“Şüphesiz ki, Allâh arzı benim için dürüp devşirdi de bu sebeple ümmetimin mülk ve tasarrufu arzdan bana, dürülüp toplanan yerlere kadar ulaşacaktır...

Bana kırmızı ve beyaz iki hazine verildi ve ben Rabbimden ümmetimi bir kıtlık senesiyle helâk etmemesini;

Kendi nefislerinden başka herhangi düşmanı onlara musallat kılıp da cemaat ve varlıklarının hepsini kökünden kazıyıp helâk etmemesini talep ettim... Rabbim:

− Yâ Muhammed, ben bir hüküm verdiğim zaman artık o red olunmaz!.. Ben, sana, ümmetinin lehine, onları umumi kıtlık ile helâk etmemeyi, onlar üzerine nefislerinden başka bir düşman musallat etmemeyi ve dolayısıyla yeryüzünün bütün etrafında bulunanlar toplansa bile köklerini ve cemiyetlerini kazıyıp helâk etmemeyi teminat verdim...

Nihayet, senin ümmetin, birbirlerini helâk eder ve birbirlerini esir alır olmakta devam edecektir... ”

***

“Sizler bir canibi karada, bir canibi deryada olan bir şehir işittiniz mi?.. Sahabiler:

Evet, işittik, yâ Rasûlullâh?

− İshak oğullarından yetmiş bin kişi o beldeye gaza etmedikçe kıyamet kopmaz...

Bu gaziler o beldeye gelip, konakladıkları zaman, silah ile harp etmezler, ok da atmazlar... “Lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber” derler...

Bunun üzerine o şehrin iki canibinden biri düşer... Sonra ikinci defa;

“Lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber” diyecekler... Akabinde şehrin diğer canibi de düşecektir...

Sonra üçünçü defa bu sözü tekrar edecekler... Bunu takiben kendileri için bir gedik açılacak ve buradan şehre girecekler ve ganimetlere nail olacaklardır... Gaziler ganimetleri taksim etmekle meşgûl bulundukları sırada birdenbire imdat isteyen bir feryatçı gelir ve:

− Muhakkak DECCAL çıkmıştır, der!..

Bunun üzerine gaziler her şeyi terkederek geri dönerler...”(*)

(*)Şehrin bu fethinin kıyamete yakın ve Deccal’in zuhurundan evvel olacağı, çetin bir harp yapmaksızın, sadece zikir ile tahakkuk edeceği bildirilmektedir...

Bu hadîs-î şerîf ile ilgili gördüğümüz için Sultan Fatih ile bir velî olduğu nakledilen Akşemsettin arasındaki konuşmaya burada yer vermek istiyorum:

Sultan Mehmet’in çeşitli kimseler tarafından İstanbul gazasından menedilmek istendiğini duyan Akşemsettin, Sultan Mehmet’e şu bilgiyi verdi:

Evvela Kostantiniyye’yi Sultan Mehmet feth edecektir... Sonra Beni Esfer alır. Beni Esfer elinden de MEHDi alır... (Tezkiret’ül Evliya, Sayfa:161)(M.Z.K.)

***

Bir sabah Rasûlü Ekrem AleyhisSelâm Deccal’dan bahsederken, onu zem ve tahkir etti... Ve onun ne büyük bir belâ olduğunu belirtti... Öyle ki, biz onu Nahl civarında zannettik... Vakta ki O’nun yanına gidince, bizdeki hüzün ve teessürü anladı da:

− Size ne oluyor? dedi...

Rasûlullâh, sabahleyin Deccal’dan bahis açarak, onu tezyif ettiniz ve ne büyük bir belâ ve fitne olduğunu söylediniz... Hatta biz onun Nahl denilen yerde olduğunu zannetmiştik... dedik. Bunun üzerine:

− Sizin için en çok korktuğum Deccal’dan başkalarıdır... Sizin için, Deccal’dan daha çok başka şerrlilerden korkarım!..

Şayet Deccal, ben sizin yanınızda iken zuhur ederse, yalnız başıma onu cevap veremez hâle getirip,susturur ve davasını iptal edebilirim... Eğer ben aranızda değilken çıkarsa, artık herkes kendisini müdafaa edip, onun şerrinden korunmalıdır...

Zaten Allâhû Teâlâ, her müslümanı onun şerrinden himaye buyuracaktır...

