“Şirk”e gelince... “Allâh” ismiyle işaret edileni, varlıkları isimlerinden ibaret olan âlemlerde, yani âfakta ve nefsinde (dışsallıkta - içsellikte) “Esmâ”sı itibarıyla göremeyenin Kur’ân-ı Kerîm’deki tanımlaması “şirk koşan”dır... Yani, “Allâh” ismiyle işaret edilen “dûnunda” olan herhangi bir isimle işaret edilene “Allâh” yanı sıra varlık vermek!
“Dûnunda” kelimesini orijinal muhafaza ettim, çünkü Türkçede kelime olarak karşılığını bulamadım. “Denklik” kelimesi, O’na eş başka bir varlığın denkliğinden söz eder. Oysa “Allâh” adıyla işaret edilen, kendisi dışında ikinci bir varlık olmadığını vurguladığı içindir ki, tapınılanların denkliğinden söz etmez; “dûnunda” der. Yani “Esmâ”sıyla yaratılmış olanın, kendi “Esmâ” mertebesine “şirk” koşulmasından söz eder.
Buradan da anlaşılacağı üzere Zât’ı itibarıyla, şirk ve tevhid kavramlarından münezzeh olanın bildirdiği “şirk”, “Esmâ”sıyla yaratılmış, varlığı yalnızca “isim”den ibaret olanın, “Esmâ mertebesine” “şirk = eş” koşulmasıdır! Yani, “Esmâ” hakikatinden yaratılmış, açığa çıkarılmış olanın, kendisi gibi “Esmâ” hakikatinden var olmuş başka birini, “Esmâ” mertebesine eş düşünmesi anlatılmaktadır “şirk” tanımlamasıyla. Bu yüzdendir ki, kısaca “şirk”, “Allâh” adıyla işaret edileni anlamamış olanın hayalinden açığa çıkan, dünyasındaki “bâtıl” yani aslı olmayan geçersiz fikirleridir.
“Küfür” ise inkâr anlamına olarak, birimsellik bilincinin, kendisi dışında varlığında tedbir ve tasarruf eden başka bir varlık olmadığı esasına dayalı olarak oluşmaktadır.
Açığa çıkan bu ilim, varlığın aslı, hakikati ve Esmâ mertebesine dayalı olarak realite ise de; birimsellikte açığa çıktığı ve büründüğü anlam itibarıyla, hakikati olan Esmâ mertebesindeki sınırsız özelliğe kayıt ve sınır getirmesi; “ben” kelimesiyle işaret ettiği hüviyetini bedenselliğiyle sınırlaması itibarıyla, “küfür” kapsamında mütalaa edilmekte; böylece de “ben”in hakikatindeki sınırsız özelliklerine en azından “iman” noktasından ayrı düşmeyi oluşturmaktadır. Açığa çıkışın bu doğrultuda devamı ise doğal olarak kendini yalnızca beden kabullenmeyi getirmekte, bedensel zevkler için yaşama yolunu kolaylaştırmakta, sonuçta da “ölüm” tadılası bir boyut değişimi değil, toprak olup yok olmaktır, sonucuna varmaktadır.
“Münafıklık”, kendini beden kabulünün en aşağı derecesi olarak açığa çıkmaktadır. Bu kişi hakikati inkâr ettiği gibi, bedenselliğine çıkar sağlamak amacıyla “iman” ehline karışarak, onları “taklit” ederek, onlardan yararlanma yolunu seçmiştir. Bir köpek, sahibinden samimi duygularla ve sadakatle mama isterken; bir münafık, menfaati olan kişiye samimi olmayan ve yalnızca çıkar elde etme amaçlı olarak yanaşır. Bunun sonucu da elbette, olayın hakikatini fark ettiğinde, telâfisi olmayan sonsuz yanmadır.
“İman” ise; bilincin, aklını kullanarak, önündeki çok çeşitli verileri değerlendirmek suretiyle gördüğünün ardındaki sınırsızlığı fark edip ona açılma yollarını araştırması, bilinç olan benliğinin bedensellik ötesi bir varlık olduğunu fark ve idrak etmesi sonucu o yolda mücadele vermesi hâlinin adıdır. Buna “men kale lâ ilâhe illAllâh fekad dehale cennet = Kim Lâ ilâhe illâ Allâh’ı yaşarsa, o cennete girer” buyrularak işaret edilmiştir. Bir Rasûl ile karşılaşmamış olanlar için geçerli durumdur. Bir Rasûl ile karşılaşmış olanlar ise, Rasûlün uyardığı şekilde Rabb-ül âlemîn’e veya “Allâh”a iman etmek aşamasıyla karşı karşıyadır, Rasûle iman ederek.
Rasûle iman ederek diyorum, çünkü Rasûl de görünüşte kendisi gibi bir bedenlidir ve görünüş itibarıyla kendisinden farksızdır. Tek farkı, onda Hakikatin dillenişidir; ki bu da yakinen görülemeyen bir şey olduğu için, ancak iman yollu kabul edilebilir başlangıçta.