Bi-izni-hi

Rasûlullâh Sünneti’nin Sünnetullâh olduğunu önceki yazılarımızda açıkladıktan sonra, gelelim “Sünnetullâh” oluşumundaki bazı insana ait gerçeklerin işaretlerine...

Önce “Bismillâh” hakkında bir iki söz...

Kelime-i Tevhid’i idrak ettikten sonra, bunun yaşamda uygulanmasının cenneti getireceğini fark edebilen kişiye, Allâh Rasûlü’nün en büyük hediyesi “B–ismi–Allâh–er–Rahmân–er–Rahıym” anlayışıdır!

Bunun anlamını idrak edene, fıtratı kadarıyla, en yüksek cennet yaşamı nasip olur! İnsanın, eşrefi mahlûk oluşu, bu kelimelerin anlamını idrak edip yaşama, istidat ve kabiliyetinden dolayıdır! Bu ancak, saîd olarak dünyaya gelmişler arasından, mukarreblere ait bir şereftir.

“Bismillâh” çekilesi bir şey değil, yaşanılası bir olayın, dille ifadesidir! Hakkıyla Kelime-i şehâdet’i dillendirmek de ancak bu durumdakiler için mümkündür! “Muhakkıkîn” denilen tahkik ehli de bunlardır sadece ikân sahipleri olarak! Biz ise genelde iman yollu takliden tekrarlarız bu cümleleri ve böylece cennet umarız Rabbimizden!

Gelelim bir diğer önemli konu olan şefaat meselesine...

Rasûlullâh kimlere şefaat eder veya etmektedir? Eğer bu dünyada şefaat ulaşmamışsa, sonrasında fayda eder mi? Veya, bizler bir diğerimize ne kadar yardımcı olabiliriz?

Hangi şartlarla şefaatten yararlanmak mümkündür?

İşte bu konuda Âyet’el Kürsî’deki bir cümleyi hatırlayalım; zira kişide ALLÂH’ın tasarrufu nasıl açığa çıkmaktadır ve dış etkiler veya şefaat bu tasarrufu ne kadar etkiler sorusunun cevabı buradadır.

“...men zelleziy yeşfeu indeHÛ illâ Bi–iznihi...”

“...Kim şefaat edebilir ‘Bi–izni–hi’ olmadan!..” (2.Bakara: 255)

Diyeceksiniz ki niye başını Türkçe yazdın da “Bi–izni–hi” kelimesini Arapça orijinaliyle bıraktın?

Konunun sır noktası işte o kelime de onun için!

Şefaat yani yardım, ancak kişinin fıtratı o işe elveriyorsa geçerli olabilir!

“B–izni–H”...

Bismillâh açıklamasında belirttiğim üzere Kur’ân-ı Kerîm’i sırlarına ermek için okumak istiyorsak, öncelikle “B” anahtarını kullanmak zorundayız. Bu sır anlaşılmaz ise, hep yukarıdaki bir tanrıdan, ötedeki ya da ötendeki bir tanrıdan söz edildiğini düşünürüz. Ne yazık ki, mevcut Kur’ân çevirilerinin neredeyse tamamında ve hatta orijinalinde mevcut olmasına rağmen güncelleştirilmiş Kur’ân tefsirlerinde “B” harfinin anlamı gözardı edilip, yer verilmemiş ve bu çok çok önemli anlama hiç işaret edilmemiştir!

Oysa...

“B–izni–H” işareti, kişinin hakikati olan Esmâ terkibine (isimler bileşimine) işaret etmektedir burada!

Bu durumda bu âyetin anlamı şu olur:

“Nefsinin hakikati olan Esmâ mertebesinden açığa çıkan kuvve olmaksızın (Bi-iznihi) O’nun indînde kim şefaat edebilir...”

