“Bence şöyle olsa daha iyi” diyordum, gençliğimde...

Ne zaman ki kafamdaki kabaca şirkten kurtuldum, artık; “Bence şöyle olsun” demeyi de bıraktım.

Olan olayları, olduğu gibi kabullenmekten başka çaren yok! Suçlayanlar, şirke girer! Suçlama olduğu yerde, mutlaka şirk vardır!

Kur’ân hükmüne göre:

“Allâh, şirk koşanın ibadetlerini geçerli kılmaz!” Temelinde şirk olan hiçbir ibadet geçerli değildir!

Öyleyse, şirkten kendinizi korumanız için mutlaka suçlamayı bırakın!

Bildiklerinize yanlış gelen bir davranışla karşılaşırsanız deyin ki:

“Ben bu işin doğrusu olarak bunu biliyorum. O konuda benim bildiğim budur. Ama, sen gene de nasıl istiyorsan öyle yap!”

Bildiğiniz doğruyu söyleyin. Ve, işiniz orada bitsin! Kimseyi hiçbir zaman, hiçbir şekilde kırmayın, incitmeyin ve zorlamayın!

Bilin ki :

Herkes, “Allâh” kendisini hangi gaye ve amaçla yarattıysa, o amaca dönük biçimde gereken fiilleri ortaya koyarak fıtrî kulluğunu yerine getirmektedir.

İlminizi paylaşın ama, kesinlikle hiç kimseyi hiçbir şeye zorlamayın!

İnsanların bir çoğu, biraz da nefsine pâye vermek, kendini yüceltmek amacı ile karşısındakine tahakküm etmek ister, hükmetmek ister. Kendi isteklerini ona zorla kabul ettirmek ister, onun arzusu hilâfına... Bu, onda basîretin henüz açılmadığını gösterir.

“İslâm Dini”nin açıkladığı sistem ve düzende zorlamaya yer yoktur!

Kur’ân dahi, insana birtakım çalışmaları teklif yollu getirmiştir. Şunları şunları yaparsanız, sizin hakkınızda hayırlı olur denmiştir.

Allâh’ın hükmüne, emrine karşı gelebilecek herhangi bir yaratılmış söz konusu değildir.

Buna rağmen, Allâh, insanlara, emir ve hüküm yollu bunu yapacaksın dememiştir! “Teklif” yollu talepte bulunmuştur. “Bunu yaparsanız, sizin için hayırlıdır” diyerek...

Farz diye bildiğimiz ibadetler dahi tekliftir. Teklif olduğu için de zorlamaya yer yoktur.

O kişi teklifi kabul eder veya etmez, sonucuna da katlanır!

Bu yüzdendir ki, Dünya’nın hangi ülkesinde ve neresinde olursa olsun insanların hiçbir şeye zorlanması doğru değildir, yanlıştır!

Ayrıca güçlü olanların ya da güçlü toplulukların, güçsüz olan topluluklara zorla birtakım şeyler yaptırması, Allâh’ın sistem ve düzenini inkâr mânâsına gelir!

Bunları çok iyi anlayın lütfen!

Benim görevim, derdim, bulunduğum yerdeki rejimi değiştirmek, oradaki insanları değiştirmek ve oraya İslâmî hükümleri ZORLA uygulatmak değil ki!

Ben Allâh’a iman ediyorsam bu imanımın gereği olan yaşamı yaşayıp, dünyadan çeker giderim.

“Arkadaş sen, bu kadar yıldır bu konularla uğraşıyor, araştırma yapıyorsun. Bu konudaki fikrin, kanaatin nedir?” diye soran olursa; onun sorduğu kadarıyla, ben de bir şeyler biliyorsam, bildiğimi naklederim. İşte benim yapacağım iş bu kadardır. Bunun ötesi beni ilgilendirmez!

Çünkü, “DİN”, zaten ferde tebliğ edilmiştir!..

Bu sözün iki önemli anlamı vardır...

Dinin devlet rejimi ile alâkası yoktur. Yani kişi hangi rejim ve siyasî idare şekli altında yaşarsa yaşasın; o, kendi dinî inançlarının gereğini kendi bünyesinde yaşamak durumundadır. Dolayısıyla, onun, toplumu dinî kurallara göre zorlayarak yönetmek gibi bir görevi yoktur!

“Din ferde hitap eder, din kişinin geleceğini ilgilendiren şartları bilmektir” demek; kişinin dine karşı muhatap olduğunu veya bir başka ifade ile kişinin Allâh’a ve Allâh Rasûlüne muhatap olduğunu kabul etmek demektir.

“Din”i tebliğ eden kim?

Allâh Rasûlü!

Dolayısıyla kişi Allâh Rasûlüne muhataptır.

Ben, şu anda lütfetmişsiniz, yorulmuşsunuz, buralara kadar gelmişsiniz; sizlere bildiklerimin gerekenini, icap eden kadarını naklediyorum...

Ama ben, sizin “dinî” muhatabınız değilim. Sizin muhatabınız, Allâh Rasûlüdür! Size dini tebliğ edendir!

Dolayısıyla “Din, fert içindir” in mânâsı; “Fert, tek başına Allâh Rasûlüne muhatap olacaktır, O’na karşı bu bildirime gerekli önemi verip vermemesi dolayısıyla mesûldür” demektir.

Dolayısıyla da, kişi ile Allâh Rasûlü arasında bir din adamı sınıfı mevcut değildir!

Birtakım kişiler, kendilerini din adamı kabul ederek, din adamı sınıfını oluşturup, “Din”i tekellerine almaya kalkıyor; insanlarla Rasûl ve Nebiler arasına girip, bir katman meydana getiriyorlarsa, bu yanlıştır!

İnsanlar, böyle asılsız bir katmana değer verip yönelmenin sonucudur ki, bu bilgisizliğin pahasını da oldukça ağır bir biçimde ödüyorlar.

İşte İran’da din adamları sınıfı... İşte Suudi Arabistan’da din adamları sınıfı...

“Din adamı”, “ilâhiyatçı” vs. tâbirlerinin “Din”de yeri yoktur!

Efendim, falanca din profesörü, falanca müftü, falanca şeyhülislâm, falanca hoca, yok bilmem ne molla???

67 / 76

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!