkışı olan) delillerimiz ile Firavun ve onun ileri gelenlerine bâ’s ettik... (Firavun ve ileri gelenleri ise) onlara (delillerimizin hakkını vermeyerek) zulmettiler... Fesat çıkaranların sonu nasıl oldu, bir bak!
104-) Ve kale Musa ya fir’avnü inniy Resulün min Rabbil alemiyn;
Musa dedi ki: “Ey Firavun! Muhakkak ki ben âlemlerin Rabbinden bir Rasûlüm.”
105-) Hakıykun alâ en lâ ekule alAllâhi illel Hakk* kad ci’tüküm Bi beyyinetin min Rabbiküm feersil me’ıye beniy israiyl;
“Allâh üzerine Hak olmayanı söylememek, benim üzerime hakiki bir borçtur... Gerçekten ben size Rabbinizden apaçık bir delil ile geldim... (O hâlde) İsrailoğullarını benimle beraber gönder!”
106-) Kale in künte ci’te Bi ayetin fe’ti Bi ha in künte mines sadikıyn;
(Firavun): “Eğer bir mucize ile geldinse, hadi getir mucizeni; eğer sözünde sadıksan!” dedi.
107-) Feelka asahu feizâ hiye su’banün mubiyn;
(Bunun üzerine Musa) asasını bıraktı, birden o asa büyük bir yılan olarak göründü!
108-) Ve neze’a yedehu feizâ hiye beydaü linnazıriyn;
Ve (Musa) elini çekip çıkardı, birden o (el) parlayan beyaz ışık hâlinde göründü!
109-) Kalel meleü min kavmi fir’avne inne hazâ lesahırun ‘aliym;
Firavun’un halkının ileri gelenleri (rahipler): “Muhakkak ki bu çok şey bilen bir sihirbaz” dediler...
110-) Yüriydu en yuhriceküm min Ardıküm* fema zâ te’mürun;
“Sizi arzınızdan (makâmınızdan) uzaklaştırmak istiyor”... (Firavun sordu): “Öneriniz ne?”
111-) Kalu ercih ve ehahü ve ersil fiyl medaini haşiriyn;
Dediler ki: “Onu ve kardeşini alıkoy... Şehirlere de haberciler yolla.”
112-) Ye’tuke Bi külli sahırin ‘aliym;
“Bütün bilgili sihirbazları sana getirsinler.”
113-) Ve caes seharetü fir’avne kalu inne lena leecren in künna nahnül ğalibiyn;
O sihirbazlar Firavun’a geldi... Dediler ki: “Eğer biz galip gelirsek, muhakkak ki bize bir mükâfat var, değil mi?”
114-) Kale ne’am ve inneküm le minel mukarrebiyn;
(Firavun): “Evet” dedi... “Muhakkak ki siz benim çok yakınlarımdan olacaksınız.”
115-) Kalu ya Musa imma en tulkıye ve imma en nekûne nahnül mulkıyn;
(Sihirbazlar): “Ey Musa... Önce sen at ya da önce biz atalım” dediler.
116-) Kale elku* felemma elkav seharu a’yunen Nasi vesterhebuhüm ve cau Bi sıhrin azıym;
(Musa): “Siz atın” dedi... (Sihirbazlar) atınca, insanların görüşleri etkilendi ve onları dehşete düşürdüler! Büyük bir sihir oluşturdular.
117-) Ve evhayna ila Musa en elkı asak* feizâ hiye telkafü ma ye’fikûn;
Biz de Musa’ya: “Asanı at” diye vahyettik... Bir de ne görsünler, o (asa), onların uydurdukları şeyleri kapıp yutuyor!
118-) Feveka’al Hakku ve betale ma kânu ya’melun;
İşte böylece Hak açığa çıktı ve onların yapmakta oldukları boşa gitti.
119-) Feğulibu hünalike venkalebu sağıriyn;
Orada yenildiler... Küçük düştüler!
120-) Ve ulkıyes seharetü sacidiyn;
Sihirbazlar secde edercesine yere kapandılar!
121-) Kalu amenna Bi Rabbil alemiyn;
Dediler ki: “İman ettik Rabb-ül âlemîn’e...”
122-) Rabbi Musa ve Harun;
“Musa ve Harun’un Rabbine!”
123-) Kale fir’avnü amentüm Bihi kable en azene leküm* inne hazâ le mekrun mekertümuhu fiyl mediyneti li tuhricu minha ehleha* fesevfe ta’lemun;
Firavun: “Ben izin vermeden mi Ona iman ettiniz? Muhakkak ki bu bir mekrdir (hiledir); halkı oradan çıkarıp götürmek için, bunu şehirde tezgâhlayıp kurdunuz... (Cezanızı) yakında göreceksiniz” dedi.
124-) Le ukattı’anne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafin sümme le usallibenneküm ecme’ıyn;
“Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim... Sonra da sizin hepinizi toptan asacağım.”
125-) Kalu inna ila Rabbina münkalibun;
(İman eden sihirbazlar da): “Doğrusu biz Rabbimize dönücüleriz” dediler.
126-) Ve ma tenkımü minna illâ en amenna Bi âyâti Rabbina lemma caetna* Rabbena efrığ aleyna sabren ve teveffena müslimiyn;
“Sen bizden, Rabbimizin mucizelerindeki varlığına (Esmâ’sının açığa çıkışı olan işaretlerine) iman ettik diye intikam alıyorsun... Rabbimiz bize dayanma gücü ver ve bizi teslim olmuşlar olarak vefat ettir.”
127-) Ve kalel meleü min kavmi fir’avne etezeru Musa ve kavmehu li yüfsidu fiyl Ardı ve yezerake ve alihetek* kale senukattilu ebnaehüm ve nestahyiy nisaehüm* ve inna fevkahüm kahirun;
Firavun çevresindeki ileri gelenler: “Musa’yı ve halkını, yeryüzünde bozgunculuk yapıp, seni ve ilâhlarını terk etsinler diye mi bırakıyorsun?” dediler... (Firavun da): “Oğullarını öldürüp, kadınlarını diri bırakacağız... Biz onların üzerinde kahredici güce sahibiz” dedi.
