İşte bu anlayışla beynimizi değerlendirirsek...

Beyin; gerek göz görme sınırları içinde kalarak kendisine ulaşan dalgaları ve gerekse de bunun dışında, direkt olarak aldığı dalgaları değerlendirerek düşünür, hisseder, ve gerekirse hayal merkezini devreye sokarak görür!

Bu arada, her an, üretmekte olduğu ruh adı verilen dalga bedene de bu verilerini anında yükler!..

Bu arada hemen şu soruya cevap verelim...

“Ruh”, dalgalardan oluşuyor ise, bu dalgalar nasıl havada dağılıp gitmiyor da, bir arada kalıp, bir beden hâlini koruyor?

“Ruh” adı verilmiş bulunan beyin dalgaları hatırlayalım ki beynin ürettiği dalgalardan meydana gelmiştir. Beyindeki tüm özellikler, “ruh” adı verilen dalga bedene yüklenmektedir. Vücutta hücrelerin bir arada tutulmasını sağlayan “çekme” elektriği ve özelliği, aynıyla beyinde de vardır; ve beyin bu özelliği, gücü aynıyla ürettiği dalgalara yükleyerek, ürettiği dalgaların otomatik olarak bir arada bulunmasını temin etmektedir, dalgalarda oluşan o özellikle! Bu yüzdendir ki, insanın ölüm ötesi boyut bedeni olan dalga bedeni=ruhu, bir tekil yapı olarak, cennet boyutuna kadar devam edecektir.

Evet, konuyu fazla dağıtmadan gene gelelim görmenin göze dayanmayan bölümüne; hayaller kısmına...

Rüyalar buna girer... Halüsinasyonlar buna girer... Keşifler buna girer... Vahiyler buna girer... Yani, göz aracılığı olmadan görme türüne...

Rüyalar... Beynin veritabanının, gecenin içinde bulunulan saatlerindeki melekî=astrolojik tesirler altında, o tesirlerle ilgili konularına göre irrite edilmesi... Bunun sonucunda belli bir sentezin oluşması... Bu sentez sonuçlarının peyderpey, belli bir siklusla hayal merkezine ulaştırılması... Bu dalgaların, konuyla ilgili veri sûretleriyle birleşmesiyle de rüya yani görüntünün beyinde oluşması...

Rüyalar daima, beyin sentezlerinin sonuçları ve rü’yet merkezinde açığa çıkan beynin veritabanına GÖRE görüntü sembolleri olduğu için, konunun ehli kişiler tarafından yorumlanmasını yani sembollerin deşifre edilmesini gerektirir.

Halüsinasyonlar... Uyuşturucu kökenli veya cin kökenli olabilir... Kişinin beynindeki vehmi oluşturan devrenin, küçüklükten itibaren o kişinin beynine yerleşmiş yerel kültürle alâkalı verileri, uygun sûretlerle sembolleştirmesi sonucu olarak, o kişinin hayal merkezinde oluşan görüntülerdir. Beyindeki vehim (varı yok sayma, yoku var sanma) devresinin, bir uyuşturucuyla kimyasal yoldan, ya da dışardan gelen cin kökenli dalgalarla irrite olması sonucu, kişinin gerçek sandığı asılsız görüntülerle başbaşa kalması halüsinasyondur.

Keşifler... İki türlüdür; görüntülü veya görüntüsüz...

Genetik istidadın oluşturduğu veritabanının, sistemi okumaya yönelik bir şekilde çalıştırılması sonucu olarak; kişinin, yaşamında edindiği veritabanıyla da birleştirilmek suretiyle, sistemi “OKU”yabildiği oranda değerlendirebilmesi, keşiftir.

Eğer bu değerlendirmeler, kişinin beyninde, veritabanına, kültürüne GÖRE ve dayalı olarak, hayal merkezine transfer edilirse, bu tespitler sembollerle, hayal sûretleri şeklinde görülür; ki bu, yorumlanması gerekli olan keşif türüdür...

Hayal merkezine girmeden değerlendirme olursa, o zaman yoruma gerek kalmayan değerlendirmeler olarak, direkt keşif diye algılanır... Buna, “hissî müşahede” de denilir. Bu keşfin sonucunda, kişide, “ALLÂH Adıyla İşaret Edilen”in yaratmış olduğu, “Sistem ve Düzen”in işleyişine dair bilgiler elde edilir ve yaşanır.

Vahiyler... Ana olarak, görüntülü ve görüntüsüz diye ikiye ayrılır; görüntüsüz olanın da birkaç yan kolu vardır...

Vahiy, melek aracılığıyla oluşur... Bilinir ki, melekler aslında şekil ve sûretten berî varlıklardır. Ama buna karşın vahiy alan Nebiler; kimi zaman melekleri, örneğin Cebrâil’i bir insan sûretinde görmüşlerdir...

Bunun sebebi bize açıldığı kadarıyla şudur...

“OKU”ma sırasında, sisteme dair gerçekler, bazen, kişinin beyninde açığa çıkarken, o kişinin beyin gücüne ve veritabanına GÖRE, hayal merkezine yansıyıp; orada onun veritabanına göre sembollerle oluşmakta; böylece o kişi, bir sûret aracılığıyla o veriyi aldığını düşünmekte ya da işin gerçeğini bilmesine karşın, insanların anlayışına ters düşmemek için böyle açıklama yapmaktadır... Ve yine bu beyin, bazen aldığı veriyi ve beyninde oluşan bu sûreti o kadar güçlü olarak dışa yaymaktadır ki, çevresinde bulunanlar dahi, o dalgaları alarak aynı şeyi “görür” olmaktadırlar... Nitekim günümüzde, bunun değişik bir türü “UFO” görenlerde açığa çıkmakta; birinin beyninde oluşan görüntü, onun beyninden yayılan dalgalarla, aynı anda çevresindekileri etkilemekte; böylece hepsi de, dışarıda aynı şeyi gördüklerini sanmaktadırlar...

Keza, “OKU”yan Nebi ve Rasûller, bunu yaşadıkları o anlar içinde, genellikle, veritabanlarına uygun bir sûretle sembolleştirerek melekleri görmüşlerdir... Oysa biliriz ki, ne Cebrâil’in, ne Azrâil’in ne de diğer meleklerin somut bir varlığı ve sûreti yoktur, mücerred varlıklardır; yalnızca görenin veritabanına GÖRE sûretlenmiş olarak görülürler...

İşte bütün bu kısa bilgilerden sonra, fark edebiliyorsak eğer, önemli olan, görmek değil; ilmin beynimizde değerlendirilmesi; onun sonuçlarının hazmedilmesi; sonuçta, gereklerinin yaşanmasıdır.

Esasen bu konuda yazılacak çok daha incelikler, cevaplanabilecek çok daha sorular var; fakat bizim önce bu kadarını fark etmemiz gerekir... Ki bu da inşâAllâh daha yeni ufuklara ulaştırır bizleri.

 

20.9.1998
Antalya

38 / 60

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!