Nitekim bu gerçekler bakın şu âyetlerde nasıl vurgulanmaktadır:

Yevmeizin lâ tenfeuş şefa’atü illâ men ezine lehür Rahmânu ve radıye lehu kavla O gün şefaat fayda vermez... Sadece Rahmân’ın izin verdiği ve sözüne (illâ Allâh diyen) razı olduğu kimse müstesna! (20.Tâhâ: 109)

“...Iste’ıynû Bi-llâhi...”

“…Allâh’tan (Ulûhiyeti dolayısıyla hakikatinizden; benliğinizi oluşturan El Esmâ’sındaki kuvveden) yardım isteyin…” (7.A’raf: 128)

“Ya eyyühelleziyne amenû Aminu Billâhi...”

“Ey iman edenler, ‘B’ harfinin işaret ettiği anlam ile iman edin Allâh’a…” (4.Nisâ’: 136)

Ve minenNâsi men yekulü amennâ Billâhî ve Bil yevmil âhıri ve mâ hum Bimu’miniyn İnsanlardan bir kısmı “B” işareti kapsamınca (varlıklarını Allâh Esmâ’sının oluşturduğu inancıyla) Allâh’a ve âhiret süreçlerine (sonsuzluk içinde, kendilerinden açığa çıkanın sonuçlarını yaşayarak yer alacaklarına) iman ettiklerini söylerler; ne var ki imanları gerçekte bu kapsamda değildir! (2.Bakara: 8)

Kul ya eyyühenNasü inniy Rasûlullahi ileyküm cemiy’anilleziy leHU mülküs Semavati vel Ard* lâ ilâhe illâ HUve yuhyiy ve yümiyt* fe aminu Billâhi ve Rasûlihin Nebiyyil Ümmiyyilleziy yu’minu Billâhi ve kelimatiHİ vettebi’uhu lealleküm tehtedun De ki: “Ey insanlar... Kesinlikle ben hepinize gelmiş Allâh Rasûlü’yüm... Semâların ve arzın mülkü ‘’nundur! İlâh yoktur sadece ‘’! Diriltir, öldürür! Bu yüzden iman edin, Esmâ’sıyla nefsinizin dahi hakikati olan Allâh’a ve Ümmî Nebi olan O Rasûl’e ki O, Esmâ’sıyla nefsinin dahi hakikati olan Allâh’a ve O’nun bildirdiklerine iman eder. O’na tâbi olun ki hakikate erdirilesiniz.” (7.A’Raf: 158)

Feemmelleziyne amenû Billâhi va’tesamu Bihi feseyüdhıluhüm fiy rahmetin minHU ve fadlin ve yehdıyhim ileyHİ sıratan müstekıyma Esmâ’sıyla her şeyin aslı olan Allâh’a iman edip, O’na hakikatleri olarak sımsıkı tutunanlara gelince, onları ’dan bir rahmetin ve fazlın içine sokacak ve onları kendisine varan sırat-ı müstakime hidâyetleyecektir. (4.Nisâ’: 175)

Velev şâe Rabbüke leamene men fiyl Ardı küllühüm cemiy’a* efeente tükrihün Nase hatta yekûnu mu’miniyn Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa, elbette hepsi toptan iman ederdi... Olayın gerçeği bu iken; sen, iman etmeleri için insanları zorlayacak mısın? (10.Yûnus: 99)

Ve ma kâne li nefsin en tu’mine illâ Biiznillâh* ve yec’alürricse alelleziyne lâ ya’kılun Kendisini yaratan Allâh Esmâ’sının bileşimi elvermedikçe, bir nefs için iman etmek mümkün değildir! (Allâh) aklını değerlendirmeyenlerde (düşünsel) pislik meydana getirir! (10.Yûnus: 100)

İşte bu yüzdendir ki:

Ma aler Rasûli illel belağ* vAllâhu ya’lemü ma tübdune ve ma tektümun Rasûle düşen sadece tebliğ etmektir! Allâh, açığa vurduklarınızı da içinizde gizlediklerinizi de bilir. (5.Mâide: 99)

“Lâ ikrahe fidDİYN...”

