Sayfayı Yazdır

Çağdaş Bakışla Din

Değerli Dost;

Bu yazıda bazı yeni bakış açılarıyla karşılaşacaksın. Dileğimiz odur ki, bunlar üzerinde önyargısız olarak düşünür, araştırır ve ondan sonra da çevrenle tartışarak gerçeği fark edersin. Sonrası ise elbette senin bileceğin iş! Bize düşen, yalnızca kararına saygı duymaktır.

Dostum... USA Stanford Üniversitesi’nden ünlü bilim adamı nörofizyolog Karl PRIBRAM ve ünlü fizikçi Einstein’in öğrencisi David BOHM’un yaptığı araştırmalara ve bilimsel tespitlere göre;

EVRENİN ASLI, KUANTSAL YAPIDAN OLUŞAN ve HOLOGRAFİK ÖZELLİK GÖSTEREN BİR TÜMELLİKTİR.

BEYİN, titreşimlerden (dalgalardan) meydana gelen ve bir HOLOGRAF olarak çalışan kütledir.

Aynı şekilde, BEYİN de titreşimlerden (dalgalardan) meydana gelen ve bir HOLOGRAF olarak çalışan kütledir...

ÖLÜM, holografik bir boyuttan, başka bir holografik boyuta geçmek suretiyle bilincin yaşamının devamıdır.

Beyin, gıdalardan analiz yoluyla elde ettiği biyoenerjiyi bir tür ışınsal enerjiye dönüştürerek, “RUH” adı verilmiş olan ışınsal bedeni üretir. Aynı anda, tüm zihinsel fonksiyonlarını da titreşimler (anlamlı dalgalar) hâlinde, hem üretmekte olduğu bu ışınsal bedene yükler, hem de dışarı yayar.

Her beyin, kendi “RUH”unu ürettiği içindir ki, bedenden ayrılan bir “Ruh”un geri dönüp yeni bir bedene girmesi anlamına gelen “reenkarnasyon” görüşü, kesinlikle gerçek dışı aldatmacadır. (Reenkarnasyon, orijini itibarıyla Hindu inancıdır.)

İslâm’ın kutsal kitabı KUR’ÂN, “ölüm”ü “tadılacak bir olay” olarak tanımlarken; “ölümü tadan kimselerin dünyaya yeniden geri gelişini olanaksız” olarak vurgular Mu’minûn Sûresi’nde;

“Nihayet onlardan birine ölüm geldiğinde dedi ki: ‘Rabbim beni (dünya yaşamına) geri döndür. Tâ ki (önemsemeyip) uygulamadığım şeylerde (iman üzere yaşamda, kuvveden fiile çıkarmadıklarımda) sonsuz geleceğime yararlı çalışmalar yapayım!’... Hayır (geri dönüş asla mümkün değil)! Öyle bir şey söyler ki geçerliliği yoktur (sistemde yeri yoktur)! Arkalarında yeniden bâ’s olunacakları sürece kadar, bir berzah (boyutsal farklılık) vardır (geri dönemezler; reenkarnasyon da {ikinci defa dünya yaşamı} mümkün değildir)!” (23.Mu’minûn: 99-100)

Şimdi tekrar Holografik Evren konusuna dönelim biraz daha... Atomaltı parçacıkların bulutumsu hareketlerinin holografik özellik gösterdiği deneylerle tespit edilmiştir. BOHM’un tespit ettiği ilginç bir durum da, ATOMALTI PARÇACIKLARIN BİRBİRİ İLE İLİŞKİLİ olduğudur. Bu ilişki, parçaların bütün tarafından organize edildiğini ortaya koymaktadır.

Yani, atomaltı parçalar bağımsız değildir; “Gizli bir düzen” tarafından organize edilmektedir. İşte bütün bu araştırma ve incelemeler sonucunda BOHM, “Evrenin dev bir hologram olduğu” sonucuna vardı.

