Kolay; zira karşısındaki akıl birimlerinin hiçbiri, hiçbir şeyle şartlanmış değildir!..
Zor; tam saf ve ilkel aklı, tümel akıl hâline getirerek, evrenin ve tümel aklın sırlarına sahip hâle getirmek; ilkel varlıkların anlayamayacağı, hatta hayal bile edemeyeceği bir iştir!..
Neyse, biz şimdi dönelim Elf’in ilk imtihanına...
Elf, bazı kutsal noksanların tesiri altında Aynha’nın ilk sorusunu bekliyor...
Ya sorduğu meseleyi çözmekte güçlü çıkamazsa! O takdirde, seyahatler en azından bir gün daha ileriye atacaktı... Yani Dünya yılıyla bin yıl ileriye!.. Az mı zamandı bir gün!..
O, bu fikirlerde gezinirken, çağırdı kendisini Aynha:
“İlk soruna hazır ol Elf!..”
“Buyur Aynha!.. Seninleyim!..”
“Evren, tümel aklın eseri olduğuna göre, evrendeki bir kısım varlıkların ilkelliklerinin sebebi nedir?”
Elf bir an durdu!.. İdepya’lıları düşündü... Oradan Kurgas dize yıldızlarını fikir gözüyle seyretti... Oradan, karşı galaksi Samanyolu’na geçip Güneş uydularını fikretti ve sonra Dünyalılara dair aldığı bilgileri derleyip topladı... Sonra, Setrilileri düşündü...
Tümel aklın tüm haşmetinden, akıldan mahrummuşcasına yaşayan primitif varlıklara kadar...
Evet, bu primitif varlıklar dahi, nasıl oluyordu da tümel aklın bir eseri ve kemâli olabiliyordu...
Bu çok zor sorunun cevabını hemen dizeledi...
“Tümel akıl için, ilkellik veya gelişmişlik diye bir şey mevzubahis değildir. O sadece, her an yeni bir şey icat eder ve dilediği düzene göre bunu ortaya çıkartır. Ancak bu ortaya çıkardığı şeylerin her biri kendisi için aynı değerdedir. Onlar arasındaki fark, o şeyle diğerleri arasında, birbirlerine göredir!.. Yani, değerlendirmeler tamamıyla göreseldir! Tümüyle bir isimlendirmeden ibarettir. Gerçek mânâdaki farklılık, değişkenlik; bilimsel açıdan ‘değerlendirme’ olarak ifade edilir. Ve bu da ifadeye çalıştığım gibi tamamıyla göresel (izafî)’dir… İşte bu yüzden, birimsel mânâda her ne kadar değerlendirme mevcut gibi görünürse de; kendilerini birimsel hüviyetten kurtarıp, tümel aklın aksettiricisi hâline getirenlerde, her birim eş ölçüde tümel aklın bir icadıdır.”
Aynha aldığı cevabı yeterli bulmuştu...
İkinci soruyu verdi:
“Birimlerin azap ve mutluluğu, tümel aklın aksettiricisi olmalarına rağmen nasıl olabilir?.. Tümel akıl için azap veya mutluluk mevcut mudur?.. Mevcut ise nasıl olur?.. Mevcut değilse, her şey ondan aksettiğine göre azap ve mutluluğun kaynağı nedir?..”
Elf, oldukça çapraşık olan bu soru karşısında da bir an durdu; o güne dek gelişmiş bulunan bellek denizindeki bütün fikir adacıklarını gezindi... Gerekli bağlantıları kurması hiç de güç olmadı ve hemen cevabını dizeledi gene...
“Azap veya mutluluğun kaynağı, birimlerin, birimsel varlıkları içinde birbirlerine bakmalarından; ve bu bakış açısından doğan değerlendirmelere saplanmalarından doğar!.. Birimlerin, birimsel varlıklarının bilinç boyutunda mevcut olmadığını fark etmeleri ve varlıklarının, tümel aklın aksettiricisi olduğunu idrak etmeleri nispetinde de, azap veya mutluluk kavramı varlığını tüketir; ve bütün birimler, ‘eş değer’ ifade etmeye başlar. Ancak, bu da, aksettiricideki tümel aklın görüntüsü ölçüsünde olur! Birim, kendisinde ve dışında, her şeyde görünenin tümel aklın bir eseri olduğunu fark ederse, her şeyi bir gözle görür ve artık onun için tüm zıtlar yok olur... Sadece, tümel aklın bir gözüyle diğer gözünü seyrettiği aşikâr olur.”
Gelişme sürecine oranla, Elf’in verdiği bu cevap da yeterli sayılabilirdi.