Fark edilmelidir ki, “Allâh Esmâ’sında İlim” özelliğine işaret eden isim vardır; Allâh’ın aklına işaret eden bir isim yoktur; çünkü bu muhaldir! Akıl, çokluk algılamasının oluşması için yaratılmış olan beyin işleyiş düzenine verilen isimdir! Esasen “Akl-ı küll” veya “Akl-ı evvel” tanımlamaları dahi mecazî ve izafeten kullanılır; gerçekte “İlim” vasfının açığa çıkması sisteminin aldığı isimden başka bir şey değildir. Birimin derûnundaki, hakikatindeki “ilim” boyutunun tanımlaması “Akl-ı küll”dür ki, “vahiy”in kökeni dahi budur. “Akl-ı evvel” ise tamamıyla yakıştırma bir tâbir olup, ehli olmayana Esmâ mertebesinin “şe’n”deki “ilim” boyutunu tarif için kullanılmıştır. “AN” içre geçerli “ilim”e işaret yollu olarak.
Esasen, Efâl mertebesi olarak algılanması dilenilmiş boyut, gerçekte, “her an yeni bir şe’nde” olan “Esmâ Mertebesi”nden başka bir şey değildir! “Madde” adıyla işaret edilen boyut aynıyla kuantsal boyuttur; algılama farkı farklı boyut zannını oluşturmaktadır. Seyreden, seyredilen, seyir; aynı TEK’tir! “Şarabı la yezâli” diye işaret edilen bu seyirdir; “cennet şarabı” tanımlaması dahi, bu seyre işaret eder! Çokluk algılaması içinde olanın ise bunun yalnızca bilgisini gevelemekten başka şansı yoktur!
Efâl - fiiller - kesret - çokluk algılaması yaşanan âleme gelince... Vücud, varlık yalnızca “Esmâ mertebesi” tanımlamasıyla işaret edilene aittir! İlmiyle ilmini ilminde seyretmektedir, ifadesi dahi “şe’n”i itibarıyla aynıyla “Esmâ” olan bu mertebedeki seyrine işaret etmektedir. Bu mertebede, ilimde yaratılmış sûretlerle, seyir ve tedbirât yürümekte olup; “âlemler vücudun kokusunu bile almamışlardır” uyarısı bu yüzden yapılmıştır. Zerre, bu mertebedeki seyreden, “küll” seyredilendir! İsimlerle işaret edilen kuvveler ise “melek” ismiyle tanımlanmıştır ki; “insan”ın dahi hakikati budur; farkındalığını yaşamak süreci ise “Rabbinin likâsına kavuşmak” diye anlatılmıştır! Bunu keşfettikten sonra, devamının gelmemesi ise feci cehennem yanışı olarak anlatılmıştır! Burası “Kudret” yurdudur, “kün” hükmü buradan çıkar; İlim mertebesidir; aklın burada geçerliliği yoktur! “Hikmet” yurdunun bâtınıdır! Hikmet yurdunda olup biten her şey ise akılla seyredilegelir; burada bilinçler konuşur! Efâl âlemi ise, bu boyuta (kudret yurduna) göre, tümüyle holografik (zıll - gölge) vücud - varlık ve yapıdır! Algılayanın algılama kapasitesine göre var olan paralel veya çoklu evrenler, içindekiler ile maden, nebat, hayvanat (insansı) ve cin âlemlerine ait tüm tedbirât ve tasarruf “mele-i âlâ” hükmü ile buradan açığa çıkar! Rasûller ve vârisleri velîler, “mele-i âlâ”nın yani Esmâ kuvvelerinin yeryüzündeki dilleridir! Bütün bunlar dahi, hep Esmâ mertebesinde ilimde olup biten seyirlerdir! “İnsan”ın hakikati dahi bu anlamda “melek”tir ve melek oluşunu hatırlamaya ve gereğini yaşamaya davet edilmektedir gerçekte! Bu konu çok daha derin ve detaylı bir konudur... Anlattığımız ilimden nasibi olmayan ise, farklı boyut ve mertebelerden seyri dillendiren anlatımı, çelişkili bulabilir. Ne var ki, biz, 21 yaşında 1966 yılında kaleme aldığımız “Tecelliyât” isimli kitabımızda dillendirdiğimiz şaşmaz doğrultudaki müşahedemizi, kırk beş yıllık süreçte, tahkike dayalı olarak, insanlıkla paylaştık kulluğumuzun sonucu olarak; kimseden maddi veya manevî bir karşılık beklemeden. Açıkladıklarımız, “el malı” değil, “Allâh hibesidir”! Şükrünü edâ etmem ise mümkün değildir! Bu nedenledir ki anlattıklarımızda hiçbir çelişki yoktur. Var sanılıyorsa bu, aradaki bağlantıları kurmaya yeterli veritabanı olmamasındandır!
Evet, müşahedemiz bu realite ise...
“Allâh isimleri” konusunu nasıl anlamamız gerekir?
Bilelim ki...
“Allâh isimleri”, bilinç devrede olmaksızın şuurda açığa çıkıp (vahiy), daha sonra bilinç tarafından değerlendirilmeye çalışılan evrensel -kâinat anlamında değil, âlemler işareti doğrultusunda- özelliklerdir.
“Esmâ ül Hüsnâ” Allâh’ındır; o isimlerin işaret ettiği özellikler, TEK ve SAMED olarak bildirilen, Allâh adıyla işaret edilenin, Esmâ mertebesine, (Kuantum Potansiyele) zamansızlık - mekânsızlık boyutuna, “nokta”ya işaret eder... Dolayısıyla bu isimler ve bu isimlerin işaret ettiği anlamlar sadece O’nundur; beşer anlayışıyla kayıtlanamaz! Nitekim 23.Mu’minûn Sûresi’nin 91. âyetinde “SubhanAllâhi amma yesıfun= Allâh onların tanımlamalarından Subhan’dır (ötedir)!” buyurulur!