128-) Kale Musa li kavmihiste’ıynû Billâhi vasbiru* innel Arda Lillâh* yurisüha men yeşaü min ıbadiHİ, vel akıbetü lil müttekıyn;
Musa kavmine dedi ki: “Allâh’tan (Ulûhiyeti dolayısıyla hakikatinizden; benliğinizi oluşturan El Esmâ’sındaki kuvveden) yardım isteyin ve sabredin... Muhakkak ki o yeryüzü, Allâh’ındır... Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar... Gelecek, korunanlarındır!”
129-) Kalu ûziyna min kabli en te’tiyena ve min ba’di ma ci’tena* kale ‘asa Rabbüküm en yühlike adüvveküm ve yestahlifeküm fiyl Ardı feyenzure keyfe ta’melun;
(Musa’nın kavmi) dediler ki: “Senin bize gelişinden önce de eziyet edildik, gelişinden sonra da”... (Musa) dedi ki: “Umulur ki Rabbiniz, düşmanınızı helâk eder ve (onların yerine) yeryüzünde sizi halifeler kılar da, neler yapacağınıza bakar.”
130-) Ve lekad ehazna ale fir’avne Bissiniyne ve naksın mines semerati leallehüm yezzekkerun;
Andolsun ki Âl-i Firavun’u, belki nedenini düşünürler diye, senelerle (kuraklık) ve ürün kıtlığıyla bunalttık.
131-) Feizâ caethümül hasenetü kalu lena hazih* ve in tusıbhüm seyyietün yettayyeru Bi Musa ve men me’ahu, elâ innema tairuhüm indAllâhi ve lâkinne ekserehüm lâ ya’lemun;
Onlara bir iyilik geldiğinde: “Bu bizim getirimizdir” dediler... Onlara bir kötülük geldiğinde de, Musa ve onunla beraber olanların uğursuzluğuna yordular... Dikkat edin, onların uğursuzluk kabul ettiği, ancak Allâh indîndedir... Fakat onların çoğunluğu bunu kavrayamaz!
132-) Ve kalu mehma te’tina Bihi min ayetin li tesharena Biha, fema nahnü leke Bi mu’miniyn;
Ve dediler ki: “Bizi büyülemek için her ne mucize getirirsen getir, biz sana iman etmeyiz!”
133-) Feerselna aleyhimüt tufane vel cerade vel kummele veddafadia veddeme âyâtin mufassalatin festekberu ve kânu kavmen mücrimiyn;
Biz de onların üzerine tafsilâtlı işaretler olarak tufan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan yağdırdık! (Yine de) büyüklendiler ve suçlu bir topluluk oldular.
134-) Ve lemma veka’a aleyhimürriczü kalu ya Mused’u lena Rabbeke Bi ma ahide ‘ındek* lein keşefte annerricze lenu’minenne leke ve le nursilenne me’ake beniy israiyl;
Üzerlerine bu azap geldiğinde: “Ey Musa! Sözleşmene dayanarak, bizim için Rabbine dua et... Şayet bu azabı bizden kaldırırsan, muhakkak ki sana iman edeceğiz ve mutlaka İsrailoğullarını seninle beraber göndereceğiz” dediler.
135-) Felemma keşefna anhümürricze ila ecelin hüm baliğuhu izâ hüm yenküsûn;
Kendilerine verdiğimiz mühlet sona erene kadar onlardan bu azabı kaldırdığımızda, bir de bakarsın ki onlar yine sözlerinden dönmüşler!
136-) Fentekamna minhüm feağraknahüm fiyl yemmi Bi ennehüm kezzebu Bi âyâtina ve kânu anha ğafiliyn;
(Bu sebeple) onlara yaptıklarının sonucunu şiddetle yaşattık; mucizelerimizi - işaretlerimizi yalanlamaları ve onlardan gaflete düşmeleri dolayısıyla, onları denizde boğduk!
137-) Ve evresnel kavmelleziyne kânu yüstad’afune meşarikal’Ardı ve meğaribehelletiy barekna fıyha* ve temmet kelimetü Rabbikel Husna alâ beniy israiyle Bi ma saberu* ve demmerna ma kâne yasne’u fir’avnü ve kavmühu ve ma kânu ya’rişun;
Hor görülüp güçsüz bırakılmış topluluğu, içinde bereketler oluşturduğumuz yeryüzünün doğularına ve batılarına mirasçı kıldık... Rabbinin İsrailoğullarına olan o en güzel sözü, sabretmeleri sonucu yerine geldi. Firavun ve halkının yapageldikleri şeyleri ve dikip yükselttiklerini de yerle bir ettik!
138-) Ve cavezna Bi beniy israiylel bahre feetev alâ kavmin ya’küfune alâ asnamin lehüm* kalu ya Musec’al lena ilâhen kema lehüm aliheh* kale inneküm kavmün techelun;
İsrailoğullarına denizi geçirttik... Kendilerine ait putlara tapınan bir topluluğa ulaştılar. Dediler ki: “Ey Musa... Onların sahip olduğu ilâhlar gibi bizim için bir ilâh oluştur”... (Musa) dedi ki: “Muhakkak ki siz çok cahilsiniz!”
139-) İnne haülai mütebberun mahüm fiyhi ve batılün ma kânu ya’melun;
“Muhakkak ki onların inanç ve uygulamaları helâkı oluşturur! Yapmakta oldukları da boştur.”
140-) Kale eğayrAllâhi ebğıyküm ilâhen ve HUve faddaleküm alel alemiyn;
“O sizi âlemlere (insanlara) üstün kılmışken (hilâfet hakikatini bildirmesi nedeniyle), sizin için Allâh’tan gayrı bir ilâh mı düşüneyim” dedi.