Holografik yapının özelliğine göre, varlığın tümünde olan her özellik, varlığın her zerresinde tam olarak mevcuttur. Her şey birbirinin devamı olarak süreklilik arz etmektedir; her şey, bir diğer şeyin taşıdığı tüm özellikleri bünyesinde barındırmaktadır ve aynı diğer “şey”dir. Varlık; bildiğimiz “evren” kavramı ötesinde, bölünmez, parçalanmaz, parçaların bütünü olarak meydana gelmemiş TEK bir yapıdır!

BOHM’un, kuantum açıklamasında yeni boyut dediği ve “KUANTUM POTANSİYELİ” diye adlandırdığı bu görüşe göre;

“Atomaltı parçacıklarda sâbit bir yer söz konusu olmadığından, uzayda her yer eşittir... Bu özelliğe mekânsızlık diyoruz. Bütün atomaltı parçacıklar birbiri ile ilişkili ve iletişimlidir. Holografik özelliğinden dolayı da küçük bir parçanın tümdeki bilgiyi taşıması, bilginin de mekân kavramı söz konusu olmaksızın tümde eşit olarak dağıldığını göstermektedir.”

Bütün bunların sonucunda ortaya çıkan gerçek, evrende mekânı olan herhangi bir yerdeki bir TANRININ varlığından söz edilemeyeceğidir.

Öte yandan İslâm’ın kutsal kitabı Kurân’a göre de, “TANRI YOKTUR, SADECE ALLÂH VARDIR”...

Bu “ALLÂH”, “AHAD”dır! Yani, öyle bir TEK ki, varlığı yanı sıra ikinci bir varlıktan söz edilemeyeceği gibi; O’nun parçaların birleşmesiyle oluşan bir tümel yapı olduğundan da söz edilemez; yani Panteist görüş bu yüzden “ALLÂH” ismiyle işaret edilen anlamı vermez!

Algılamaya GÖRE var kabul edilen her ŞEY, O’nun varlığıyla vardır; ne var ki O, şeylerin toplamı değildir! Gerçekte SADECE “O” VARDIR; evrendeki çokluk kavramını oluşturan şeyler, algılayanın algılama özelliğinden kaynaklanan bir sanı ve hayaldir!

Holografik bir tümellik olan ana yapı, bizim “Evren” değimiz hâlde algılanmak için, dilediği algılayıcıların dilediği kapasitelerinde göresel farklılıklar meydana getirmek suretiyle, “çokluk” görüntüsü oluşturmaktadır. Gerçekte, sadece “ALLÂH” vardır ve O’nun yanı sıra hiçbir şey yoktur!

Holografik kuantsal yapıya göre, her şey bilinçli ve hatta canlıdır! (Esasen bilimsellikte canlı-cansız kavramları artık bir değer ifade etmemektedir.)

Tümel yapıda, çok çeşitli titreşimlerin oluşturduğu çok farklı bilinçli birimler ve katmanlar mevcuttur. Biz insanlık, mevcut olan sayısız boyutlardaki sayısız katmanlardan yalnızca birini oluşturuyoruz.

Evrende yaşam, sayısız boyutlarda, çeşitli katmanlardan bir diğerine dönüşmeler ve boyut değiştirmeler şeklinde sürekli devam eder... İnsan adıyla işaret edilen bilinçli varlık da, çeşitli dönüşümlerle farklı boyutlarda yaşamına sonsuz bir biçimde devam eder.

Son Nebi Hz. Muhammed (aleyhisselâm) bu evrensel gerçeği kendi hakikati olan “ALLÂH”tan aldığı ilimle, sistemi “OKUMAK” suretiyle, 1400 yıl önce açıklamış; insanların tanrıya tapınmamalarını, “ALLÂH”ın TEK’liğini; insanların biyolojik beden boyutundan “RUH” beden boyutuna (bir tür ışınsal boyut) geçiş yaparak yaşamlarına devam edeceklerini belirtmiştir.

Bunun yanı sıra insanların geçecekleri bu yeni boyuta ancak dünyada iken hazırlanabilecekleri gerçeğine dayalı bir biçimde birtakım çalışmalar yapmaları zorunluluğunu da açıklamış ve bu konudaki önerileri bildirmiştir.

