Öncesinde, kılınmışsa, cenaze namazımın kılındığını göreceğim...
Etrafımda bağrışan ağlaşanları göreceğim... Görmeye devam edeceğim.
Sonra beni, diri diri yani şuurum yerinde aklım başımda ama beden benim için kullanılmaz bir hâldeyken (out of order!) o mezara koyacaklar...
Üstüme o toprakları atacaklar!
Ve ben bütün bunları göreceğim...
Sonra o mezar boyutundan da “Kabir âlemi”me geçeceğim...
İşte bu olaya, “ÖLÜMÜ TATMAK” demiş Kur’ân!
Hz. Rasûlullâh da, kişinin ölümü tattıktan sonra çevresini görmeye devam ederek mezara konulduğunu, mezara konulduktan sonra çevresinde kendisine seslenenleri duyduğunu anlatıyor ve diyor ki Hz. Ömer’e;
“Bugünkü, şu anki, Dünya’dan ayrılmadan evvelki aklın–idrakın–şuurun–bilincin neyse, kabirde de o idrakla, o akılla, o bilinçle, o şuurla, yaşamına devam edeceksin yâ Ömer!”
İşte bu yüzden de Bedir savaşında ölmüş, toprağa atılmış, üstü kapatılmış, yani mezarlara gömülmüş insanlara gidip hitap ediyor ve o mezardakilerin ölü olduğunu sanan dışarıdaki kişiler “Bu ölülere nasıl hitap ediyorsun, seni duyarlar mı yâ Rasûlullâh?” diye sorduklarında da;
“Evet... Onlar sizden daha az duyar bir hâlde değiller. Yani sizden daha iyi bir şekilde benim bu seslenişimi duyuyorlar ve düşünüyorlar, benim dediklerimin doğruluğunu da tasdik ediyorlar!” diyor.
Yani kabre konan kişi ölü değildir, diridir, akıllıdır, idraklıdır, şuurludur!
Ancak onların, bedeni kullanma, beden üzerinde tasarrufları olma hâli artık kalktığı için, bedenleri kullanılmaz hâlde olduğu için, oradan bize ulaşamamaktadırlar! Buna karşın, bizim onlara olan bütün yönelişlerimiz kendilerine ulaşmaktadır!
İşte bu esastan dolayı da, “Acaba faydamız olur mu?” diye, mezara konmuş kişiye dışarıdan telkin yaparlar!!!
“Ölüm” dediğimiz olayla birlikte yaşamın yeni bir boyutuna geçiyoruz.”
Tabii yeni bir boyuta geçtiğimiz süreçteki bedenimiz, eskilerin “RUH” dedikleri veya bizim bugünkü ifadeyle “astral beden” dediğimiz veya “ışınsal-holografik beden” dediğimiz bir bedenle!
Ama işin çok önemli bir noktası var, göz ardı etmememiz gereken...
O da, “Ruh” adı verilen bu “ışınsal-holografik beden”in şu anda Dünya üzerinde yaşarken kendi beynimiz tarafından inşa edildiği gerçeği!
Yani biz, ölüm ötesi yaşamda kullanacağımız bedenimizi, “ışınsal” veya “holografik beden” dediğimiz bedenimizi şu anda, bu Dünya üzerinde yaşarken, bu biyolojik beynimizle inşa etmekteyiz!
İşte “Dünya âhiretin tarlasıdır; burada ne ekersen onu biçersin”in bir başka mânâsı:
Burada ektiğin, ürettiğin, inşa ettiğin bedenini orada kullanacaksın!
Orada senin, artık bedeninin şartlarından şikâyet etme şansın yok! Çünkü “bu bedenin özelliklerini sen Dünya’dayken kendin seçtin ve o özellikleri kendi beyninden üretmek suretiyle elde ettin!” gerçeğiyle karşılaşacağız.