141-) Ve iz enceynaküm min ali fir’avne yesumuneküm suel azâb* yükattilune ebnaeküm ve yestahyune nisaeküm* ve fiy zâliküm belaün min Rabbiküm azıym;
Hani (şunu da hatırlayın) sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık... (Hani onlar) azabın en kötüsünü size tattırıyorlardı; erkek çocuklarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı diri bırakıyorlardı... İşte bunda sizin için, Rabbiniz tarafından büyük deneme vardı.
142-) Ve va’adna Musa selasiyne leyleten, ve etmemnaha Bi aşrin fetemme miykatü Rabbihi erbe’ıyne leyleten ve kale Musa liehıyhi Harunahlüfniy fiy kavmiy ve aslıh ve lâ tettebı’ sebiylel müfsidiyn;
Musa’ya otuz geceyi vadettik... Sonra ona on ekledik; böylece Rabbinin tayin ettiği süreç kırk geceye tamamlandı... Musa, kardeşi Harun’a: “Kavmim içinde benim yerime geç, ıslah et ve fesat çıkarmak isteyenlere uyma!” dedi.
143-) Ve lemma cae Musa limiykatina ve kellemehu Rabbuhu, kale Rabbi eriniy enzur ileyKE, kale len teraniy ve lakininzur ilelcebeli feinistekarre mekanehu fesevfe teraniy* felemma tecella Rabbuhu lilcebeli ce’alehu dekken ve harra Musa sa’ıka* felemma efaka kale subhaneKE tübtü ileyKE ve ene evvelül mu’miniyn;
Musa, takdir ettiğimiz süreç tamamlandığında; Rabbi de Ona seslenince, (şöyle) dedi: “Rabbim, göster kendini, bakayım sana!”... (Rabbi) buyurdu: “Beni, asla göremezsin!.. Fakat dağa (benlik dağı) nazar et... Şayet (tecelli ettiğimde) dağ hâlâ durursa, beni görebilirsin!”... Rabbi dağa (benliğine) tecelli edince, onu yok etti... Musa da baygın (benliğini yitirmiş olarak) düştü! Kendine döndüğünde: “Subhansın sen (seni tenzih ederim)! Sana tövbe ettim... Ben iman edenlerin ilkiyim” dedi.
144-) Kale ya Musa innistafeytüke alenNasi Bi risalatiy ve Bi kelamiy* fehuz ma ateytüke ve kün mineş şakiriyn;
Buyurdu ki: “Ey Musa! Muhakkak ki Ben seni, risâletlerim ve kelâmım ile insanlar üzerine seçtim... Al sana verdiğimi ve şükredenlerden (değerlendirenlerden) ol!”
145-) Ve ketebna lehu fiyl’elvahı min külli şey’in mev’izaten ve tafsıylen li külli şey’in, fehuzha Bi kuvvetin ve’mür kavmeke ye’huzû Bi ahseniha* seüriyküm darel fasikıyn;
Biz Musa için levhalarda, kaçınılması gereken şeyler hakkında öğüt ve yaşam için gerekli olan şeyleri detaylarıyla yazdık... “Bunları sıkıca tut ve kavmine, bunlara en güzel şekilde uyup muhafaza etmelerini emret... (Bu hükümlere uymayan) itaatten çıkmışların yurdunu göstereceğim size.”
146-) Seasrifü an âyâtiyellezine yetekebberune fiyl Ardı Bi ğayril Hakk* ve in yerav külle ayetin lâ yu’minu Biha* ve in yerav sebiyler rüşdi lâ yettehızûhu sebiyla* ve in yerav sebiylel ğayyi yettehızûhu sebiyla* zâlike Bi ennehüm kezzebu Bi âyâtina ve kânu anha ğafiliyn;
Haksız olarak arzda büyüklenenleri, mucizevî kuvvelerimden uzak tutacağım; çünkü onlar hangi mucizeyi görseler, ona iman etmezler! Rüşd yolunu görseler, o yola girmezler... Sapıklık yolunu görseler, onu yol edinirler... Bu, onların (hakikate) işaretlerimizi yalanlamaları ve onlardan gâfiller olmaları dolayısıyladır.
147-) Velleziyne kezzebu Bi âyâtiNA ve Lıkail Ahireti habitat a’malühüm* hel yüczevne illâ ma kânu ya’melun;
(Hakikate) işaretlerimizi ve âhiret likâsını (sonsuz gelecek yaşamın getirisini) yalanlayanların yaptıkları boşa gitmiştir... (Onlar)sadece yapmakta olduklarının sonucunu yaşamıyorlar mı?
148-) Vettehaze kavmü Musa min ba’dihi min huliyyihim ‘ıclen ceseden lehu huvar* elem yerav ennehu lâ yükellimühüm ve lâ yehdiyhim sebiyla* ittehazûhu ve kânu zalimiyn;
Musa’nın halkı ondan sonra (yani Musa’nın Tur’a çıkışından sonra), kendilerinin değerli süs eşyalarından meydana gelen, (buzağı gibi) böğürebilen buzağı heykeli edindiler... Fark edemediler mi ki o (heykel) onlarla ne kelâm edebiliyor ne de bir yola hidâyet edebiliyor? Onu (ilâh) edindiler ve zâlimler oldular (nefslerine zulmettiler)!
149-) Ve lemma sukıta fiy eydiyhim ve raev ennehüm kad dallu, kalu lein lem yerhamna Rabbuna ve yağfir lena lenekûnenne minel hasiriyn;
Düşünüp, hakikatten sapmış olduklarını fark ederek pişman olduklarında: “Yemin olsun ki, Rabbimiz bize rahmet etmez ve bizi mağfiret etmez ise, kesinlikle hüsrana uğrayanlardan oluruz” dediler.
