“…Her diri şeyi sudan (H2O’dan) oluşturduk” (21.Enbiya’: 30)

Dendiğine; ve Dünya üzerinde bulunan her canlı sudan var olduğuna göre, insan da sudan meydana gelmiş bir varlıktır!..

İnsan, bu Dünya’da var olduğuna ve Dünya’nın çekim alanına tâbi olduğuna göre; insan beyninin ürettiği “holografik dalga beden” yani bilinen ismiyle “RUH” da bu Dünya’nın manyetik çekim alanına bağımlıdır!..

Öte yandan yine insan beyninde öyle bir özellik mevcuttur ki, şayet bu özellik faaliyete geçerse, o kişi neticede Dünya’nın ve Güneş’in çekim alanından uzaklaşarak, uzaydaki sayısız yıldızların boyutsal derinliklerinde oranın şartlarına uygun bir bedenle “cennet” yaşamına ulaşabilir.

Kişinin, şayet beynindeki antiçekim dalgası üreten devre açılmış ise, “NÛR”lu bir dalga bedene, yani “Işınsal bedene” sahip olacak; ve böylece de “nûru” yani “enerjisi” nispetinde hızlı bir şekilde kurtuluşa erecektir.

Eğer bu kişinin beyni, antiçekim dalgalarını üretip ruhuna yükleyemez ise, “nûr”u yetersiz olduğu için, önce Dünya’nın daha sonra da cehennemin güçlü çekim alanından kendini kurtaramayacak ve ebedî olarak Güneş’in içinde kalacaktır!..

Zaten daha sonraki safhada Güneş, Mars dâhil yörüngesin­deki beş gezegeni yutacak ve bundan sonra da büzülerek bir nötron yıldızı hâline gelecektir.

Bu sebeple de içinde kalan nesnenin dışarıya kaçması imkânsız olacaktır. Bu olayı çok daha tafsilâtlı olarak İNSAN ve SIRLARIisimli kitabımızda okuyabilirsiniz.

“Cehennem” vasfıyla tarif edilen Güneş’te yaşayan canlı varlıklara, yani dindeki tâbiriyle “zebânî”lere gelince... Ellerine düşenleri perişan edici, aşağılayıcı, azaplandırıcı, dolayısıyla “zebûn edici” vasfıyla isimlenen “zebânîlere” gelince...

Nasıl, Dünya üzerinde insanlar veya Dünya’da ve uzayda yaşayan cinler var ise; onlar gibi her gezegende ve yıldızda da yaşayan varlıklar vardır!.. Dolayısıyla Güneş’in de kendine has, ışın yapılı sâkinleri mevcuttur. İşte bunlar Kur’ân-ı Kerîm’de “zebânî” diye tarif edilmişlerdir... Bu isimle adlandırılmışlardır!..

Bizler nasıl Dünya üzerinde yaşayan varlıklar olarak, elimize düşen güçsüz varlıklara istediğimizi yapıyorsak; aynı şekilde Güneş’in içine gidecek insanlara da, Güneş’in canlıları olan “zebânî”ler, oranın şartları içinde diledikleri­ni yapacaklardır... Ki bu davranışlar insanlara eziyet ola­caktır.

“RUH”, yani “holografik ışınsal beden” Güneş’in içine gittiği zaman, oradaki yüksek radyasyonun etkisiyle deforme olur, eğrilir, büzülür, yanar(!), fakat yok olmaz!.. Bunun misali, rüyada, bedeninin ezilip-büzülmesi, kırılması, yaralanması, parçalanması ertesinde yeniden yaşamına aynen devam etme­sidir.

İşte “cehennem” denen Güneş’in içindeki yaşantıda da, dalga beden tahrip olur, ezilir, uzar, genişler, yassılaşır, yıpranır, yanar ve akabinde eski hâline döner... Ve bu durum tekrar tekrar sürer gider.

“Azabı daha fazla hissetmeleri için derileri (dışsal bağlılıkları dolayısıyla) yandıkça yerine yeni deriler (dışsallıklar) oluşturacağız.” (4.Nisâ’: 56) meâlindeki âyeti kerîme işte bu anlattığımız olayı teyid eder.

Esasen burada çok iyi anlaşılması gereken bir husus vardır...

GÜNEŞ’İN “CEHENNEM” OLUŞU, ATOMALTI BOYUTU İTİBARIYLADIR!

Nasıl bizim bir biyolojik, maddi, atomüstü boyuta ait bir bedenimiz varsa ve buna karşılık bu bedenin dalga, atomaltı boyuta ait “İKİZİ” mevcutsa; aynı şekilde Güneş’in de bir atomaltı boyuta ait ışınsal ikizi mevcuttur ki, işte esas “CEHENNEM” oluşu o boyutu itibarıyladır.

Ve bu sebepledir ki biz şu anda bu bedenin duyularıyla cehennemi göremeyiz!.. Tıpkı atomaltı boyuta ait ışınsal türler olan insan ruhlarını, cinleri ve melekleri göremeyişimiz gibi!

Buna karşın, madde beden yaşamından “ruh beden=dalga beden” yaşamına geçmiş kişiler ise hem ortamlarına geçmiş oldukları ruhları görürler, hem o ortamda yer alan cinleri görür­ler, hem de o boyutun meleklerini görürler.

Ve dahi cehennemi, içindeki canlıları tıpkı yanıbaşlarını seyrediyormuşcasına seyrederler. Çünkü ruh görüşünde mesafe kavramı yoktur!

İşte dinde bahsedilen, ölümü tatmış kişilerin kabir âlem­lerinde cehennemi seyretmeleri olayı bu şekilde gerçekleşir... Bu konunun tafsilini İNSAN ve SIRLARIkitabımızda bula­bileceksiniz inşallâh...

Keza, “Samanyolu” dediğimiz yıldızlardaki cennetler dahi, bu görünen madde yanları itibarıyla değil; algıladığımız madde yapılarının atomaltı boyutunu teşkil eden dalga ikizleri itibarıyladır!

Ne var ki, bugün bizim madde beden algılayıcılarımıza göre içinde bulunduğumuz ortam nasıl madde kabulümüzü oluşturuyorsa; aynı tarzda, o boyutta da içinde bulunduğumuz ortam -şu an bize GÖRE dalga boyut olmasına rağmen- bize madde ortam olarak gelecektir.

Buna karşılık “cennet”ler denilen sayısız gezegenlere giden holografik dalga bedenler (ruhlar) ise kendi türünden olan oradaki sayısız varlıklarla görüşüp konuşmak, ilişki kurmak; orada kendisindeki üstün güçler dolayısıyla dilediği gibi tasarruf edebilmek imkânına kavuşacaklardır!..

Âdeta tâbiri câizse, o gittiği gezegenlerin tanrısı(!) gibi olacaktır!

37 / 51

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!