Sayfayı Yazdır

Kendimizi Kandırmayalım!

Belki birkaç ay buradayım, belki birkaç sene! Hiç bilemiyorum... Allâh bilir...

Ancak, ortada bir gerçek var!

Az çok kitapları okudunuz, kasetleri seyrettiniz ve dinlediniz. Bu ilmi aldınız.

Yarın, öbür gün, kendi başınıza kalacaksınız.

Kendi başınıza kaldığınız zaman, bu ilmi ne kadar tatbik edip, uygulayıp, nereye kadar gidebileceksiniz?

Bunu bir düşünün!

Birine dayanarak yürümek güzel bir lüks, rahatlık, ama kendi başınıza kaldığınız zaman acaba ne olacak? Bunu hiç düşündünüz mü?

Yaşamda insan, tek başına bu dünyaya geliyor ve tek başına çekip gidiyor!

Tek başınıza bu dünyadan çekip gitme durumunuzda ne olacak?

Şeytan, en büyük şeytaniyetini insanları birbirleriyle uğraştırmak suretiyle ortaya koyar.

Günümüzün büyük kısmını, dikkat edin, “falanca böyle yapmış, filanca şunu demiş, Ahmet bunu yapmış, Ayşe böyle demiş...” diyerek geçiriyoruz.

Bu şekilde geçirdiğimiz her dakika ve saat, şeytana kulluk etme ve ona tapınma hâlindeyiz demektir.

Allâh bizleri, birbirimizle uğraşmak, birbirimizin dedikodusunu yaparak ömür tüketmek için yaratmadı.

Önemli olan, falancanın, filancanın ne yaptığı değil, senin kendi geleceğine dönük bir biçimde ne yaptığındır.

Hiç kimseye hiçbir şey zorla verilmiyor.

Eline geçeni alırsın, işe yarıyorsa değerlendirirsin; işine yaramıyorsa değerlendirmezsin! Benim yolum, kendi doğru yolum bu dersin, kendi yolunu kendin çizersin...

Ama, şu önümüzde kalan kısacık zamanı başkalarının hakkında konuşarak tüketecek kadar lükse hiçbirimiz sahip değiliz!

Ölüm sonrası yaşamı ne kadar biliyoruz ve bu yaşama kendimizi ne kadar hazırlıyoruz?

Sualler bu kadar basit!

Eğer, bir daha dünyaya gelip yapmadıklarını yapma şansın yoksa; ki bu durum kesin bir hükümdür! Eğer şu Dünya’da geçireceğin vakit, daha sonraki sürecin milyarlarca ve milyarlarca sene sürecek boyutuna göre okyanusa dalmış bir kuşun gagasındaki damla kadar az ve kısa ise!

Ve sen, geleceğini sadece bu süreç içinde kazanma şansına sahip isen!

Hâlâ daha dedikodu ile, gıybet ile, etraf hakkında konuşmakla vaktini harcayacak lükse sahip olduğunu mu zannediyorsun?

Aklı olan, zorunlu konuşmanın haricinde kalan tüm vaktini “zikir” ile değerlendirir, tespih ile değerlendirir.

Nerede olursa olsun, abdestli veya abdestsiz, her hâlükârda zikir yapılabilir.

Öyleyse yapılacak şey, yanlışlardan en kısa zamanda dönmektir.

Fazilet, yanlışını idrak ettiğin anda kendine itiraf edebilmek ve onun gereğini uygulayabilmektir.

İnsan, dün ile oyalandığı takdirde, yarınını kaybeder. Yarınını kazandırmayacaksa, dünden bahsetme!

“Asr Sûresi” bunu anlatır.

“Hak olanı, gerçek olanı, sana bir şeyler kazandıracak olanı elde et, kendinde oturtmaya çalış ve bunları yapma-gerçekleştirme konusundaki güzellikleri çevrene de tavsiye et!”

Kurân’ın uyarısı bu!

Yeryüzündeki hiçbir değerin ölçemeyeceği, içinde yaşamakta olduğumuz zamanı süratle yitiriyoruz. İçinde yaşamakta olduğumuz zaman, yeryüzünde hiçbir değerin ölçemeyeceği konumdadır.

Ölüm ötesinde; “ahh...” diyeceksin, “neden bir nefesi dahi boşa harcayıp zâyi ettim?”...

Bana ne! Falanca ne yapmışsa, yapmış! Ben bunları konuşayım diye gelmedim ki dünyaya!

Onu bunu konuşayım derken geçen bunca zamanda neler yitirdim? Neleri elde edebilirdim?..

Bir adam yemeğini yemiş, sofrada bir dilim ekmek bırakmış; ona, ne müsrif insan, diyoruz.

Yalnız o adam değil, hepimiz istisnasız müsrifiz, iflâstayız! Çünkü, içinde yaşadığımız anları, ölümden sonraki hayatta bize yararlı olacak şekilde değerlendiremiyoruz.

Ne kadar büyük bir yanlıştır ki, zikri veya ibadeti sadece câmiye ve seccadeye tahsis etmişiz. Onun dışında kalan zamanın hepsini de dedikoduya, gıybete ayırmışız!

Televizyon seyreder, dedikodusunu yaparız; gazete okur, dedikodusunu yaparız; komşuya gider, dedikodusunu yaparız; iki kişi bir araya gelir, hemen dedikoduya başlarız!

“Ölmüş kardeşinin çiğ etini yemek” diye bahsedilir bu olay yüce Kitabımız Kurân’da...

Ölen kardeşini kim sofraya koyup, etini kesip, üzerine tuz-biber ekip, yanına da turşu alıp yer? Kimse böyle bir şeye kalkışmaz!

Ama Kurân, gıybeti-dedikoduyu, “ölmüş kardeşinin çiğ etini yemek” diye tasvir ve tarif ediyor...

Mevlâna’nın bir sözü var:

“Ben kötüysem, kötülüğümle gittim, cancığazım!

Kendi yaptığımın neticesi ile karşılaşacağım.

Ben iyi isem, benim iyiliğimin de sana bir faydası yok!

Sen kendin için ne yapmadasın?”

13 / 76

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!