150-) Ve lemma race’a Musa ila kavmihi ğadbane esifen, kale bi’sema haleftümuniy min ba’diy, eaciltüm emre Rabbiküm* ve elkal’elvaha ve ehaze Bi re’si ehıyhi yecurruhu ileyh* kalebne ümme innel kavmestad’afuniy ve kâdu yaktüluneniy* fela tüşmit Biyel a’dae ve lâ tec’alniy me’al kavmiz zalimiyn;
Musa halkına öfkeli ve üzgün olarak döndüğünde: “Arkam sıra ne kadar çirkin şeyler yaptınız! Rabbinizin hükmünü bekleyemediniz mi?” dedi... (Derken) levhaları yere bırakıp, kardeşinin başını tuttu ve onu kendine çekti... (Harun) dedi ki: “Anamın oğlu! Muhakkak ki bu topluluk beni zayıf - güçsüz buldu ve nerede ise beni öldüreceklerdi... Düşmanlarımı sevindirme ve beni şu zâlimler topluluğu ile bir tutma!”
151-) Kale Rabbığfirliy ve liehıy ve edhılna fiy rahmetiKE ve ENTE Erhamür Rahiymiyn;
(Musa) dedi ki: “Rabbim... Beni de kardeşimi de mağfiret et ve bizi rahmetine dâhil et... Sen, Erhamur Rahıymiyn’sin.”
152-) İnnelleziynet tehazül ıcle seyenalühüm ğadabün min Rabbihim ve zilletün fiyl hayatid dünya* ve kezâlike neczil müfteriyn;
Muhakkak ki buzağıyı (tanrı) edinenlere, Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir aşağılanma ulaşacaktır... Biz iftiracıları böyle cezalandırırız.
153-) Velleziyne amilüs seyyiati sümme tabu min ba’diha ve amenû* inne Rabbeke min ba’diha le Ğafûrun Rahıym;
Ancak öyleleri (de var) ki, kötülükler yaptıktan sonra, ardından pişman olup tövbe ederek, iman ettiler... Muhakkak ki Rabbin ondan sonra elbette Ğafûr’dur, Rahıym’dir.
154-) Ve lemma sekete am Musel ğadabü ahazel elvah* ve fiy nüshatiha hüden ve rahmetün lilleziyne hüm liRabbihim yerhebun;
Musa’nın öfkesi geçince, levhaları aldı... O yazılı metinde, Rablerinden korkanlar için hüda ve rahmet vardır.
155-) Vahtâre Musa kavmehu seb’ıyne racülen limiykatiNA* felemma ehazethümür recfetü kale Rabbi lev şi’te ehlektehüm min kablü ve iyyaye, etühliküna Bi ma feales süfehaü minna* in hiye illâ fitnetüKE, tudıllü Biha men teşaü ve tehdiy men teşa’* ENTE Veliyyüna fağfir lena verhamna ve ENTE hayrul Ğafiriyn;
Musa, tövbe etmeleri için kararlaştırılan yere gelmek üzere, halkından yetmiş adam seçti... Ne zaman ki orada onları şiddetli sarsıntı yakaladı, (Musa şöyle) dedi: “Rabbim... Eğer dileseydin (hakikati örtme suçundan dolayı) onları da beni de daha önce helâk ederdin! Aramızdaki anlayışı kıtların yaptığı yüzünden bizi helâk mi edeceksin? O ancak, senin bir fitnendir; kimi dilersen onunla saptırır ve kimi dilersen hidâyet edersin... Sen Veliyy’mizsin; bizi mağfiret et ve bize rahmet kıl... Sen Ğâfir’lerin (bağışlayanların)en hayırlısısın.”
156-) Vektüb lena fiy hazihid dünya haseneten ve fiyl ahireti inna hüdna ileyKE, kale azâbiy usıybu Bihi men eşa’* ve rahmetiY vesiat külle şey’* feseektübüha lilleziyne yettekune ve yü’tunez Zekate velleziyne hüm Bi âyâtina yu’minun;
“Bize hem şu dünyada güzellik yaz hem sonsuz gelecek yaşamında... Doğrusu biz sana yöneldik”... Buyurdu ki: “Azabımı, kime dilersem ona isâbet ettiririm... Rahmetim her şeyi kapsar! Onu, korunanlara, zekâtı verenlere ve işaretlerimizdeki hakikate iman edenlere yazacağım.”
157-) Elleziyne yettebi’uner Rasûlen Nebiyyel Ümmiyyelleziy yecidunehu mektuben ‘ındehüm fitTevrati vel’ İnciyl* ye’muruhüm Bil ma’rufi ve yenhahüm anil münkeri ve yuhıllu lehümüt tayyibati ve yuharrimu aleyhimül habaise ve yeda’u anhüm ısrahüm vel ağlalelletiy kânet aleyhim* felleziyne amenû Bihi ve azzeruhu ve nasaruhu vettebeunNûralleziy ünzile me’ahu, ülaike hümül müflihun;
Onlar ki ellerindeki Tevrat ve İncil’de belirtilmiş O Rasûl’e, Ümmî (asıl fıtratı bozulmamış - yaratıldığı saflık üzere) Nebi’ye tâbi olurlar... Onlara, Allâh’a göre olumlu olanları emreder ve olumsuz fiilleri yasaklar; onlara temiz şeyleri helal kılar; pis, çirkin şeyleri haram eder; onlardan sırtlarındaki ağır yükü (benliklerinin getirilerini) kaldırır ve üzerlerindeki zincirleri (yüzlerini Allâh’a döndürmelerini engelleyen tüm bağlarını) çözer... İşte O’na iman eden, O’na saygı gösteren (destekleyen), O’na yardım eden ve O’nunla birlikte inzâl olunan Nûr’a (Kur’ân) tâbi olanlar var ya, işte onlardır kurtuluşa erenlerin ta kendileri!
