Salât (Namaz) Niçin?
“İnsan” diye hitap edilmiş bize...
“İnsan”, neyin, ne tür bir varlığın adıdır acaba?
Bu konuyu geniş bir biçimde “Kendini Tanı” ile “Bilincin Arınışı” isimli kitaplarımda ele aldığım için burada detayına girmeyeceğim...
“İnsan” olarak bize teklif edilen “salât”, yani dilimizdeki adıyla “namaz” denilen yönelişin ne olduğu ve neden zorunlu olduğu hakkında birkaç şey paylaşmak istedim bu yazımda sizlerle.
Son zamanlarda mükemmel robotlar yapılıyor biliyorsunuz... Hatta bu konuda bir tasavvur olarak duygular taşıyan robot örneğini konu alan “Artificial Intelligence” (Yapay Zekâ), “I Robot” (Ben Robot) gibi filmler de yakın zamanlarda gösterimdeydi...
Böyle bir robotun beynine “Kur’ân” metnini yükleyip, namaz hareketlerini de programlayabilirsiniz... O robot da namazdaki hareketleri aynen uygulayıp, tüm Kurân’ı saatler içinde tekrarlayarak bizlerden çok daha iyi bir performans gösterebilir... Hatta programlayarak belli yerleri okurken gözyaşı bile döktürtebilirsiniz!
Peki insanın farkı nerede? Biliyor muyuz acaba ne olduğumuzu ve robot olmadığımızı?
İnsanın farkı, aynı işlevi yaşarken, okuduğunun anlamını düşünerek, bu düşüncenin sonuçlarını hissedip, idrak edip gereğini namaz sonrası süreçte yaşayabilmesinde!
“Feveylün lil musalliyn, elleziyne hüm ‘an Salâtihim sâhûn” âyetinde işte bu yaşanası gerçekliğe işaret vardır:
“Vay hâline o (âdet diye) namaz kılanlara ki; onlar, (iman edenin mi’râcı olan) salâtlarından (okunanların mânâsını yaşamaktan) kozalıdırlar (gâfildirler)!” (107.Mâûn: 4-5)
Nedir o yaşanası namaz gerçekliği?
Havâss veya hâssül havâssın namazda yaşadıklarından değil; kendim gibi avamdan birinin namazdaki asgari yaşaması gerekenden söz etmek istiyorum burada...
Önce hatırlayalım ki...
Hz. Muhammed (aleyhisselâm), tek tanrılı, gök kaynaklı (semâvî) din anlayışına son verip; “ALLÂH” ismiyle işaret edilene iman, bu iman edilene şahit olma, bunu kendisine bildiren Rasûl’e iman etme esasını tebliğ etmiştir!
Eğer Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın ne getirdiğini idrak etmişseniz; fark etmişsinizdir ki, başta “salât”, yani dua ve namaz olmak üzere, ibadet adı altındaki tüm çalışmalar, asla yukarıdaki bir gök tanrının gözüne girmek veya ona tapınmak amacıyla önerilmemiştir! Çünkü gökte bir tanrı yoktur!..
Gelecekte, gökten bir tanrının Dünya’ya gelmesi de kesinlikle ve asla söz konusu değildir! Deccal veya Mesih adıyla beklenen ve çevresindeki uzaylılar konusuna, şimdilik bu kadarıyla işaret edelim... Bunu daha sonra daha geniş yazarım belki…
Evet! İbadetler yani dua ve namaz, yukarıdaki yani DIŞIMIZDAKİ bir tanrı için yapılmayacağına göre, niçin yapılır? Allâh huzuru neresidir? Huzurunda olmanın anlamı nedir?
Önerilen bu çalışma ile bize ne kazandırılmak istenmektedir?
Gelmiş geçmiş bütün kemâlât sahibi tasavvuf ehli ittifak hâlindedir ki, kişinin “ALLÂH” ismi ile işaret edilene yönelişi ve ulaşması kendi özünden yani kendi bilincinden (nefsinden) kendi vicdanındandır!
Vicdan, Hakk’ın seslenişidir kişinin özünden!
“ALLÂH’a giden yol nefsler (bilinçler) adedincedir” sözü insanların dışardan değil kendi “öz”lerinden hakikate ulaşma yolunun açık olduğuna işaret eder!
Gerek dua ve gerekse namaz, kişinin “ALLÂH” ismi ile işaret edilene “yönelişinden” başka bir şey değildir!
Dua; kişinin, hakikatindeki “ALLÂH” adıyla bilinene ait kuvveleri harekete geçirerek, istediğini gerçekleştirme faaliyetidir!
Namaz; kişinin hakikati olan “ALLÂH” ismi ile bilinene ait bir kısım özelliklerin idrak edilmesi, hissedilmesi, yaşanması ve namaz sonrasında da bunun günlük yaşam içinde devam ettirilmesi amacıyladır avam boyutundakiler için...[1]
Evet, namaza dururken önce “Subhaneke” veya benzeri bir cümle okunarak giriş yapılır... Bunun nedeni, öncelikle “ALLÂH” ismi ile işaret edilenin azamet ve sonsuzluğunun, ve dahi o boyutların yanında Dünya ve diğer değerlerin ne ifade ettiğini hatırlamaktır! Okunan bu cümlelerin anlamının bilinmesi şarttır ki, o anlam üzerinde düşünülüp, meselenin ciddiyet ve önemi fark edilebilsin.
Bundan sonra “eûzü” okunarak, kişinin vehminin oluşturacağı kendini bir beden kabulü dolayısıyla mahrum kalacağı hakikatlerden, “B”illâhi hakikatiyle korunması amaçlanır.
Sonra açılımı “B”-ismi ALLÂH olan “Bismillâh” okunur. Bunun anlamını geniş şekilde “ALLÂH” isimli kitabımda yazmıştım. Anlamını merak edenler oradan geniş şekilde okuyabilirler. Yazıyı uzatmamak için detaya girmiyorum.
Bundan sonra sıra “Fâtiha”yı “OKU”maya gelir...
“Hamd” esas itibarıyla “değerlendirmek” anlamında kullanılmıştır burada. Hamd ALLÂH içindir demek, “değerlendirmek ALLÂH’a aittir”, anlamındadır.
Çünkü ALLÂH adı ile işaret edilenin yarattıklarını hakkıyla değerlendirmek, ancak ve ancak kendisine aittir! Bir yaratılmışın böyle bir değerlendirme yapabilmesi muhaldir! Bu yüzdendir ki bu cümle okunarak daha en başta insana çizgisi ve kapasitesi fark ettirilmekte, yaratılmış bu sistem hakkında haddini bilerek yaşaması ikazında bulunulmaktadır!
“Rahmân” ve “Rahıym”in bugüne kadar anlatılanlardan ve anlattıklarımızdan farklı bir anlamı üzerinde durmak istiyorum...
[1] Daha üst boyuttakilerle ilgili bazı düşüncelerimizi ise “İSLÂM’IN TEMEL ESASLARI” isimli kitabımızın “Namaz” bölümünde paylaşmıştık... Web sitemizden online okunabilir adı geçen kitaptan isteyenlerce.