Deccal, son derece kıvırcık saçlı, gözü dışına fırlamış bir gençtir... Ben onu sanki Katan oğlu Abdül Uzza’ya benzetiyorum... Her kim, Deccal’e yetişirse, ona karşı KEHF Sûresi’nin evvelinden ve âhirinden on âyet okusun... Bu âyetler, sizi onun tasallutundan korur...

Deccal, Şam ile Irak arasındaki yoldan çıkıp, Arapların üzerine yürüyecek... Öncülerini sağa sola gönderip, şerrlerinden hiçbir kimse emin olmayacaktır...

O zamanda mevcut olan ey müminler, dininizde sebat ediniz!..

Rasûlullâh, yeryüzünde ne kadar kalacaktır?..

− Kırk gün kalacak, bir günü bir sene, ve bir günü bir ay, ve bir günü de Cuma kadar... Diğer günleri de sizin günleriniz gibi olacaktır...

Rasûlullâh, bir sene hükmünde olan o günde, bize bir günün namazı kifayet eder mi?.. diye soruldu.

Rasûlü Ekrem:

− Hayır, kifayet etmez!.. Siz, ona göre namaz vakitlerini tahmin ve takdir ediniz... Her yirmi dört saati, normal günler gibi zamanlara ayırarak, beş vakitlik namazlarınızı kılınız...

Rasûlullâh, Deccal’in sürat-i seyri nasıldır?..

− Şiddetli rüzgâr önünde bulut sürati gibi mesafe kateder... Bir kavmin yanından geçer, onları, “Kendisinin Rableri olduğuna inanmaya” davet eder... Onlar da ona iman ve icabet ederler... O da bulutlara emreder, yağmur yağar; yere emreder, istidraç kabilinden otlar biter... Hayvanlar da meralardan fevkalâde besili ve sütlü olarak dönerler...

Sonra Deccal başka bir kavme gelir, onları da “Kendisinin Rableri olduğuna inanmaya” davet eder... Lâkin onlar bu daveti kabul etmeyip, reddederler... Ve tevhid dininde sebat ederler... Deccal onların yanından döner; bu defa o kavimden yağmur kesilir, otlar kurur... Mera olmadığı için hayvanlar da ölür... Mal namına ellerinde hiçbir şey kalmaz...

Deccal harap bir yere uğrar; oraya: “Define, madenlerini çıkar deyince!” deyince, bal arılarının beylerini takip ettikleri gibi, defineler de süratle Deccal’i takip ederler...

Sonra Deccal tam mânâsıyla kuvvetli bir genci tanrı olduğuna iman etmeye davet eder... Kabul etmediğinden dolayı öfkelenerek, o delikanlıya bir kılıç havale eder ki, hedefe atılmış ok gibi süratle, delikanlının vücudunu birbirinden bir hedef kadar uzak iki parçaya böler... Onu tekrar hayata kavuşturduktan sonra, yine tanrı olduğuna inanmaya davet eder... Delikanlı beşûş bir çehre ile güler...

− Bu adam nasıl iflâh olabilir?.. der.

Delikanlı bu vaziyette iken, Allâhû Teâlâ, Meryem’in oğlu Mesih (İsa)’yı gönderir...

İsa AleyhisSelâm, boyanmış iki hulleye bürünmüş, ellerini de iki meleğin kanatları üzerine koyarak Dimişk (Şam)’ın doğusundaki Minare-i Beyzâ’ya iner...

Başını eğince, hamamdan çıkmış gibi, tertemiz bir hâlde terler... Başını kaldırdığı zaman da, saçlarından inci taneleri gibi nûrânî damlalar iner... O’nun soluğunu koklayan kâfir mutlaka ölür... O nefes, göz alabildiği yere kadar uzanır...

İsa AleyhisSelâm Deccal’i aramaya koyulur... Nihayet onu Bâbı Lut’ta, Mescidi Aksa’ya yani Kudüs’e yakın bir yerde yakalar ve öldürür...

Sonra Hazreti İsa’nın yanına, Deccal’in şerrinden Allâh’ın muhafaza buyurduğu bir kavim gelir... İsa AleyhisSelâm, onlara ikram olmak üzere, yüzlerini mesheder. Onların korkularını giderir... Cennetteki derecelerini haber verir...

Bu sırada Allâhû Teâlâ, Hazreti İsa’ya şöyle vahyeder:

“Ben sana, itaat ve inkiyaf eden bir cemaat meydana getirdim. Hiç kimsenin onları öldürmeye gücü yetmez. O kullarımı Tur dağında muhafaza et” buyurulur...

5 / 72

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!