Ölüm ötesinde insanlar, Dünya’da edindikleri bilgiler, edindikleri şartlanmalar ve kendilerini tanımaları ölçüsünde, davranışlarını otomatik olarak ortaya koyarlar. Aynen uykuda gördükleri rüyada olduğu gibi!..
Zevkler ve acılar da bu otomatik davranışların tabii sonucu olarak duyulur.
Eğer insan, kendini tanımış, kendindeki kuvvetleri idrak etmiş ve bunları değerlendirmesini öğrenmiş ise, karşılaştığı hâllerde otomatik olarak bu kuvvetlerini kullanarak, her şeyin üstesinden gelir ve bu da ona tabii olarak zevk verir. İşte o zaman hayatı sembolik ifade ile, cennet hayatı şeklinde tanımlanabilir.
Ama o insan, şu hayat içinde kendini tanıyamamış, kendinde mevcut kuvvetleri bilememiş; şartlanmalardan doğan değer yargılarıyla yoğrulup, öz cevherini bu yolda boşa harcamıştır; ölümden sonraki hayatta da her şeyi bu ölçüler içinde karşılayacağı için, yaşamı devamlı kendine ters gelen olaylar içinde geçer; ve bu yüzden de sürekli acı çeker!.. Bu, sembolik ifadesiyle, cehennem hayatı olur kendisi için... Ancak, ayrıca fizik olarak da, kendisine azap verecek bir ortam içindedir.”
“Sonsuz olarak böyle mi devam eder ölüm ötesi hayat?..” diye Gönül sordu:
“Hayır!.. Sonsuz denecek kadar uzun bir zamandan sonra; her insansı karşılaştığı hâllere karşı değer yargılarını değiştirmeye başlar; ve böylece de o şartlanmayı terk etmekten ötürü kendisindeki bir kuvveti tespit eder. Bu kuvvetlerin tam olarak bulunması hâlinde ise yaşamı acılı bir yaşam olmaktan çıkarak, zevkli bir hayata dönüşür. Ama dediğim gibi bu sonsuz denecek kadar uzun bir süre alır...”
“Elf bütün bunları sen nasıl bilebiliyorsun?” diye Cem merakla sordu...
“Size bedensel yapınız ve şartlanmalarınız dolayısıyla örtülü olan bu gerçekler, aslında bize tamamıyla açıktır... Çünkü dediğim gibi gerçeğin örtüsü tamamıyla, göresel değerlerle şartlanmalar ve bilgisizliktir. Bizde ise şartlanma diye bir şey olmadığı gibi; tekâmülümüz de sadece bilgi birikimiyle meydana gelir. Bu sebeple de evrenin sırlarına bizim vâkıf olmamıza şaşmamak gerekir…”
“Peki, kendini tam olarak bilebilen bir insan neler yapabilir?” diye Gönül sordu bu defa:
“Suyun veya toprağın altında hiçbir şey yemeden içmeden ve nefes almadan aylarla kalabilir; ateş onu, istediği zaman, yakmaz; dilerse su üzerinde yürür veya havada uçar; dilediği anda, dilediği yerde olan olayı yanındaymışçasına seyredebilir veya o olaya müdahale edebilir! Hatta ve hatta bütün bunlardan öte olarak, bir ölüyü diriltip, bir süre yaşatabilir...”
“Ama bu tanrıya mahsus değil midir?..”
“Size bugün için şöyle söyleyeyim...
Kozmik bilinç, kendisini insanlara ayna yapmıştır!.. Veya daha anlaşılabilir şekilde söyleyeyim, insanlar ‘Mutlak Tek’in kuvvetlerine bir aynadır! İnsanlar, kendilerini tanıdıkları ölçüde, Kozmik bilince ait olarak bilinen kuvvetler ve özellikler, insandan aşikâra çıkar.”
“Dur bir dakika lütfen, bu noktada!..” diye, Cem, Elf’in sözünü kesti... Kafası oldukça karışmıştı...
O güne kadar okuduklarını, öğrendiklerini, duyduklarını kafasından resmî geçit olarak geçirdi... Ne demek istiyordu Elf?..
Baktı ellerine, yere, karşıya kütüphaneye...
Dalgın dalgın sonra söze girdi:
“Şimdi bizim panteist görüş vardır... Bu âlem gerçekte, sayısız parçaların birleşmesinden meydana gelmiş bir bütündür, der... İnsan da bütünün bir parçası... Her şey doğar, büyür ve ölür... Tabiat kendi kendini idare etmekte, ihtiyaç duyduğunu meydana getirmekte, gerek kalmayanı da imha etmektedir... Evrende geçerli olan, doğanın kanunudur, der panteist görüş... Tanrı fikrini de reddeder!..