158-) Kul ya eyyühenNasü inniy Rasûlullahi ileyküm cemiy’anilleziy leHU mülküs Semavati vel Ard* lâ ilâhe illâ HUve yuhyiy ve yümiyt* fe aminu Billâhi ve Rasûlihin Nebiyyil Ümmiyyilleziy yu’minu Billâhi ve kelimatiHİ vettebi’uhu lealleküm tehtedun;
De ki: “Ey insanlar... Kesinlikle ben hepinize gelmiş Allâh Rasûlü’yüm... Semâların ve arzın mülkü ‘HÛ’nundur! İlâh yoktur sadece ‘HÛ’! Diriltir, öldürür! Bu yüzden iman edin, Esmâ’sıyla nefsinizin dahi hakikati olan Allâh’a ve Ümmî Nebi olan O Rasûl’e ki O, Esmâ’sıyla nefsinin dahi hakikati olan Allâh’a ve O’nun bildirdiklerine iman eder. O’na tâbi olun ki hakikate erdirilesiniz.”
159-) Ve min kavmi Musa ümmetün yehdune Bil Hakkı ve Bihi ya’dilun;
Musa halkından bir topluluk bulunur ki Hak olarak hakikati bildirirler ve hakikati yaşamanın gereği olarak, hakkını verirler!
160-) Ve katta’na hümüsnetey aşrete esbatan ümema* ve evhayna ila Musa izisteskahü kavmühu enıdrib Bi asakel hacer* fenbeceset minhüsneta aşrete ayna* kad alime küllü ünasin meşrabehüm* ve zallelna aleyhimül ğamame ve enzelna aleyhimül menne vesselva* külu min tayyibati ma razaknaküm* ve ma zalemuna ve lâkin kânu enfüsehüm yazlimun;
Biz onları on iki gruba, topluluğa ayırdık... Halkı ondan su istediklerinde Musa’ya: “Asa olarak (kendindeki kuvvelerle asanı bütünleştirmiş olarak) taşa vur” diye vahyettik... Ondan on iki kaynak fışkırdı... Her grup kendi meşrebini (içeceği yeri) hakikaten bildi... Bulutu üzerlerine gölge yaptık ve kudret helvası ve bıldırcın inzâl ettik... (Dedik): “Sizi rızıklandırdığımız temiz - pak şeyleri yeyin”... Onlar bize zulmetmediler, nefslerine zulmetmekteydiler.
161-) Ve iz kıyle lehümüskünu hazihil karyete ve külu minha haysü şi’tüm ve kulu hıttatün vedhulül babe sücceden nağfir leküm hatıy’atiküm* seneziydül muhsiniyn;
Hani onlara: “Şu şehirde yerleşin... Ondan istediğiniz yerden yeyin. ‘Mağfiret et’, deyin ve kapısından secdenin anlamını yaşayarak girin ki, hatalarınızı sizin için mağfiret edelim... Muhsinlere daha da ziyade edeceğiz” denildi.
162-) Febeddelelleziyne zalemu minhüm kavlen ğayrelleziy kıyle lehüm feerselna aleyhim riczen mines Semai Bi ma kânu yazlimun;
Onlardan bilfiil zulmedenler, sözü, kendilerine söylenenden başka (söz) ile değiştirdiler... Bu yüzden zulümlerinin karşılığı olarak semâdan azap irsâl ettik.
163-) Ves’elhüm anilkaryetilletiy kanet hadıratel bahr* iz ya’dune fiys sebti iz te’tiyhim hıytanühüm yevme sebtihim şürre’an ve yevme lâ yesbitune lâ te’tiyhim* kezâlike nebluhüm Bi ma kânu yefsükun;
Onlara, deniz kıyısında olan şehir halkından sor!.. Hani Sebt’te (Cumartesi gününde balık avlayarak) haddi aşmışlardı... Çünkü balıklar, Sebt gününde bollaşıp ortaya çıkardı da; diğer günler görünmezdi! Yoldan çıkmaları yüzünden, onları böyle denedik.
164-) Ve iz kalet ümmetün minhüm lime te’ızune kavmanillahu mühlikühüm ev müazzibühüm azâben şediyda* kalu ma’ziraten ila Rabbiküm ve leallehüm yettekun;
Hani onlardan bir ümmet şöyle dedi: “Allâh’ın kendilerini helâk edeceği yahut şiddetli bir azapla azaplandıracağı bir kavme niçin öğüt veriyorsunuz?”... Dediler ki: “Rabbiniz indînde mesûliyetimiz kalksın diye; ayrıca belki onlar da korunurlar (diye).”
165-) Felemma nesu ma zükkiru Bihi enceynelleziyne yenhevne anissui ve ahaznelleziyne zalemu Bi azâbin beiysin Bima kânu yefsükun;
Kendilerine yapılan öğütleri unuttuklarında; kötülükten engellemeye çalışanları kurtardık; zulmedenleri ise yapmakta oldukları yanlış işler dolayısıyla, çetin bir azaba düşürdük!
166-) Felemma atev an ma nühu anhü kulna lehüm kûnu kıradeten hasiiyn;
Ne zaman ki kibirlenip yasaklandıkları şeylerden dolayı kızıp hadlerini aştılar, kendilerine: “Aşağılık maymunlar (birbirini taklitle yaşayan, aklını kullanamayan mahlûklar) olun” dedik.
167-) Ve iz teezzene Rabbüke leyeb’asenne aleyhim ila yevmil kıyameti men yesumühüm suel azâb* inne Rabbeke le seriy’ul ‘ıkab* ve inneHU leĞafûrun Rahıym;
Rabbin ilan edip bildirmiştir ki: “Kıyamet sürecine kadar, kendilerine azabın en kötüsünü yapacak kimseleri mutlaka bâ’s edecektir”... Muhakkak ki Rabbin, elbette “Seriy’ul Ikab”dır (işlenen suçun karşılığını anında oluşturan)... Muhakkak ki O elbette Ğafûr’dur, Rahıym’dir.