Nebi, bu konuda Allâh ADINA uyarılarını yapmış ve görevini tamamlamıştır. Artık O’ndan sonra hiç kimse Allâh ADINA konuşma ve yargılama yetkisine sahip değildir. Herkes ilmi kadar Allâh ve İslâm “HAKKINDA” konuşabilir; fakat “ADINA” asla!

Nebilerin önerileri, yaşamı ölüm ötesinde devam edecek olan insanadır, devlete değil! Ölüm ötesinde devlet yoktur, insan vardır! “İnsan kendisini ölüm ötesi yaşamın şartlarına hazırlasın” diye DİN gelmiştir.

Devlet rejiminin dinle alâkası yoktur; dinin muhatabı devlet değil, ferttir. Ferdin muhatabı da, dinî ünvan veya etiketli kişiler, kuruluşlar, teşkilatlar, topluluklar değil, bizâtihi, dini kendisine tebliğ eden Rasûlullâh Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’dır.

İslâm Dini’nde Kurân’a göre “zorlama yoktur”!..

Kişiye, ölüm ötesinde kendisine yarar sağlayacak öneriler yapılmıştır; isteyen bunları gönül hoşluğuyla değerlendirir, isteyen de aldırmaz; sonuçlarına ölüm ötesi yaşamda da kendisi katlanır!.. Zorlama, iki yüzlülük ve münafıklığı oluşturur ki, bu da İslâm’da yerilmiştir.

İslâm’daki öneriler bir “paket” değildir!

Yani, “Ya hepsini yaparsın, ya da hiçbirini yapma!” anlayışı, tümüyle İslâm dışı bir anlayış ve anlatıştır. Herkes bu önerilerden gücünün yettiği kadarını yerine getirir, bu kazancıdır; yapamadıkları ise eksiği...

Din’de, para karşılığı yapılan her çalışma geçersizdir! Para ödenmediği takdirde yapılmayacak olan bütün fiiller, para için yapılıyordur ki, bunlar asla ibadet sayılmaz.

İslâm Dini’nde, din adamları sınıfı yoktur! Kişi ile, bildirimi yapan Rasûl arasına; hangi dinsel hüviyet ve etiketi taşırsa taşısın, kimse giremez! Kimse, Rasûl dışında bir şahsa tâbi olmakla mükellef değildir. İslâm Dini, hiçbir fert veya kuruluşun kaydında veya tekelinde değildir. Herkes kendi dinini orijinal kaynaklarından aslına uygun şekilde öğrenmek, bildiklerini elinden geldiğince uygulamak durumundadır. Yanlış bilgilenen kişi, bunun sorumluluğunu yüklenir ve bu, asla mazeret olmaz!

İbadet adı verilen çalışmalar, beyin gücünün, bir tür ışınsal yapı olan bedenine, yani ruhuna yükleyeceği bilgi ve enerji ile ilgilidir.

İbadet adı altında, Rasûl tarafından bize ulaştırılan her çalışma, tümüyle bilimsel gerçeklere dayanır. Kesinlikle, yukarıdaki, ötemizdeki bir tanrının gönlünü hoş etme amacına dönük değildir. Evreni yoktan var kılan Allâh İsmiyle İşaret Edilen’in, insanların hiçbir çalışmasına ihtiyacı yoktur. Aldığın gıdalar, nasıl bedenin bir ihtiyacını karşılama amacına dönükse; ibadet adı verilen çalışmalar da, senin ölüm ötesi yaşamının ihtiyaçları ile ilgilidir. Beyin gücünün, bir tür ışınsal yapı olan bedenine, yani ruhuna yükleyeceği bilgi ve enerji ile ilgilidir.

Yapılan tüm ibadetler, fiziksel ve zihinsel yanlı yararlar olmak üzere ikiye ayrılır. Fiziksel yanın yararları, zihinsel çalışmaları güçlendirerek, beyin kapasitesini artırır ve dolayısıyla ruhu kuvvetlendirir.

