Bir başka gece…

“Cem… Sen, Allâh’ın kendine seçtiği ve görevle eskimolara yolladığı bir Nebi olmuş olsaydın... Onlara soğuk suların, buzların, Güneş’in yakıcılığından uzak durmanın yararlarından bahsedip; sıcağın kendilerini yakacağından, Güneş’ten uzak durmanın iyi olacağından mı bahsederdin?.. Şayet iyi birer insan olurlarsa; soğuk, serin bir cennette buzlar arasında zevk içinde yaşamakla mükâfatlandırılacaklarından mı söz ederdin? Eskimolara anlatılan cennet; karlar içinde, serin sular arasında olsa idi, acaba bunu nasıl değerlendirirlerdi?..”

Cem cevap verdi Elf’e:

“Elbette ki aldığım vahiy, onlara göre olurdu ve soğukta donanlara, soğuğun faziletinden bahsetmez ve buz gibi bir cennetten söz etmezdim!!!”

“Peki Cem, sana başka bir soru,” dedi Elf. “Elinde yüz milyon olan adama; sen bana yüz milyonu ver, ben sana bunun yerine elli milyon vereyim, der misin? Dersen, buna ne cevap alırsın?”

Cem galiba sözü nereye getirmek istediğini anlamadı Elf’in; ve öyle şaşkın şaşkın baktı Elf’e bir süre…

Sonra cevap verdi…

“Elbette demem!.. Kim yüz milyondan vazgeçer ki elli milyon için!??”

“Peki öyle ise Cem, söyler misin bana...

Her erkeğin parası kadar kadın satın alıp, onunla beraber yaşadığı bir ortamda, kim âhiretteki bir hûri için, elindeki yirmi taneden ya da daha az veya çoğundan vazgeçerdi?

‘Rasûl’ geldiğinde Mekke’ye... İnsanlar paraları kadarı ile, diledikleri sayıda kadın satın alıyor ve onlarla beraber oluyorlardı... Onlara bu kadar sayıda kadından vazgeç, tek bir kadınla yaşa; âhirette de sana bir tek kadın yeter dense, o insanların kaçı bu teklife evet derdi acaba?”

Cem isyanı bastı gene!

“Elf, senin dediklerini hiç değerlendiremiyorum! Ve anlayamıyorum! Yani, o insanlara, içinde bulundukları ortama ve şartlara göre mi teklifler getirildi?..

Ama, ‘Kur’ân’, evrensel bir kitap ve evrensel gerçeklerden söz ediyor... Böylece inanıyoruz!.. Şimdi nasıl olur da, O’nun, lokalize ihtiyaçlara cevap vermek için geldiği anlamındaki fikirlere yer verebilirsin ki?

Yemin ederim gene kafamı allak bullak ettin!..”

“Cem, kafandaki ‘ALLÂH’ ismiyle etiketlediğin TANRINDAN ve o TANRINA GÖRE FORMATLI ‘peygamber anlayışından’ arınamadığın sürece; ne ‘ALLÂH RASÛL’lüğünün ne olduğunu idrak edebileceksin, ne de hakikati!..

Gökte bir tanrı, belki Sirius’ta oturan; ve de O’nun postacısı olan bir elçisi aranızdan seçilmiş! Bunu kabullenmekten ne zaman vazgeçip, bu kelimelerin işaret ettiği gerçekleri tefekkür etmeye ve sırları çözmeye başlayacaksın?

Kur’ân adıyla bildiğiniz Yüce Kitap, ‘ALLÂH Adıyla İşaret Edilen’in kıyamete kadar değişmez ‘Sistem ve Düzeni’ni anlatan bir manueldir âdeta; ve bu arada da der ki:

‘Bizim anlattıklarımızın bir kısmı net ve açık anlatılan gerçeklerdir, bir kısmı da sembol yollu, mecaz yollu size anlatmaya çalıştığımız gerçeklerdir...’

Buna niye dikkat etmiyorsun ki?.. Eğer bu kafayla gidersen, yakında ‘Allâh’ın eli’ dendiğinde, gökten yere doğru uzanan beş ya da on iki parmaklı bir kocaman el de düşünmeye başlayabilirsin...”

Cem aptallaşmıştı… Ne demek istemişti Elf?

Ne deyip, acaba neyi fark ettirmek istemişti Cem’e, Elf!

 

AHMED HULÛSİ

Okyanus Ötesinden, 1998


83 / 83

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!