168-) Ve katta’nahüm fiyl Ardı ümema* minhümüs salihune ve minhüm dune zâlik* ve belevnahüm Bil hasenati vesseyyiati leallehüm yerciun;
Onları yeryüzünde topluluklar hâlinde parçaladık... Onlardan sâlihler vardır... Onlardan bunun mertebe olarak altında olanları da vardır... Belki hakikate dönerler diye onları iyiliklerle ve kötülüklerle denedik.
169-) Fehalefe min ba’dihim halfün verisül Kitabe ye’huzune arada hazel edna ve yekulune seyuğferulena* ve in ye’tihim aradun mislühu ye’huzûh* elem yü’haz aleyhim miysâkul Kitabi en lâ yekulü alAllâhi illel Hakka ve deresu ma fiyh* veddarul ahıretü hayrun lilleziyne yettekun* efela ta’kılun;
Onlardan sonra, yerlerine hakikat bilgisine vâris olan, yeni nesiller geldi... Şu en sefil dünyanın zenginliğini elde etmek için yaşıyorlar, sonra da “Mağfiret olacağız nasıl olsa” diyorlardı. Şayet onlara onun misli bir dünyalık gelse, onu da alırlardı... Kendilerinden, Allâh üzerine Hak olmayanı söylemeyecekler diye hakikat bilgisi adına söz alınmamış mıydı? Onda olanı ders edinip incelemediler mi? Korunanlar için sonsuz olan gelecek yaşam ortamı daha hayırlıdır... Aklınızı kullanmayacak mısınız?
170-) Velleziyne yümessiküne Bil Kitabi ve ekamüs Salate, inna lâ nudıy’u ecral muslihıyn;
Hakikat bilgisine (Kitap) sımsıkı sarılanlar ve salâtı ikame edenler (-e gelince); doğrusu biz ıslah olan ve ıslah edenleri mükâfatsız bırakmayız.
171-) Ve iz netaknel cebele fevkahüm keennehu zulletün ve zannu ennehu vakı’un Bihim* huzû ma ateynaküm Bi kuvvetin vezküru ma fiyhi lealleküm tettekun;
Hani o dağı sanki bir gölgelik gibi üstlerinde yükseltip kaldırmıştık da, o üzerlerine düşüp, kendilerini helâk edecek diye düşünmüşlerdi... “Size verdiğimize kuvvetle sarılın ve onda olanı hatırlayıp düşünün ki korunabilesiniz.”
172-) Ve iz ehaze Rabbüke min beniy Ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm alâ enfüsihim* elestü BiRabbiküm* kalu bela şehidna* en tekulu yevmel kıyameti inna künna an hazâ ğafiliyn;
Hani Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden (menilerinden, genlerinden) kendi zürriyetlerini alıp; onları kendi nefslerine şahitlendirerek sordu: “Elestu BiRabbiküm = Rabbiniz değil miyim?”, (onlar da) “KALU = dediler, BELA = evet, Şehidna = bilfiil şahidiz”... Kıyamet sürecinde, “Biz bundan kozalıydık (gâfildik)” demeyesiniz! (İslâm fıtratı üzerine yaratılır tüm insanlar konusunu anlatmakta... A.H.)
173-) Ev tekulu innema eşreke abaüna min kablü ve künna zürriyyeten min ba’dihim* efetühliküna Bima fealel mubtılun;
Bir de “Daha önce atalarımız yalnızca müşrik olarak yaşarlardı; biz de onların devamı bir zürriyetiz (onların genetik özelliklerinin devamıyız); Hakk’ı inkâr eden atalarımız yüzünden bizi helâk mı edeceksin?” demeyesiniz (için yukarıdaki olayı açıkladık. Zira her insan İslâm fıtratı {programı} üzere yaratılır. Din anlayışı çevresinin şartlandırmasıyla başlar).
174-) Ve kezâlike nufessılul âyâti ve leallehüm yerciun;
Belki (hakikate) rücu ederler diye işte böylece delilleri - işaretleri tafsilâtlandırıyoruz.
175-) Vetlü aleyhim nebeelleziy ateynahu âyâtina fenseleha minha feetbe’ahüş şeytanü fekâne minel ğaviyn;
Onlara şu şahsın haberini bildir: Biz ona işaretlerimizi verdiğimiz hâlde o ilimden sıyrılıp çıktı (hakikati unutup nefsaniyetiyle yaşamaya başladı)... (Derken) şeytan (kendini beden kabulü) onu (kendine) tâbi kıldı ve (nihayet o) azgınlardan oldu.
176-) Ve lev şi’na lerafa’nahu Biha ve lakinnehu ahlede ilel Ardı vettebe’a hevahu, femeseluhu kemeselil kelb* in tahmil aleyhi yelhes ev tetrükhü yelhes* zâlike meselül kavmilleziyne kezzebu Bi âyâtina* faksusıl kasasa leallehüm yetefekkerun;
Eğer dileseydik, onu bu işaretlerle yükseltirdik... Fakat o arza (bedenselliğe) yerleşti ve boş asılsız dürtülerine tabi oldu! Artık onun meseli şu köpeğin meseli gibidir: Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, terk etsen de dilini sarkıtıp solur... İşte işaretlerimizi yalanlayan topluluk, buna benzer! (Sen bu) kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler.
177-) Sae meselanilkavmülleziyne kezzebu Bi âyâtina ve enfüsehüm kânu yazlimun;
(Esmâ’nın çıkışı olan) işaretlerimizi yalanlayan ve (böylece) nefslerine zulmetmiş olan topluluğun durumu ne kötüdür!
178-) Men yehdillâhu fe HUvel mühtediy* ve men yudlil feülaike hümül hasirun;
Allâh kime hidâyet eder ise, odur hakikate eren! Kimi de saptırır ise, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
179-) Ve lekad zere’na licehenneme kesiyran minel cinni vel ins* lehüm kulubün lâ yefkahune Biha, ve lehüm a’yünün lâ yubsırune Biha, ve lehüm azânun lâ yesme’une Biha* ülaike kel en’ami belhüm edall* ülaike hümül ğafilun;
Andolsun ki cin ve insten çoğunu cehennem yaşamı için yaratıp, çoğalttık! Ki onların kalpleri (şuurları) var, (hakikati)kavrayamazlar; gözleri var bunların, onlarla baktıklarını değerlendiremezler; kulakları var, onlarla duyduklarını kavrayamazlar!.. İşte bunlar en’am (evcil hayvanlar) gibidirler; belki daha da şaşkın! Onlar gâfillerin (gılaf içinde - kozalarında yaşayanların) ta kendileridir!
