İbadetler, insanın, bilinçlenmesi ve güç kazanması içindir! İnsanlar bu ibadetleriyle, bilinçlenebilir ve güç kazanabilirler...
Ancak ne var ki tüm bunların ötesinde, “ALLÂH”ın o bireyin cennete gitmesini takdir etmiş olması işin en önemli ve ana faktörüdür!.. Şayet hakkında böyle bir takdir yoksa, birey ne kadar ibadet ederse etsin, bilinçlenirse bilinçlensin ve dahi güç kazansın; gene de cennete giremez!
Yani kısacası, “cennete girmek”, ibadete değil, “ALLÂH” takdirine dayalı olarak “İMAN NÛRU” esasına bağlıdır!
Niçin cehennemden çıkmak “iman”a bağlıdır?
Bir kısım felç olayları vardır ki, bunlar tamamıyla psikolojik kökenlidir! Bedende patolojik hiçbir problem olmamasına rağmen, kişi kendisinin felçli olduğunu ve bir daha asla yürüyemeyeceğini vehmederek; tekerlekli sandalyesinde cehennemini yaşar! Hastalık hastası diyebileceğimiz kişiler kendilerini etki altında tutan vehim gücü yüzünden akıllarını yeterince değerlendiremez, çeşitli kabiliyetlerini kullanamaz; ve böylelikle de hayatlarını ıstıraba dönüştüren cehennemden çıkamazlar!
“AKIL ve İMAN” isimli kitabımızda geniş bir şekilde anlattığımız gibi insan, hayatını cehenneme çeviren vehim gücünün üstesinden akılla gelemez! Vehim kuvveti yani “yoku varsanıp, varı yok sayma” özelliğinin üstesinden gelecek olan insandaki güç, akıl değil, imandır! Vehim; akıl ve ona dayalı olan tefekkür mekanizması üzerinde rahatlıkla tasarruf ederken, fiilleri direkt yoldan etkileyen iman karşısında daima yenik düşer! İşte bu yüzdendir ki dini anlaması için akıllıya teklif yapılmış ve iman ederek yürümesi önerilmiştir!
İnsanın, gerek Dünya yaşamındaki cehennemî süreç ve gerekse de ölüm ötesi yaşamındaki cehennemi, hep onda galip gelen vehim kuvvesinin sonucudur! Bunun sona erdirilmesi ise yalnızca iman kuvvesi ile mümkündür!
Bedeninde fiziki bir arıza olmadığı hâlde kendini felçli sanan kişi inanacağı kişiyi buldu mu yürür! Evhamlı kişi, iman edeceği insanla ya da bilgiyle karşılaşırsa ıstırabı sona erer...
En dar kapsamlı anlamıyla “Allâh’a iman” da, kişiye karşılaştığı zorlukları, “Allâh’a ait özelliklerin kendisine o konuda yardımcı olacağına ve kendisini o konuda selâmete çıkaracağına iman” sonucunu getirir!
Kişi bu iman ile kendisinde cehennem ortamından çıkacak gücü bulur! İsterse zerre kadar imanı olsun!
Ama kişinin böyle bir imanı yoksa, kendisini bildiği güçlerinden ibaret sayıyorsa, “Allâh”ı anlamamışsa ve iman etmemişse; özündeki Allâh’a ait kuvvelerden mahrum kalacağı için, ebediyen cehennemden çıkamayacaktır! İman etmediği için başkası da, kim olursa olsun ona bu konuda yardım edemeyecektir! Aklı vehim gücünün etkisi altında olduğu için kendisinin asla yürüyemeyeceğini sanan kişi gibi!
Yani ebedî olarak cehennemde kalacak olanlar, yaşamlarını yöneten vehim kuvvetinin etkisi altından kendilerini kurtarıp, iman etmeden yaşadıkları için sonsuza kadar cehennemde kalmaya mahkûm olmaktadırlar!
“İBADET”, esas itibarıyla “tâat” mânâsınadır... Gerekçe sormaksızın, mükemmel bir şekilde görevi yerine getirme, anlamını ifade eder... Esasen herkes, varoluşunun gereğini otomatik olarak ve mükemmel bir şekilde yerine getirmektedir... Yani kulluğunu ifa etmektedir...
Ne var ki bunu hakkıyla edâ etmek ancak, O’nu içinde hissetmek ve bunun neticesinde “haşyet” duymakla hâsıl olur...
Aksi hâlde, ibadetin sadece fiilinde, şeklinde kalınmış olur…
Neticesi de yapılanın bilincinde olmanın oluşturacağı hazdan mahrumiyettir!