Müşriklere Son İhtar Veriliyor
İki ordu da Bedir kuyusu civarında yerleşmişti... Artık harp mukadder görünüyordu. Ancak Efendimiz AleyhisSelâm kazanacakları kendisine âyetle bildirilmesine rağmen, Kureyşlilerle, yani kendi kavmiyle savaşmak istemiyordu... Hâlâ onların hidâyet bulacağından ümidini kesmemişti...
Hazreti Ömer’i bu gaye ile müşriklere elçi olarak gönderdi ve şu teklifte bulundu onlara:
− Bu muharebeden vazgeçiniz ve geri dönüp, gidiniz!.. Bize, sizden başkasıyla savaşmak, sizinle savaşmaktan daha iyi gelir...
Müşriklerden Hakim bin Hizam, bu teklifi müsbet karşılayarak kavmine fikrini beyan etti:
− Ey kavmim, görüyorsunuz ki, Muhammed bize karşı insafla hareket ediyor... İstediğini, isterseniz kabul edelim. Eğer kabul etmezsek, bundan sonra asla bize insaf etmez...
Ancak Ebu Cehil bu isteğe şiddetle karşı çıktı:
− Bu fırsatı asla kaçırmamalıyız... Tanrı (!) bize onlardan öç alma fırsatı hazırlamıştır... Eğer bu fırsatı kaçırırsak, şüphesiz ki biz nankörlerden oluruz!.. Şimdi biz onlara hadlerini öyle bir bildirmeliyiz ki, bundan sonra ebediyen bize karşı ne bir öncü çıkarabilsinler, ne de kervanlarımızın yolunu kessinler!..
Ebu Cehil’in bu konuşması müşrikleri geri dönmekten tekrar vazgeçirmişti... Görüldüğü gibi müşrikleri müslümanlarla savaşmaya teşvik eden ve bu yoldan geri çevirtmeyen daima Ebu Cehil olmuştur ki, onun daha neler yaptıklarını beraberce takip edecek ve nihayet sonunu ibretle seyredeceğiz...
Kureyşli müşriklerin şimdi ilk olarak yapmaları lazım gelen bir işleri vardı ki, o da müslümanların hakiki kuvvetlerini tespit etmek... Bu gaye ile, araştırma mevzusunda büyük otorite olan Umeyr bin Vehb’e vazife verildi... Umeyr müslümanların bulunduğu karargâha imkân nispetinde yaklaşacak ve onların sayıları, teçhizatları ve manevîyatları hakında geniş bilgi toplayacaktı...
Süratle atına binen Umeyr doğruca İslâm karargâhına vardı ve çevresinde, müslümanlara gözükmeden geniş bir tur atarak onların durumunu tetkik etti... Tekrar arkadaşlarının yanına döndüğü zaman şu bilgiyi verdi:
− Sayıları tahminime göre üç yüz civarındadır... Belki üç-beş eksik yahut da fazla... Yetmiş develeri ile iki de atları var... Yiyecek durumlarının pek fazla olduğunu sanmıyorum... Bize göre en büyük avantajları su başında bulunmaları... Savaşı kısa zamanda bitiremezsek biz çok susuzluk çekeriz ki, bu da bizim için büyük dezavantaj olur...
Savaşçılarına gelince...Manevîyatları çok yüksek... Ölmeyi düşünüyorlar, kaybetmeyi düşünmüyorlar... Bu sebeple en az kendi sayıları kadar bizden adam öldürmedikçe onları yenebileceğimizi pek tahmin etmiyorum... Aramızdan bu kadar adam öldükten sonra ise, bana kalırsa kazanacağımız zaferin hiçbir tadı kalmayacaktır...
Eğer bana sorarsanız, yüksek manevîyatları ve harp teçhizatlarından başka bir şeyleri olmayan bu kişilerle savaşmayalım ve geri dönelim... Zira onları yensek bile bu zafer bize çok pahalıya patlıyacaktır ki, buna da değmeyecektir!
Umeyr’in verdiği bu rapor müşrikleri çok düşündürdü... Hakikaten Umeyr’in anlattığı gibi ise, savaşmak hiç de iyi bir şey olmayacaktı... Ancak, bu hususta karar, çok iyi düşündükten sonra verilmeliydi...
Yapılan toplantıdan sonra ikinci bir gözcünün keşfe çıkarılması ve onun dönüşünde anlatacaklarına göre esas kararın verilmesinde mutabakat hâsıl oldu... Ve bundan sonra Ebu Üsametül Cuşemi müslümanların karargâhının civarına keşfe gönderildi...
Cuşemi, pek uzun sürmeyen bir zaman zarfında keşfini yaptıktan sonra arkadaşlarının yanına dönüp, gördüklerinin hülâsasını bildirdi:
− Andolsun ki, bunlar savaşılacak bir topluluk değil... Zira ne doğru dürüst bir binekleri, ne teçhizatları, ne de arkaları var!.. Hepsi gene birkaç deve ile iki at ve ellerindeki silahlar...