180-) Ve Lillâhil Esmâül Husna fed’uHU Biha* ve zerulleziyne yulhıdune fiy EsmâiHİ, seyüczevne ma kânu ya’melun;
Esmâ ül Hüsnâ Allâh’ındır (o isimlerin işaret ettiği özellikler, TEK, SAMED Allâh’a işaret eder... Dolayısıyla bu isimler ve bu isimlerin işaret ettiği anlamlar sadece O’nundur; beşer anlayışıyla kayıt altına girmez. Nitekim Mu’minûn: 91’de: SubhanAllâhi amma yasıfun =onların vasıflamalarından Allâh münezzehtir, buyurulur)! O’na isimlerin mânâlarıyla yönelin... O’nun Esmâ’sında ilhada sapanları (şirke düşenleri) terk edin! Yapmakta olduklarının karşılığını göreceklerdir.
181-) Ve mimmen hâlâkna ümmetün yehdune Bil Hakkı ve BiHİ ya’dilun;
Yarattıklarımızdan (öyle) bir topluluk var ki, Hak olarak hakikate erdirirler ve O’nun ile her şeyin hakkını verirler!
182-) Velleziyne kezzebu Bi âyâtina senestedricühüm min haysü lâ ya’lemun;
(Hakikate) işaretlerimizi yalanlayanları, hiç bilmedikleri taraftan aşama aşama (mekr yollu) helâke götürürüz.
183-) Ve umliy lehüm* inne keydiy metiyn;
İstediklerini yapmaları için süre de tanırım onlara... Muhakkak ki benim ince düzenim metîndir (pek sağlamdır).
184-) Evelem yetefekkeru ma Bi sahıbihim min cinnetin, in huve illâ neziyrun mubiyn;
Düşünmediler mi ki, sahiplerinde hiçbir cinnet (akılsızlık) yoktur! O sadece apaçık bir uyarandır.
185-) Evelem yenzuru fiy Melekutis Semavati vel Ardı ve ma halekAllâhu min şey’in, ve en asa en yeküne kadıkterebe ecelühüm* fe Bi eyyi hadiysin ba’dehu yu’minun;
Semâlar ve arzın melekûtuna (kuvvelerine), Allâh’ın yarattığı herhangi bir şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? Artık bunlardan (ders almıyorlarsa) hangi söze iman ederler?
186-) Men yudlilillâhu fela hadiye lehu, ve yezeruhüm fiy tuğyanihim ya’mehun;
Allâh kimi saptırırsa, artık ona hidâyet edecek yoktur... Onları kendi taşkınlıkları içinde kör ve şaşkın, bocalar hâlde bırakır.
187-) Yes’eluneke anis saati eyyane mursaha* kul innema ılmuha ‘ınde Rabbiy* lâ yücelliyha livaktiha illâ HU* sekulet fiys Semavati vel Ard* lâ te’tiyküm illâ bağteten, yes’eluneke keenneke hafiyyün ‘anha* kul innema ‘ılmuha ‘indAllâhi ve lâkinne ekseran Nasi lâ ya’lemun;
Sana, “Ne zaman gelip çatacak o saat?” diye soruyorlar... De ki: “Onun ilmi ancak Rabbimin indîndedir... Onu, sırası geldiğinde açığa çıkaracak yalnız ‘HÛ’dur! (o tecellide zaman - mekân, eşya - kişi söz konusu olmaz)... Semâlara ve arza ağır gelmiştir... Size ancak ansızın gelir.” Sanki sen onu (deneyimleyerek) bilensin gibi sana soruyorlar... De ki: “Onun ilmi, Allâh indîndedir... Fakat insanların çoğunluğu bilmiyorlar.”
188-) Kul lâ emlikü li nefsiy nef’an ve lâ darren illâ maşaAllâh* ve lev küntü a’lemül ğaybe lesteksertü minel hayr* ve ma messeniyessuü in ene illâ neziyrun ve beşiyrun likavmin yu’minun;
De ki: “Allâh’ın dilediği dışında, nefsim için ne bir fayda ve ne de bir zarar oluşturabilirim... (Mutlak) gaybı biliyor olsaydım, elbette hayrına çoğaltırdım... Bana kötülük de dokunmazdı... Ben ancak bir uyarıcı ve iman eden topluluğa bir müjdeleyiciyim.”
189-) HUvelleziy halekaküm min nefsin vahıdetin ve ceale minha zevceha li yesküne ileyha* felemma teğaşşaha hamelet hamlen hafiyfen femerrat Bih* felemma eskalet deavAllâhe Rabbehüma lein ateytena salihan lenekünenne mineş şakiriyn;
“HÛ” ki, sizi TEK bir nefsten - benlikten (makro planda: Hakikat-i Muhammedî - Akl-ı evvel; mikro planda: insanlık şuuru - Akl-ı küll)yarattı ve ondan da eşini (makro planda: evreni; mikro planda: beyni) oluşturdu; ona yerleşsin diye... Onu (eşini) örtüp bürüyünce, (eşi) hafif bir yük yüklendi, onu taşıdı... Ağırlaştığında, ikisi birden Rableri olan Allâh’a: “Andolsun ki, eğer bize bir sâlih verirsen, mutlaka biz değerlendirenlerden oluruz” diye dua ettiler. (Bu âyet, hem âlemlerin oluşuyla ilgili olarak anlaşılabilir, hem de insanın oluşumuyla.)
