Sayfayı Yazdır

Aslını Bırak, Faslına Bak!

“Aslı Hû, nesli Hû”; derler bilirsiniz...

Aslı elbette ki önemlidir insanın... Aslı önemlidir mahlûkatın... Aslı önemlidir varlık âleminin... Buna “Hakikati” de denilir...

Denilir de…

Bir de işin faslı vardır!

İşin hakikati, yani aslı önemlidir! Niye?

Eğer işin aslını öğrenmemişsen, o takdirde dışarıda, dışında, ötende bir tanrı düşünür; Hz. Muhammed’in bildirdiği “Din”in özünden mahrum kalmış olursun.

Zira “Din”in bildirilmesindeki iki ana amaçtan birincisi, ötende bir tanrı olmadığını idrak etmen suretiyle “Allâh’a iman etmen”dir. Ki bu, işin aslı ile alâkalıdır... Bir de ikinci şıkkı vardır ki bu işin, o da tâbiri câizse faslı ile ilgilidir.

“Din” olan İslâm, bir sistemi açıklamaktadır; bunu anlayamayan tek yönlü ilâhiyatçılar inkâr etseler bile...

Bir kısım ilâhiyatçılar ve “Din”i yüzeysel ele alan şekilci zekâ sahipleri, “Din” dendiğinde, sistemli düşünceden ve çağdaş bilimlerin getirdiği evrensel bilimlerden (Kuantum fiziği, holografik gerçeklik gibi) mahrum oldukları için, konuyu, ezberci ve taklitçi bir biçimde ele alıp, gökte oturan tanrının, kendisinin alt katındaki melekler aracılığıyla yeryüzündeki postacı hükmünde peygamberine yolladığı fermanlar bütünü olarak anlamaktadırlar. Cinler de bilmem kaç kilometre yukarı fırlayıp(!) gökteki(!) meleklerden bilgi kapıp, sonra yeryüzündeki medyumlarına haber taşımaktadır(!).

Bunlar gerçekte, çağlar gerisinden kopup gelen maddeci Müslümanlık ekolünün günümüzdeki sözcüleridir bilim adamı olmanın çok ötesinde! Etiketleri ne olursa olsun, sistemli düşünme yeteneği olmayan dinciler olmaktadırlar.

Ötede gökte tanrı, alt katında buyrukları ileten melekler, yeryüzünde peygamber postacılar!.. Buyrukları yerine getirenler mükâfat olarak cennete sokulacak, buyruklara karşı gelen âsiler de kollarından tutulup ateşli kuyulara atılacaklar ceza olarak!

İnsan, hücresel beden boyutunun şartlarına göre yaşamını sürdürür.

Bunların ne “ALLÂH” adıyla işaret edilenden haberleri vardır, ne “Melek” ismiyle işaret edilen boyutun ne olduğundan, ne İslâm’da peygamberlik kavramının var olmayıp, bunun gerçeği olan “Risâlet” ve “Nübüvvet” kavramlarının düşündüklerinden çok farklı şeyler olduğundan, ne de “İslâm Din”inin insanlara niçin ve hangi amaçla tebliğ edilmiş olduğundan haberleri vardır.

Olayın bu yönünü kısaca belirttikten sonra gelelim işin faslına...

İslâm Din'inin açıkladığı vahdet gerçeğini taklit yollu kabullenip dayandığı “sistem”i fark edemeyenler, işin bu faslında hep şu yanılgıya düşmektedirler...

“Mâdemki ötemde bir tanrı yok; Allâh adıyla işaret edilen benim ve tüm varlığın özündeki hakikat denilen ilim ve kudret sıfatlarıyla tanımlanan bir ÖZ’dür, bu takdirde artık benim tapınacağım bir öte varlıktan söz edilemez! Öyle ise, benim ne namaz ne oruç ne hac ne zikir ne de sair ibadetlerime gerek vardır! Bu idraka geldikten sonra bunlara ihtiyaç kalmaz!”

Bu fikir tümüyle çok büyük bir yanılgıdır!.. Bu fikir, öylesine pahalı faturasıyla karşılaşılacak bir yanılgı ki sonuçlarını kimse tahmin edemez!

Bu konuyu “KENDİNİ TANI” isimli kitabımızda yazmıştık kısmen, ama o kitabı okumamış olanlar için bir kere daha kısaca özetleyelim...

