Sayfayı Yazdır

Tanrıdan Allâh'a

“İnsan gibi düşünen bir TANRI”dan, “ALLÂH” anlayışına!

İnsanoğlu, asırlar ve asırlar boyunca, karşılaştığı pek çok olayın üstesinden gelememenin aczi ile bir yerlere, bir şeylere sığınma, bir şeylerden medet umma duygusu içinde, aklı erebildiğince çeşitli nesnelere tapınma hissi duymuştur.

Bu tapınma, medet umma, başarı isteme gibi duygular da doğal olarak insanı çeşitli tanrı kavramlarına yönelmeye ve onlardan arzuları doğrultusunda bir şeyler umut etmeye itmiştir.

Bu arayış içindeki insan, kendisinde güç vehmettiği, arzuladıklarını verebileceğini sandığı çeşitli nesneleri bir tanrı olarak varsaymaya başlamış; ve böylece de tanrılara tapılma dönemine girilmiştir.

Tapılacak tanrıları önce yeryüzünden seçen insanoğlu, bu kabulleniş içinde, kâh madenlere, kâh nebatlara, kâh da hayvanlara tapınma yoluna gitmiştir...

Daha sonraki aşamada, yeryüzündekilerin bir tanrı değil, kendisi gibi bir ölümlü olduğunu fark edince; Nebi ve Rasûller tarafından yeryüzünde yaşayan bu varlıkların tanrı olamayacağı kendilerine idrak ettirilince, bu tanrılarına tapmaktan vazgeçmişlerdir... Ancak ne var ki, bu defa da semâda bulunan, tanrı kabul ettikleri varlıklara yönelmişler ve çeşitli etkilerini fark ettikleri yıldızlara tapınmaya koyulmuşlardır...

İnsanoğlu neyin üstesinden gelememiş, neyin sırrını çözememiş ise, o, insan için bir bilinmez güç olarak kalmış ve onda bir “tanrılık” kavramı kabul edilmiştir...

Yerde veya semâda bir tanrı yoktur.

Oysa yerde veya semâda bir tanrı fikri günümüz bilimsel verilerine tamamıyla ters düşen, varsayımdan başka bir şey değildir... Nitekim bu bilimsel gerçekliğe ters düşen varsayım, Kur’ân-ı Kerîm tarafından da Kelime-i Tevhid ile, “tanrı yoktur” ifadesiyle reddedilmektedir.

Asırlar ve asırlar öncesinde ateşe ve yıldızlara tapınarak, “tanrı” mevhumu ile kendini kozaya hapseden insanoğlu; daha sonraki devirlerde de yetiştikleri çevrelerin şartlandırmaları ile tefekkürden uzak bir biçimde yaşam sürmelerinin pahasını “tanrılarına” köle olmak ve bununla kendilerini tatmin etmek suretiyle ödemişlerdir...

Kozalarını günden güne daha kalınlaştırmak ve daha içinden çıkılmaz hâle getirmek suretiyle!

Hz. Muhammed(aleyhisselâm), Mekke’de kendisinin “ALLÂH RASÛLÜ” olduğunu açıkladığı zaman, sadece KÂBE’de 360 farklı tanrıyı sembolize eden, 360 tane PUT bulunmaktaydı... İnsanlar, her biri ayrı bir görev yapan 360 tanrıyı simgeleyen bu putlara tapınarak tatmin olma yolu içindeydiler.

Düşünemiyorlardı yerde ya da semâda bir tanrı olamayacağını!.. Çünkü, henüz evrenin gerçek boyutları hakkında bir fikirleri yoktu!

Yeryüzünde ya da semâda bir yıldızda oturup, Dünya’yı ve Dünya üzerindeki insanları yöneten; kâh onların işlerine karışıp, kâh da onları kendi hâllerine bırakıp imtihan eden; yukarıdan insanların davranışlarına bakıp, onları tanımaya çalışan; ve nihayet hoşuna giden işler yapanları cennetine, emirlerine uymayanları da cehennemine yollayacak olan bir tanrı!

İşte bu vehim içindeki insanoğlunun o yeryüzündeki ya da semâdaki tanrısına yaranmak, onun gözüne girmek için, yapmadığı saçmalıklar kalmıyordu...

Hatta Hz. Ömer’in ifadesiyle, kurabiyeden, tanrılarını sembolize eden putu yapıyor; önce onun karşısına geçip tapınıyor; sonra da oturup, afiyetle o tanrıyı temsil eden putu yiyorlardı... Ve hatta, vehmettiği, varsandığı tanrıya yaranmak için sekiz yaşındaki kızını diri diri mezara koyup üzerine toprak atarak, onu ölüme mahkûm ediyorlardı!..

TANRI-İLÂH; birimin ötesindeki, tapınılan varlık anlamına gelir… Öğülen, yüceltilen, büyütülen ve bütün bunların karşılığında da kişiye istek ve arzuları istikametinde bağışlarda bulunacağı umulan varlıktır TANRI!

O tanrı, sana birtakım emirler verecek; sen de onun emirlerine uyarak onun gönlünü edeceksin, ki seni cennetine soksun, sana sayısız dünya güzellikleri bağışlasın; ya da kendi hür aklın, hür iraden ile ona karşı gelmek suretiyle onun düşmanlığını kazanacaksın, o da bu yüzden senden intikam alıp, seni türlü türlü azaplara düçar edecek!

İşte insanlar, bu yanlış, bâtıl ve ilkel düşünce ve inanç içinde tanrılara taparlarken; Hz. Muhammed (aleyhisselâm), “ALLÂH RASÛLÜ” olduğunu, almış olduğu vahiy sonucu olarak açıklayıp; artık insanların tanrıya tapmaması için elinden gelen gayreti göstermeye başladı.

“TANRI YOKTUR SADECE ALLÂH VARDIR” mesajıyla insanlara gerçeği anlatmaya başlayan Hz. Muhammed’in vurguladığı bu gerçek, KELİME-İ TEVHİD şeklinde formüle edilmişti.

Neydi, KELİME-İ TEVHİD’in mânâsı?..

AHMED HULÛSİ

1989

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Yazıyı İndirebilirsiniz!