Oysa Kurân’ın önyargısız ve şartlanmasız “OKU”nması hâlinde görülecek en keskin gerçek, insana “şirk” anlayışını terk ettirecek ipuçlarını vermesi ve bu realite doğrultusunda bilincini arındırmasının yolunu öğretmesidir. Çünkü insan, yaratılış özelliği dolayısıyla ölümsüzdür! “Ölümü yalnızca tadar” ve çeşitli “Bâ’s” aşamalarından geçerek “ölümsüz” olarak sonsuza dek yaşamına devam eder!
Ölüm, kişinin kıyametinin kopup, beden perdesinin kalkarak kendi hakikatini müşahede etmesi ve daha sonra da bunu hayatında ne kadar değerlendirebildiğinin sonuçlarını yaşamaya başlamasıdır. Çalışmamızı “OKU”manız sırasında bunu net göreceksiniz.
Bu yüzdendir ki...
İnsan, kendi hakikatini tanımalı, kavramalı, yaşamını buna göre değerlendirerek, “Hakikatinden” kaynaklanan “kuvveleri” değerlendirerek “cennet” yaşamını kazanmalıdır; “Rabbi” elvermişse! Rabbine yönelmek ise dışa değil; kişinin kendi hakikatindekine yönelmesi diye anlaşılmalıdır ki salâtın ikamesi yani namaz da bunun yaşanmasıdır içe dönük bir şekilde.
Bu noktada şunu iyi anlamak zorundayız...
“Yenilen” isimli kitabımda çeşitli yönleriyle açıklamaya çalıştığım şekilde; evren içre evrenler tanımlamasıyla tanımladığımız yapı, hakikati itibarıyla, “çok boyutlu tek kare resim” veya “holografik Tekil bilgi - enerji okyanusudur” tüm boyutlarıyla, bize göre! Bu okyanus, her damlasında tümünün özellikleri mevcut olan bir okyanustur! Kuantum Potansiyeldir!
Rasûlullâh (AleyhisSelâm)’ın da “Zerre küllün aynasıdır!” uyarısı ile açıkladığı gibi.
“Hazreti Muhammed’in Açıkladığı ALLÂH”isimli kitabımda detaylarıyla anlatmaya çalıştığım şekilde, “ALLÂH” ismiyle işaret edilen yanı sıra veya “dûnunda” yani kavram, kapsam ya da başka herhangi bir ölçütle denkliği söz konusu olabilecek ikinci bir varlık mevcut değildir.
Bu gerçek dolayısıyladır ki Kurân’da “İkinin ikincisi” olarak tanımlanan Hz. Ebu Bekir ve Hz. Âli’den günümüze uzanmış düşünce ve müşahede zincirinde yer almış kemâl sahipleri hep aynı realiteyi dillendirmişlerdir: “Allâh var, gayrı yok!” İşte bu yüzdendir ki, “HAMD” sadece Allâh’a ait bir olgudur! Kendi kendini değerlendirmek durumundadır, gayrı olmadığı için!
“Şirk” aslı olmayan, “vehmedilen” bir kavramdır!
İnsanlar, “vehimleriyle” bu olguya düşerek, “çokluk algılanması ardındaki gerçek Tek’lik”ten perdelenirler! Bunun sonucuysa, kendini yalnızca madde beden kabul ederek yaşamak, ölüp yok olup gitmek (küfür); ya da benliği yanı sıra gökte veya derûnunda bir tanrı kabullenmektir (şirk)!
Oysa Kur’ân ve Rasûlullâh açıklamalarına dayalı Allâh ehli müşahedesine göre işin aslı şudur:
Kendisinden gayrı mevcut olmayan “HÛ”, İlminde (ilim boyutunda), İlmiyle, “El Esmâ ül Hüsnâ” tanımlamasıyla işaret edilen özelliklerini (Kuantum Potansiyel), “İlmini” seyretmiştir... Bu seyrin başı ve sonu yoktur. “HÛ”, bu seyrettikleriyle kayıtlanıp sınırlanmaktan münezzehtir (âlemlerden Ganî’dir).
İşte hakkında konuşulan âlemler ve içindeki her şey, “El Esmâ” seyri mertebesinde, seyrin oluşumuyla; ”yok” iken “El Esmâ” özellikleriyle ”var” olmuştur!
Hakkında söz edilen her şey, “Allâh isimleri” diye kısaca bahsedilen ve “El Esmâ” ile işaret edilen özelliklerin sanki bir bileşim şeklindeki açığa çıkışlarıdır. Tıpkı, yüz küsur atomun değişik bileşenler hâlinde algılanan sayısız madde ve canlı türlerini meydana getirmesi gibi.
Belki şöyle de diyebiliriz... Zaman ve mekân ötesi yapı olan Kuantum Potansiyel, “Esmâ” ile işaret edilen özellikleri itibarıyla kendi kendini “seyr” hâlindedir ve durum bundan ibarettir. Hz. Âli’nin “İlim bir nokta idi, onu cahiller genişletti” UYARISIise; “nokta” diye işaret olunan “Kuantum Potansiyel”in, algılayana göre algılananları meydana getirmesidir ki; bu algılayanlar “cahil” olarak tanımlanmıştır.