“İkame” namaz sonucunda “secde” ile namazın kemâline ulaşırsan; bu “ikame” olunan namaz kişiye “urûc” sağlar ve “mi’râc” hâsıl olur!
“Mi’râc”; kişinin “Kab-ı kavseyn” veya “ev ednâ” makâmında, “Allâh”ı müşahede etmesi!
Ya da, daha açık ifadesiyle, kendi varsayım benliğinin, hiç varsayılmamışcasına ortadan kalkıp, “BÂKÎ ALLÂH”tır hükmünce bütün Esmâ ve sıfatlarıyla BÂKÎ olması hâlidir.
“Urûc”un neticesinde hâsıl olan “Mi’rac” ile o kişi, İlâhî bakâ ile “BÂKΔ olur!.. Sen, Onu kendin gibi sanırsın; ama O, “Allâh’la Bâkî” durumdadır! Ve bu hâl ile hayatını sürdürür.
Hz. Rasûlullâh’a baktıkları zaman; O da bizim gibi yiyip içiyor, aramızda dolaşıyor, çarşı pazar geziyor, ne ayrıcalığı var dediler... Ama O, ilâhî hakikati hissedip yaşayan, “Mi’rac” sahibi olan; ve bunu bize bildiren “Allâh Rasûlü” idi!
Dışarıdan bakanlar, O “daimî namaz” ehlini kendileri gibi görürler; ama bilmezler ki O, varlıkta “Bâkî olan Allâh”ın yalnızca bir Esmâ zuhurudur!
İşte bu hâl, “ölmeden evvel ölerek”, şuur boyutunda kişisel kıyametin kopup; “Sümme ileyna turceûn”, “ve dahi bize döneceksiniz” âyetinin mânâsı ortaya çıkıp; basit tâbiriyle “kişinin Allâh’a rücu etmesi”dir.
Allâh’tan gelenin Allâh’a rücu etmesidir!..
İşte bu da “mukarreb”lerin “daimî namazı”!
Bunu başka nasıl anlatmak lazım bilemiyorum! Ancak yaşayan bilir! Daha fazlasıyla anlatılması bizce mümkün değil!
İşte, İslâm’ın ikinci şartı olan namaz!