“‘DİN’de (Allâh yaratısı sistem ve düzeni {Sünnetullâh} kabul konusunda) zorlama yoktur!..” (2.Bakara: 256)

İşte bu yüzdendir ki, şefaat yani yardım, ancak kişinin fıtratı o işe elveriyorsa geçerli olabilir!

Fıtratı meydana getiren Fâtır isminin özelliği dahi, kişinin Rabbi olan ve Rubûbiyet boyutunu oluşturan kendi yapısındaki Esmâ mertebesinde yer almaktadır!

Feekım vecheke liddiyni haniyfa* fıtratAllâhilletiy fetaren Nase aleyha* lâ tebdiyle li halkıllâh* zâliked diynül kayyimü, ve lâkinne ekseranNasi lâ ya’lemun Vechini (şuurunu) Hanîf olarak (tanrıya tapınmaksızın, Allâh’a şirk koşmaksızın) o Tek Din’e yönelt! O Allâh Fıtratı’na (beynin ana çalışma sistem ve mekanizması) ki, insanları onun üzerine (o ana sistem ve mekanizmayla) yaratmıştır! Allâh yaratışında değişme olmaz! İşte bu, Din-i Kayyim’dir (sonsuz geçerli Sistem, Sünnetullâh’tır)... Ne var ki insanların çoğunluğu (bu gerçeği) bilmezler. (30.Rûm: 30)

Evet, günümüzde keşfedilen holografik gerçeklik ile “Zerre küllün aynasıdır” uyarısının işareti burada çakışmaktadır.

NOKTA’dan meydana gelen açı içindeki Rahmâniyet sıfatının işaret ettiği anlamın açığa çıkışı... Bu zuhurun üretkenliği ile meydana gelen Rahıym’den, “arş” isimli evrensel doğurganlık -algıladığımız madde boyutunda değil- ile tüm Esmâ mertebesinin sonucu oluşan mânâlar hâsıl olmakta; ve Kürsî, “Rubûbiyetin tahakkuk ve tahakküm mertebesi” olarak açığa çıkmaktadır!

Küll, bu arada, aynıyla zerreye yansımış olduğu için de; zerrelerde yani birimlerde, Rabbin, yani Esmâ terkibinin getirisi hükmü, kademe kademe kişinin semâvatından bedene nâzil olmaktadır!

Evren tek bir canlı gibidir sanki tüm boyutsallıklarıyla; ya da evren içre evrenleriyle!

Bu her birimde böyledir ki, işte holografik gerçeklik bu sistemi anlatır.

Allâh Rasûlü’nün “Zerre küllün aynasıdır” cümlesiyle özetlediği gerçek kanaatimce bunu anlatır.

Zerre itibarıyla, zerre ve küllden söz edilirken; İlmi ilâhîde, hepsi Tek bir nefs olarak yer alır!

Buna;

“‘HÛ’ ki, sizi TEK bir nefsten - benlikten (makro planda: Hakikat-i Muhammedî - Akl-ı evvel; mikro planda: insanlık şuuru - Akl-ı küll) yarattı...” (7.A’raf: 189)

Onların hepsi, kıyamet sürecinde O’na TEK olarak gelir. (19.Meryem: 95)

Âyetleri işaret eder.

Yani, ilmi ilâhîde “zerreler” yoktur “TEK bir yapı” söz konusudur. Bunun idrak edilmesi herkes için kolay olmayabilir.

Evren tek bir canlı gibidir sanki tüm boyutsallıklarıyla; ya da evren içre evrenleriyle!!! “Ruh-u Â’zâm” da demişlerdir buna...

Peki ya bu muazzam yapıda, “insan”ın varoluşunu, özelliklerini ve işlevini idrak edebilecek miyiz?..

Gelecek yazımızda da kalem elverdikçe bu konuya değineceğiz inşâAllâh.

 AHMED HULÛSİ

15 Temmuz 2005

Raleigh – NC, USA

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Yazıyı İndirebilirsiniz!