Fakat manevîyatları öylesine üstün, öylesine üstün ki, ya ölecekler ya da zafer kazanacaklar!.. Bu durumda onlarla savaşmak bize ağır bir zarardan başka hiçbir şey kazandırmayacaktır!.. Artık buna göre esas kararı siz veriniz!..
Zaten dönme taraftarı olan Hakim bin Hizam bu anlatılanları işittikten sonra ayağa kalkıp, doğruca müşriklerin ileri gelenlerinden Utbe’nin yanına giderek ona şu teklifi yaptı:
− Yâ Utbe, sen Kureyş’in ileri gelenlerinden, sözü dinlenenlerindensin. Bundan sonra da öylece kalmak ister misin?.. Utbe hayretle sordu:
− İsterim elbette yâ Hakim!.. Teklifin nedir ki?..
Hakim bin Hizam ondan yapmasını istediği şeyi açıkladı:
− Halkı müslümanlara karşı savaşmaktan geri çevir!.. Böylece hem kimsenin burnu kanamamış olacak, hem de sen kavmini düşündüğün için onlarca daima sevilecek ve sayılacaksın!..
Utbe’nin aklı yatmıştı bu teklife... Zira gelen iki gözcünün de intibalarını dikkatle dinlemiş, netice olarak da, böyle yapılmasının daha iyi olacağını düşünmüştü... Ancak başlarında âdeta bir belâ olan Ebu Cehil vardı!.. Ya o ne derdi?..
Hakim’e şöyle konuştu kararını bildirmek için:
− Dediğin gibi yapalım... Zira nasıl olsa kervan da kurtuldu!.. Ancak sen şu Hanzaliyenin oğluna (Ebu Cehil’e) git de, onu da kandırmaya çalış!.. Yoksa biz bunu yapmayı yalnız başımıza başaramayız... İşte buradakilere de aynı teklifi yapıyorum...
Utbe bundan sonra ayağa kalkarak düşündüklerini açıkladı:
− Ey Kureyşliler!.. Beni dinlerseniz, Muhammed ve ashabı ile savaşmaktan vazgeçelim!.. Zira onlardan öldüreceğiniz her bir kişiyle, kendi amcanız yahut dayınız oğlunu öldürecek, yahut da kavminizden birisinin akrabasını vurmuş olacaksınız... Bundan sonra da kimin suratına hangi yüzle bakacaksınız?.. Bana kalırsa biz geri çekilelim ve O’nu diğer kabilelerle karşı karşıya bırakalım... Eğer O diğer kabilelere yenilirse, biz de O’ndan kurtulmuş oluruz!.. Yok eğer, O diğer kabilelere üstün gelirse, o zaman da biz O’nunla iyi geçinir ve aramızı bozmamış oluruz!..
Utbe böyle konuşurken Hakim de doğruca ikinci defa olarak Ebu Cehil’in yanına gitti ve onu razı etmek için Utbe’ye biraz evvel söyledikleri ile, Utbe’nin halka söylediklerini aynen anlattı... Sonra da kararını bekledi...
Ebu Cehil ise kendisine anlatılanları dinledikçe kızmış, kızarmış, âdeta bir hindi gibi şişinmişti... Olanca hırsıyla Hakim bin Hizam’a çattı:
− Senin de Utbe’nin de korkudan ciğeri şişmiş!.. Hem, oğlu da Muhammed ve ashabının arasında olduğu için onlarla savaşmak istemiyor... Andolsun ki, çarpışmadan buradan geriye dönmek yok bize!..
Ve Kureyşli müşriklerin arasında bu çeşit tartışmalar gitgide artan bir şekilde sürüp uzuyordu...
Bu arada Efendimiz AleyhisSelâm’ın sır katibi olarak bilinen Huzeyfetül Yemani (r.a.) yanında babası olduğu hâlde Bedir’e gelmekteydi... Gayesi müslümanlara katılmak ve müşriklerle harp etmekti... Ancak yolculuk sırasında kaderin bir cilvesi olarak müslümanların karargâhına gelmek için müşriklerin civarından geçerken, onların ellerine düşmüşlerdi...
Huzeyfe (r.a.) müşrikler arasında iyi tanındığı için, kimse ona bir şey yapmadı... Ancak, kendisine, Muhammed ve ashabına katıldığı takdirde, kendileriyle savaşmayacağına dair söz alarak serbest bıraktılar... Verilen söze göre, Huzeyfetül Yemani (r.a.) müslüman kuvvetlerine katılmayacak ve doğruca Yesrib’e gidecekti...
Bu şartlar altında serbest kalan Huzeyfe (r.a.) ve babası, doğru Rasûlü Ekrem Efendimiz’in yanına geldiler ve durumu, başlarından geçenleri O’na anlattılar...
Efendimiz AleyhisSelâm onların verdikleri sözü işitince, güç duruma düşmelerini önlemek için doğruca Yesrib’e gitmelerini buyurdu...