Zikir denilen kelime tekrarları, holografik esasa göre varlığında mevcut olan evrensel özellikleri -Allâh isimlerinin mânâlarını- beyin kapasitesini artırmak suretiyle sana fark ettirir. Beyin kapasitesini ve enerjisini artırır. Mesela; Allâh’ın irade sıfatının adı olan “Müriyd” isminin belli bir sayıda tekrarı, kişinin irade kuvvetini artırır. “Kuddûs” isminin, “Müriyd” ismi ile birlikte tekrarı; kişinin her türlü kötü alışkanlıklardan arınması sonucunu doğurur. Sert mizaçlı, insanları kıran, taşkın, kontrol problemleri olan sinirli kişiler, “Haliym” ismini tekrarlamaları sonucu, kısa zamanda hoşgörülü hâle gelirler.

Bunlar hep, beynin bu frekanslarda, beyin hücrelerini programlamasıyla gerçekleşir. Bu olay, bilimsel olarak yeni ispatlanmış ve Scientific American adlı ünlü Amerikan bilim dergisinin 1993 Aralık sayısında John Morgan imzasıyla yayınlanmıştır.

Beyinde kapasite genişledikçe, kişi, açığa çıkan özelliklerinin hakikati olan Allâh’ı daha iyi fark edip tanımaya başlar.

Allâh; ötede bir tanrı değil, evren ve içindeki her şeyi kendi varlığıyla, ilmiyle, ilminde, “yok” iken “var” kılan, yüce varlığın adıdır. Holografik esasa göre, her zerrede tümüyle, -tasavvufa göre, zâtıyla, sıfatıyla, isimleriyle- mevcuttur.

Zikir denilen kelime tekrarları, varlığında mevcut olan evrensel özellikleri -Allâh isimlerinin mânâlarını- beyin kapasitesini artırmak suretiyle sana fark ettirir.

Biz, bu yolda yapacağımız çalışmalarla ne ölçüde beyin kapasitemizi geliştirirsek, o kadar Allâh’ı varlığımızda bulur, O’na erer, O’nu fark ederiz.

Evrende sayısız dalga boyları katmanlarında, sayısız bilinç türleri vardır. Dünyamızda bu alt katmanda yaşayan canlı türlerinin bir kısmına da, dinde “Cin” adı verilmiştir.

Bunlar kendilerini, iletişim kurdukları insanlara, geçmişte yaşamış insanların veya evliyaların ruhları, ya da uzaylılar olarak tanıtıp, onları aldatmaktadırlar.

Bunların en büyük hilesi de İslâm dışı, Hint anlayışı olan reenkarnasyonu, kendilerine tâbi olanlara kabul ettirmeleridir. Bütün amaçları, insanların ölüm ötesi ışınsal yaşam boyutuna, güçsüz, “ruh” denilen bir tür ışınsal bedenlerle geçmelerini sağlamaktır ki, böylelikle onları o boyutta da esir alabilsinler. Bunun için de cinler, Kur’ân öğretisinden uzaklaştırıcı bilgilerle insanları şartlandırırlar...

Büyücülük ve cincilik, tümüyle İslâm dışı bir olgudur!.. Kur’ân bunu reddeder.

İslâm Dini’nde ilk ana prensip, Rasûlullâh tarafından şöyle konulmuştur:

“Sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz; kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız!”...

İslâm Dini’nin en büyük düşmanları, dinden görünüp, şartları olabildiğince zorlaştırarak, insanları İslâm’dan, Allâh ve Rasûlünden uzaklaştıranlardır. Bunlar, ölüm ötesinde, Rasûlullâh’ın değil yüzüne bakmak, yanına yaklaşamayacaklardır.

Tamamıyla bilimsel gerçekler üzerine bina olunmuş İslâm, geldiği zamandaki şartlar nedeni ile pek çok konuda “mecaz”, benzetme yollu sembollerle anlatılmak zorunda kalındığı için, günümüzde, mantıksal bir temele oturtulamamakta ve bu yüzden de inkâra gidilmektedir. Oysa konu, ön yargısız ve bilimsel bir bakışla irdelenirse, görülecektir ki İslâm, bırakınız çağımızı, daha birkaç asır sonrasının bilimine dahi ışık tutacak gerçekleri ihtiva etmektedir.