190-) Felemma atahüma salihan ce’alâ leHU şürekâe fiyma atahüma* fetealellahu amma yüşrikûn;
Onlara bir sâlih (evlat) verince, onlara verdiğine bağlı olarak Allâh’a ortaklar oluşturdular... Allâh onların ortak koştuklarından Yüce’dir.
191-) Eyüşrikûne ma lâ yahluku şey’en ve hüm yuhlekun;
Kendileri yaratılıyor oldukları hâlde (ve) bir şey yaratmayanları mı ortak koşuyorlar? (Bu iki âyette, insanların doğasal olay veya varlıkları, Allâh yanı sıra ilâh - tanrı konumunda düşünmelerine atıf vardır.)
192-) Ve lâ yestetıy’une lehüm nasran ve lâ enfüsehüm yensurun;
(Allâh’a ortak koşulanlar) onlara yardıma muktedir olamadıkları gibi, kendi nefslerine de yardım edemezler!
193-) Ve in ted’uhüm ilel hüda lâ yettebiuküm* sevaün aleyküm ede’avtümuhüm em entüm samitun;
Şayet onları hüdaya (hidâyete) davet etseniz, size tâbi olmazlar... Ha onları davet etmişsiniz ha susmuşsunuz, ikisi de birdir.
194-) İnnelleziyne ted’une min dûnillâhi ıbadun emsalüküm fed’uhüm felyesteciybu leküm in küntüm sadikıyn;
Allâh dûnunda yöneldikleriniz, muhakkak sizin benzerleriniz kullardır! Eğer (inancınızda) ısrarlıysanız hadi çağırın onları da, size icabet etsinler!
195-) Elehüm ercülün yemşune Biha, em lehüm eydin yebtışune Biha, em lehüm a’yunün yubsırune Biha, em lehüm azânün yesme’une Biha* kulid’u şürekâeküm sümme kiyduni fela tunzırun;
Onların yürüyecekleri ayakları; yahut tutacakları elleri; yahut görecekleri gözleri; yahut duyacakları kulakları mı var? De ki: “Çağırın ortak (koştuk)larınızı, bana tuzak kurun ve hiç göz açtırmayın bana!”
196-) İnne Veliyyiyellahulleziy nezzelel Kitabe, ve HUve yetevelles salihıyn;
Muhakkak ki benim Veliyy’im, O hakikat BİLGİsini (Kitabı) tenzîl eden Allâh’tır! O, sâlihlere Veliyy olur.
197-) Velleziyne ted’une min dûniHİ lâ yestetıy’une nasreküm ve lâ enfüsehüm yensurun;
Sizin O’nun dûnunda (yardıma) çağırdıklarınız ise, ne size yardım etmeye muktedirdirler ve ne de kendilerine yardım edebilirler.
198-) Ve in ted’uhüm ilelhüda lâ yesme’û* ve terahüm yenzurune ileyke ve hüm lâ yubsırun;
Onları hidâyet etmeleri için çağırsanız, işitmezler... Onları sana bakar sanırsın, ama görmezler!
199-) Huzil afve ve’mur Bil urfi ve a’rıd anil cahiliyn;
Affedici ol, olumlu, yararlı şeylerle hükmet ve cahillerden yüz çevir!
200-) Ve imma yenzeğanneke mineş şeytani nezğun feste’ız Billâh* inneHU Semiy’un ‘Aliym;
Eğer şeytandan (bedenselliğin) bir dürtme seni dürterse (bedensel arzulara iteklerse hakikatini perdeleyecek şekilde), hemen Allâh’a (nefsinin hakikati olan Esmâ’sının kuvvesine) sığın... Çünkü O, Semi’dir, Aliym’dir.
201-) İnnelleziynettekav izâ messehüm taifün mineş şeytani tezekkeru feizâhum mubsırun;
Korunanlara gelince, onlara şeytandan (bedensellik kabulünde yaşayan) bir taife dokunduğunda, (hakikatlerini) tezekkür ederler... Basîretle değerlendirme yaparlar.
202-) Ve ıhvanühüm yemüddunehüm fiyl ğayyi sümme lâ yuksırun;
(Şeytanların) kardeşleri ise onları duygusallığa, azgınlığa sürüklerler... Sonra da yakalarını hiç bırakmazlar!
203-) Ve izâ lem te’tihim Bi ayetin kalu lev lectebeyteha* kul innema ettebi’u ma yuha ileyye min Rabbiy* hazâ basâiru min Rabbiküm ve hüden ve rahmetün likavmin yu’minun;
Onlara bir âyet iletmediğinde: “Onu (kendinden) uydursaydın ya!” dediler... De ki: “Ancak, Rabbimden bana vahyolunana tâbi olurum... Bu (Kur’ân) Rabbinizden basîretlerdir (idrak ettirir), hüdadır (hakikat rehberi) ve iman eden topluluk için rahmettir (kemâlâtlarını açığa çıkarır).”
204-) Ve izâ kuriel Kur’ânu festemi’u lehu ve ensıtu lealleküm turhamun;
Kur’ân kıraat edildiğinde, Onu dinleyin ve susun ki size rahmet edilsin.
205-) Vezkür Rabbeke fiy nefsike tedarru’an ve hıyfeten ve dunel cehri minel kavli Bil ğuduvvi vel asali ve lâ tekün minel ğafiliyn;
Rabbini nefsinde, haddini bilerek, hissederek ve gizlice, gösterişsiz, sesini yükseltmeden, sabah - akşam zikret, hatırla ve derinliğine düşün! Gâfillerden olma!
206-) İnnelleziyne ‘ınde Rabbike lâ yestekbirune an ıbadetiHİ ve yüsebbihuneHU ve leHU yescüdun;
Muhakkak ki senin Rabbinin indîndekiler, asla O’na kulluktan büyüklenerek kaçınmazlar... O’nu tesbih ederler ve O’na (azameti indînde kendi hiçliklerini hissederek) secde ederler. (206. âyet secde âyetidir.)