Denebilir ki, çevre onu bu şekilde şartlandırıyor?.. Bu hiç önemli değil! Mazereti ne olursa olsun bunun sonuçlarını yaşamaktan da hiçbir şekilde kendini kurtaramaz!
Sistemde mazerete yer yoktur!
Onun kendini cezalandırması, şu sebepten...
Çevre ona her şeyi verebilir, ama onun çevreden gelen bu bilgileri, erişebildiği en son ilmî verilere göre tetkik etmesi, araştırması ve ona göre değerlendirmesi gerekir.
Her şeyi körü körüne kabullenmeyecek; o aldığı bilgilerin gerçek olup olmadığını bilimsel veriler içinde araştıracak ve ondan sonra karar verecek.
Eğer bu tür bir çalışma yapmadan, körü körüne önüne her gelen bilgiyi kabullenirse, kendi kendisini diri diri mezara girmeye mahkûm etmiştir...
Mezar deyince, bunu yalnızca topraktan bir mezar olarak kabullenmeyin!..
Et-kemik bedenler de bilincin mezarıdır!
Dünya’da iken kendini mezardan kurtaramayan, âhirette de kendini mezardan kurtaramaz!
Bilincin, beden kaydındaki hâlinin bir tür mezar yaşamı olduğunu fark edememesi; onun, gelecekte bedenle birlikte, toprak mezarda hapis kalmasına yol açacak; daha sonra da kendi kabir âlemindeki kişisel yaşamına neden olacaktır.
Eğer Dünya’da yaşarken, et-kemik kabirden bilincini kurtaramazsan; ölüm denen olayla birlikte işe yaramaz hâle gelen madde bedeninle birlikte, kabre diri diri konursun; ki bu durumda, çifte mezar içinde hapis kalmışındır!.. Hem benlik, hem kabir!
Öyleyse, bize düşen, öncelikle yapmamız gereken şey, kendi gerçek varlığımızın ne olduğunu iyice kavramaktır!
Neyiz, ne değiliz, ne kadarız?.. Bunları çok iyi anlamak lazım...
Et-kemik beden değiliz ama, et-kemik bedensiz de bir şey yapabilmemiz mümkün değil!.. Şayet, et-kemik bedenin ihtiyacı olan gıdayı vermezsek, o et-kemik bedenin faaliyetleri ve girdileri ile yaşamına devam eden beyin, gerekli fonksiyonları icra edemez...
Hâlbuki, ölüm ötesi yaşamın kendisiyle devam ettiği ruh adıyla bilinen bir tür ışınsal-astral beden, bilincini ve tüm girdilerini beyinden alır. Öyleyse bedene, gerek duyduğumuz ölçüde ihtiyaçlarını vermek zorundayız. Ancak ne kadar?.. Beynimizin ihtiyaç duyduğu nispette!..
Beyin, bilincin oluşturucusu, aracıdır... Ancak, sadece aracı olmayıp, inşa ettiği yeni bedene kendindeki özellikleri yükleyicidir de! Sahip olduğu özellikleri ona kazandırandır.
Bunu bilerek bedenin ve dolayısıyla beynin hakkını, hakkıyla vermek gerekir... Ama, bedene esir olmadan!.. Bedenin istek ve arzularıyla bilincimizi bloke etmeden ve kayıt altına almadan!
Eğer bunu gerçekleştiremezsek, burada bazı karışıklıkların içine düşersek, konuyu tam hakkıyla anlayıp, gereken çalışmaları yapmaktan geri kalırız. Böyle bir geri kalışın getireceği zararlar da, kolay kolay şu anda idrak edilemez.