Ne var ki, olayın yüzeyinde kalan bazı insanlar, ön yargılı biçimde, bilimsel ya da düşünsel boyuttaki gerçekleri tartışmak yerine, peygamberin bedensel, o devrin şartlarına, örf ve âdetlerine uygun düşen yaşam biçimi ile ilgilenerek, kısacık ömürlerini dedikodularla israf etmektedirler.

Bizim için önemli olan; dikkatle ve gerçekçi bir biçimde olayları değerlendirmektir...

Kur’ân nâzil olmadan önce, o toplulukta bir erkek, çok sayıda kadını mal gibi (!) alıp satarken, bunları çocuklarına miras bırakırken; Kurân’ın, erkekleri, azami dört eş ile sınırlaması ne kadar büyük bir devrimdir, acaba farkında mıyız?..

Yirmi beş yaşında iken, 40 yaşında dul bir kadın ile evlenen; yirmi beş sene yalnızca onunla beraber olan; 50 yaşında iken yalnızca 65 yaşındaki bu hanımla yaşayan bir Zât’ın, kadına düşkünlüğünü hangi normal akıl sahibi öne sürebilir?..

Hz. Muhammed’in Varlığın özü, aslı, hakikati, “Allâh”ı bildiren “Rasûlullâh” oluşunu değerlendiremiyorsak; hiç olmazsa, ölüm ötesi sonsuz yaşam saadetine vesile olma göreviyle gelen “Rasûl” oluşunun yüceliğini fark edelim de, işin dedikodusunu bir yana bırakalım.

Fark edelim ki, O yüce Zât, ne dünya saltanatı sürmek, ne din devleti kurmak, sosyal ya da iktisadî düzen getirmek; kısacası, insanların dünya saltanatı sürmelerini sağlamak için gönderilmemiştir!

İnsanların ırkı, dili, rengi ne olursa olsun, O’nun için hiç önemli değildir. O’nun için önemli olan tek şey, insanların bilgisizlik yüzünden ölüm ötesi yaşam gerçeğini fark edememeleri ve o yaşama hazırlanamayarak, bu gafletten büyük zarar görecek olmalarıdır.

Çağdaş insan; ilme açık, yeniye açık, ön yargısız dinleyen ve okuyan, fikirleri tartışmaktan kaçınmayan, her şeyi mantıksal bütünlük içinde irdeleyen insandır.

Evet dostum...

Çağdaş insan; ilme açık, yeniye açık, ön yargısız dinleyen ve okuyan, fikirleri tartışmaktan kaçınmayan, her şeyi mantıksal bütünlük içinde irdeleyen insandır...

İslâm Dini de, orijinali itibarıyla, özellikle çağdaş aydın insana hitap edecek özelliklere sahiptir. Öyle ise, siz de İslâm Dini’ni, çağdaş aydın ve düşünürlerin maddi kazanç kaygısından uzak olarak hazırlanmış eserlerinden araştırarak değerlendiriniz.

Bu yazıda, en son bilimsel veriler eşliğinde Kur’ân ve Rasûlullâh görüşlerine dayalı din öğretisine dayanan bazı verileri fevkalâde özet bir şekilde ulaştırmaya çalıştık. Aslında bu konuları, bütün detayları ile, ve akla gelebilecek tüm soruları cevaplayabilecek bir tarzda kaleme almış olduğumuz kitaplarımızda, derinlemesine okuyabilirsiniz.

Dünya’ya ikinci bir geliş şansımız olmadığına göre, bu yaşamı çok iyi değerlendirmek zorundayız!..

Dileriz ki, yarının bazı gerçekleri karşısında, bugün yaşadıklarımızdan, ve yaptıklarımız veya yapamadıklarımızdan pişmanlık duymayalım.

Allâh, yaşamın gerçeklerini bize fark ettirsin, idrak ettirsin.

Allâh kolaylaştırsın...

AHMED HULÛSİ

1999

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Yazıyı İndirebilirsiniz!