İnsanın hakikati ile evrenin hakikati aynı asıldan, aynı özden meydana gelmiştir ama... “İnsan” ismiyle işaret edilenin varlıktaki herhangi bir mahlûktan ayrılması, insanın bileşimi itibarıyladır!

Atom boyutu itibarıyla insan, o boyuttaki tüm varlıklarla bileşik tekil bir varlık olarak yaşamasına rağmen; bedenselliği ve bilincinin var olduğu boyut itibarıyla, tüm varlıklardan bağımsız olarak kendi dünyasının (beden ve bilincinin) şartları içinde yaşamaktadır... Yani insan, bir alt katmandaki atom boyutunun algılamalarıyla, atom boyutunun şartlarına göre değil; moleküler yapısının şartlarına göre değil; hücresel beden boyutunun şartlarına göre ve bu boyutun oluşturduğu bilince bağlı olarak oluşan bilinciyle yaşamını sürdürmektedir.

Demek ki, bir alt katmana göre dahi gerçek olan tekillik, üst katmanın yaşamına yön vermemekte; her katmanın kendi oluşum şartlarına göre yaşam geçerli olmaktadır.

Bunun sonucu nedir?

Bunun sonucu şudur:

Kişi, vahdet itibarıyla, aslının Tekil Hakikat olduğunu ne kadar idrak etmiş, hissetmiş ve yaşar olursa olsun; sonuçta, yaşamı beden boyutunun şartlarına göre sürmektedir.

Biraz daha açık misal vereyim...

Bedeninin aslı moleküler katmandır! Moleküler katmanın için, ne açlık ve susuzluk söz konusudur ne de hastalık veya kuvvetsizlik!.. Sen şimdi, benim aslım, hücresel beden boyutuma GÖRE moleküler boyutum veya katmanımdır, diyerek yemeden içmeden durabiliyor, hastalanınca ilaç veya serum, vitamin almadan ayakta kalabiliyor musun?

Hücresel katmanının aslı olan moleküler katmanının gerçeklerine rağmen, nasıl sen yaşamına beden yani hücresel katmanına göre yön vermek ve şartlar oluşturmak zorunda isen...

Aynı şekilde, “hakikat” dediğin evrensel özünün ne olduğunu ne ölçüde idrak etmiş olursan ol, yine de beden boyutunun ve geleceğin olan ruh boyutunun şartlarına göre de yaşamına yön vermek zorundasın!

Yapacağın korunma duaları beyninde üretilen bir tür dalgalarla çevrende korunma kalkanı oluşturmak amacına dönüktür!

İşte İslâm “Din”i gereği olarak sana bildirilmiş olan ibadet kelimesiyle tanımlanan çalışmalar, ötende bir tanrıya tapınmak amacıyla değil; özündeki hakikate ermek, bu arada da kendi özündeki sayısız kuvveleri beyninden açığa çıkarıp ruh bedenine yüklemek üzere sana teklif edilmiştir.

Yapacağın korunma duaları beyninde üretilen bir tür dalgalarla çevrende korunma kalkanı oluşturmak amacına dönüktür! Koruyucu meleklerin, özündeki melekî boyuttan bu çalışmalarla zâhirine çıkmakta ve seni korumaktadır. Evrende tek canlı türü insan değildir! Korunmaya muhtaçsın! Bunu anla artık!

Sen bu çalışmaları yapmazsan, bu çalışmaların oluşacağı beyninde gerekli açılım kombinasyonları oluşmaz; oluşmayan bu kombinasyonlardan üretilecek nûr veya enerji, ruhuna yüklenmez; böylece bedenin terk edilerek ölümün tadılmasından sonra, zorunlu olarak muhtaç olacağın kuvvelerden de kendini mahrum bırakmış olursun! Artık o şartlarda, bu enerjiyi elde edebileceğin fizik beyni de bulamayacağın için, ebeden bu yoksunluğun azap ve ızdırabını çekersin! Kendi kendini cehenneme atmış olursun!

Allâh asla kullarına azap etmez! Herkes elleriyle ortaya koyduklarının sonuçlarını yaşar!

Bu gerçeği iyi kavrayalım lütfen...

Not: Konuyla ilgili daha geniş metinleri "Hz. Muhammed'in Açıkladığı Allâh", "Sistemin Seslenişi", "Kendini Tanı", "Dua ve Zikir" kitaplarından okuyabilirsiniz.

 

AHMED HULÛSİ 

27 Ocak 2003

Raleigh – NC, USA 

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Yazıyı İndirebilirsiniz!