Muhterem kişi, bil ki...
Vâde tamam oldu ve vakit geldi!..
Artık herkesin tek MUTLAK BİRLİK yolu üzerinde buluşması vaktidir.
Bu yol öyle bir yoldur ki, bu yolda, ne mezhep ve ne de tarikat ayrılıkları bulunacaktır!.. Sarısı da, kırmızısı da, siyahı da, beyazı da birleşecektir.
Kim, hangi renge, hangi ırka, hangi mezhep ve tarikata mensup olursa olsun; gayesi “ALLÂH”, yönelişi insanlık olduğu müddetçe bu yoldadır. Bu yolda mevcudat ve mahlûkat arasında tefrik yapmak yoktur. Mahlûkata zerre miktarınca da olsa zararın erişmesine vasıta olmak yoktur!.. Yolun yapılması icap eden tek şartı vardır:
“Yaradanın huzurunda, hep, daima, her şart ve durum ve hâlde, yaratılmış olanlara gerçeğe yönelişlerinde hizmet ve iyiliklerin onlara ulaşmasına vesile olmak.”
Gurur, kibir, kendini üstün görme yanına yaklaşamaz bu yola ve yolcularına... Tembellik ulaşamaz... Çünkü onlar yaratılmışlara hizmeti vazife addetmiş, daima bunun için çalışmaktadırlar. Başkalarını daima nefislerine tercih etmektedirler!.. Bâtıldan uzaktırlar... Hurafeler ile de alâkaları yoktur. Topyekûn insanlık âleminin huzur ve saadeti için çalışırlar... Zamanlarını boşa geçirenler değil, vakitlerini insanlık için değerlendirenlerdir onlar. Onlardan daha zengin yaratık da yoktur; çünkü kanaat sahibidirler!.. Herkesi dinler, herkesi kendi varoluş gayeleri açısından haklı bulur; fakat gerçeğin seslenişinden gayrına kulak vermezler.
Bilirler ki, mevcudat Yaradanın tecellilerinden ibarettir. Ve gene bilirler ki, tecelliler de her an değişmededir...
“‘HÛ’ HER AN YENİ İŞTEDİR!” (55.Rahmân: 29)
Bilinmez ki bir sonraki tecellinin ne şekilde zuhur edeceği.
Ve dolayısı ile bilirler ki, gözün gördüğü ve görmekten âciz kaldığı her şeyin hayatiyeti vardır. Canlıdırlar, yaşamaktadırlar... Taş, toprak bile!
“...HİÇBİR ŞEY YOK Kİ, O’NUN HAMDI OLARAK, TESPİH ETMESİN! FAKAT SİZ ONLARIN İŞLEVİNİ ANLAMIYORSUNUZ!..” (17.İsra’: 44)
Fakat, bu gerçek, hakikate vâkıf olanlardan, idrak ehlinden gayrı tarafından anlaşılamaz!..
Gerçekleri, ya onlardan bîhaber olanlar örter, farkında olmaksızın; yahut da, o gerçekleri anlayıp idrak edemeyenlerin, o gerçeklere dil uzatmasını istemeyenler... Bu sebep iledir ki, birçok idrak ehli, gerçeklerin gizli kalmasını, açıklanmamasını tercih etmişlerdir.