Nebat (bitki) düzeyinde olanda ise, hareket etkendir. Bu da tamamıyla şartlanmalar ile yaşar, ancak hareket, onda kendini ortaya koyar... Bir şeyler yapmak ister... Ancak bütün bunlar, şartlanmalar veya bedensel zorunluluklar doğrultusunda ortaya çıkar... Âtıllık burada yerini hareketliliğe terk etmiştir... Bunda şartlanmalar ölçüsünde ve istikametinde bedenî zorunluluklara doğru hareket görülür çoğunlukla... Bu da insansıdır!
Hayvan düzeyindeki görünüm insansıya gelince... Bunda da etken olan şartlanmalar, bedenî zorunlulukların en iyi şekilde giderilmesi yolundadır. Devamlı hareket hâlindedir ve her bir hareketinden amaç da, daha iyi yemek, içmek, daha çok cinsel münasebetlerde bulunmaktır. Bu yaptıkları, şartlanmaların hükmü altında olarak, bir gayedir kendisi için... Sadece kendisini veya kendisiyle birlikte çok sevdiği birisini düşünür...
İnsan düzeyindekine geldiğimizde ise; onun durumu çok farklıdır. Öncekilerde olanlar, onda da vardır; ancak bunlar, onun yaşamında diğerlerinde olduğu kadar geniş yer tutmaz. Bedenî zorunluluklar sonucu olarak, belli bir ölçüde yapar yaptıklarını. En önemli taraf da, bunlar gaye değil, vasıtadır. Gayesi ise, kendisinin ne olduğunu bilmek, çevresinde gördüklerinin aslının ne olduğunu anlamak, geleceğinin ne olacağını görebilmektir.
İşte bu düzeye ulaşmış olanlar, ‘insan’ kavramına ‘ilk basamak’ olarak hak kazananlardır. Bu idrak düzeyindeki, gelişme kapsamı oranında öz yapısına erişir ve en sonunda, şayet kapasitesi müsait ise, bizler gibi tümel aklın tam bir aksettiricisi olabilirler.
‘İnsan’ genel adıyla tanınan türdeki çeşitli sınıfları, sana şöyle bir örnek ile de açıklayabilirim...
İnsan sûretinde bazı birimleri göreceksin ki; boyunlarının üstünde sanki baş yoktur!.. Kuru bir, başsız gövde gibidirler... Bedensel dürtülerinin doğrultusunda yer-içer, çiftleşir ve gözlerinin gördüğüne sahip olmak için yaşar, geçerler...
Bir kısım insanlar da vardır ki onların boyunlarının üzerinde sanki baş yerine bir teyp cihazı vardır... Onlarda bir öncekilerin yaptıklarına ilaveten, çevreleri kendilerini nasıl şartlandırırsa, o istikamette yaşarlar... Tıpkı bir android gibi!.. Çevreleri kendilerini nasıl şartlandırıp, belleklerine ne yüklerse, o şeyi hiç düşünmeden, eleştirmeden olduğu gibi doğru diye kabullenirler ve bu aldıklarını da aynen çevrelerindekilere aksettirirler!.. Kısacası, bir teyp bandı gibi, çevrelerinden ne alırlarsa aynen onu yansıtırlar, aldıklarına hiçbir düşünsel katkıları yoktur!..
Gene bir kısım ‘insan’ daha vardır ki; onların da boyunlarının üstünde, sanki baş yerine bilgisayar vardır!
Düşünme, değerlendirme, yorumlama, ve bunlara göre de kendi yaşamlarına yeni bir yön çizebilme yetisine sahiptirler!.. Bunlar sanki bilgisayar düzeyine yükselmiş insanlardır...
Kolay kolay şartlanmalar ile yaşamlarına yön vermezler... Her şeyin özünü, aslını araştırırlar ve sürekli yeniye ve bilgiye açık bir şekilde yaşarlar... Bunlar gerçek anlamıyla ‘insan’lık sınıfının alt tabakasıdır...”
“Bunun da ötesindekiler mi var Aynha?..”
“Evet Elf!.. Bunlardan öte, gerçek anlamda ‘İNSAN’ olan; bizlerden biri olduğu gerçeğine henüz Dünya’da iken erişmiş ve âdeta Dünyalılar arasında ‘garîp’ kalmış ‘Özben’ birimleri vardır ki; onları sana ne kadar anlatmaya çalışsam anlatamam!.. Çünkü onlar, tüm Dünya değer yargılarını aşmışlar, Tümel aklın gözü, kulağı, dili olmuş; Evrensel Sırlara sahip, insanlara ışık tutan birimlerdir... En az, senin kadar gerçeklere vâkıf olmuş; bedeni itibarıyla insan-beşer yaşantısı içinde; ancak, bunun ötesinde evrensel kozmik bilinç ile özdeşleşmiş birimlerdir ki onlar; tümel aklın insanlar arasındaki ÖZ sahibi şahitleri, uyarıcılarıdır…”
“Demek insanlar arasında böyleleri de vardır Aynha!..”
“Unutma ki Elf… Tümel akıl, her âlemde, tüm mükemmeliyetiyle seyreden gözlere, işiten kulaklara ve konuşan dillere sahiptir... Ama o ortamın diğer birimleri, bunların farkında bile olmazlar, algılama kapasiteleri dışında kaldıkları için!.. Onları da, kendileri gibi biri sanırlar! Zaten, beyinleri onları değerlendirebilecek düzeyde gelişmediği için, bildirilse dahi ellerinden bir şey gelmez!..”
“Peki, ben Dünya’da bunlardan biriyle mi iletişim kuracağım?..”
“Hayır Elf!.. Ne senin, onlara bir katkın olabilir; ne de onlar sana gerek duyarlar!.. Çünkü onlar, her şeyi ÖZLERİNDE bulmuşlardır... Sen, bir önce söylediğim sınıftan birisiyle iletişim kurmalısın… Düşünen, araştıran, yeniye açık, şartlanmaların dışına çıkabilecek güçte bir kimse bulup, onunla temas kurarsan, hem ona faydalı olursun, hem de gelişmende, onun geçirdiği hâlleri öğrenmenin büyük faydası olur. Bunlar da umumiyetle, maddecilik deniziyle maneviyatçılık yani spiritüalizm denizlerinin birleştiği bölgede, Orta Doğu diye adlandırılan alanda yaşarlar. Orta Doğu, Batı’nın maddiyatçılık fikri ile Doğu’nun spiritüalizminin çatışmasından, hakikatin çıkabildiği bir bölgedir Dünya üzerinde. Bu sebeple çok yönlü bir araştırmacı, senin için en iyisidir.”
Aynha, burada sustu...
Elf, bir süre durdu... Dünya’ya yöneldi ve sonra sordu:
“Aynha, lütfen sen bana en yararlı olabilecek birisini bulur musun?..”
Aynha bir an durdu, araştırmaya daldı... Ve cevapladı...
“Dünya yaşamına adapte olmadan benimle temas kur... Sana, hangi ülkeden kiminle iletişime geçeceğini bildireceğim. Ancak bil ki, bu kişi, sana çok geniş bir soru sahasında karşı çıkacak ve seni pek çok evrensel sırları açıklamak zorunda bırakacaktır... Ve sen onun bütün sorularını cevaplamak zorundasın!.. Şayet bir sorunun cevabını veremezsen, anında benimle buluş ve onu cevapsız bırakarak zor duruma düşürme.”
“Peki Aynha!.. Dediklerine aynen uyacağım...”