Yani, hiçbir ferdin veya kuruluş veya devletin, bir kişiye dinî bir kuralı uygulatma yolunda zor kullanma hakkı veya sorumluluğu yoktur, bu âyete göre!
Kurân’ı kabul eden, âyeti kabul eden kişinin, bir başkasına herhangi bir dinî kuralı uygulatma konusunda zorlama yapmaya hakkı yoktur!
Çünkü esasen zaten olay, zorlamayla yapılacak bir olay değildir. Sen, diyelim ki, belli bir imana sahip kişisin... Ama, Cuma namazına gitmiyorsun, hangi gerekçeyle olursa olsun... Buna karşın, Allâh’a inanıyorsun… Kurân’ın Hak Kitap olduğunu kabul ediyorsun... Hz. Muhammed’in Allâh Rasûlü olduğunu kabul ediyorsun... Şimdi eğer ben, seni Cuma namazına herhangi bir cezai müeyyideyle, tedbirle göndermeye kalkarsam, sen kerhen, istemeye istemeye Cuma’ya gideceksin; veya oruç tutacaksın...
Ben seni zorladığım için, sen istemediğin hâlde oruç tuttuğunda veya namaz kıldığında, bu yaptığın hareket MÜNAFIKLIKtır; ikiyüzlülüktür!
Yani sen, belli bir imanı olan kişiyken, benim seni zorlamam yüzünden istemeyerek, yaptığım zorbalık yüzünden, uyguladıklarınla münafıklık düzeyine düşersin!
Benim seni, iman noktasından münafıklık çizgisine atmaya hakkım yoktur!
Hiçbir kimsenin de, bir başkasını dinî bir kuralı uygulamaya zorlama hakkı yoktur!
Neye göre? Kurân’a göre!
Kur’ân, insanların kendi aklıyla, kendi idrakıyla kendi yolunu çizmesini öneriyor!
İşte bu yüzden zaten İslâm, TEKLİFTİR!
“İslâm’ın şartları” diye bahsedilen çalışmalar, tekliftir! Yani söz konusu çalışmalar kişiye “Sen bunları bunları yaparsan şu sonuçlarla karşılaşacaksın; yapmazsan da şu tarz olaylarla karşılaşacaksın” denilerek teklif edilmektedir.
Kişi de bu teklifi değerlendirir veya değerlendirmez, ancak her iki durumda da seçiminin sonuçlarını kendisi yaşar.
Demek ki İslâmîyet, kişinin ölüm ötesine inanması veya ölüm ötesi yaşamı idrak etmesi sonucu, kendisinin karar vererek birtakım şeyler yapmasını istiyor.
Zorlama diye bir olay yok!
Ayrıca her birimiz Hz. Rasûlullâh’a inanmak ve O’nun gösterdiği yoldan gitmek teklifiyle karşı karşıyayız.
Din’de senin herhangi bir tarikata, herhangi bir şeyhe bağlanman veya herhangi bir mezhebe girmen diye bir hüküm yoktur.
Çünkü “Din” esas itibarıyla akla, mantığa, düşünen insana hitap eder; ve insanların düşünmesini, tefekkür etmesini, aklını mantığını kullanmasını ister.
Yani “Din” kişinin, kendi yolunu kendinin çizmesini ister.
Dolayısıyla herkes, Kurân’ı elinden geldiği kadar anlayacak... Hz. Rasûlullâh’ın sözlerini, açıklamalarını dinleyecek, etüd edecek ve buna göre kendine bir yol çizecek.
İslâm, Kur’ân, insanın körü körüne, koyun gibi gidip birisine tâbi olmasından yana değildir.
İnsanın aklıyla mantığıyla yolunu çizmesinden yanadır!
İşte bu sebeptendir ki, biz insanların bu konuları düşünmesini, araştırmasını, bu yolda etüdler yapmasını ve bunun gereği bir biçimde de kendi yaşamına kendisinin yön vermesini öneriyoruz.