İncir bir meyve, ama içindeki her çekirdek dahi gelişmesi hâlinde bir incir!.. İncir, nasıl teklik içindeki çokluğu, bu çoklukla birlikte her birinin tekilliğini sembolize eden bir meyve ise; bu yüzden “İncir” Sûresi gelmiş ise...
Holografik gerçeklik sonucu, evrende tüm boyutları ile var olan her şey, evrendeki her bir zerrede de aynı şekilde mevcut ise...
İsmi “ALLÂH” olan da, aynı şekilde, her bir zerrede, Zât’ıyla, Sıfat’larıyla, Esmâ’sıyla, Arş’ıyla, Kürsî’si ile, 7 kat semâvat ve 7 kat arzıyla mevcuttur!
Bu her insanda böyle olduğu gibi, tüm boyutlardaki tüm canlılarda da böyledir!
1998 yılında Antalya’da bu konuları anlattığım ve “Üst Madde” ile “Özün Seyri” isimlerini verdiğim sohbet kasetlerindeki bu gerçekleri, çok daha sonra detaylı şekilde “TEK’İN SEYRİ” isimli kitabımda açıklamaya çalıştım.
Evrende her birim kendi boyut ve yapısının bilinç ve şuuruna sahiptir. Ama bir diğer boyut varlığının bunu algılaması yapısal şartlar sebebiyle mümkün olmaz!
Her birim kendi yapısındaki bu mertebeler dolayısıyla da kendi özünde oluşacak bir yükseliş veya sıçrama ile Rabb’ine, Melik’ine ve İlâh’ına ulaşma şansına sahiptir! Ki bunu artezyen kazmaya benzetebiliriz. Veya “urûc” da diyebiliriz.
Bazı birimlerde ise, kaynağın ve hatta gayzerin fışkırması gibi özden gelen = tenezzül eden bir şekilde ilim açığa çıkar!
Velâyet urûc yolludur bilinen anlamıyla. Gerçekte velâyetin üst mertebesi olan Risâlet ise irsâl yolludur. Velâyetin üst kademesi olan, “El VELİYY” isminin işaret ettiği anlamın açığa çıkışıyla meydana gelen Risâlet, kişide Rasûllük olarak değerlendirilir.
Rasûller, risâlet adının işaret ettiği mahiyet itibarıyla birbirlerinden farksızdırlar; fakat irsâl olunan ilmin kaynağı olan sıfatlar yönünden farklıdırlar!
Kimi Kudret sıfatından irsâl olmuştur, kimi İlim, kimi Hayat!
Neyse konuyu fazla genişletmek yerine ana noktamıza dönelim.
Hz. Muhammed (aleyhisselâm) kendisinde açığa çıkan sıfatlara, isim özelliklerine, “Sünnetullâh” marifetine rağmen asla “ALLÂH” değil, “ABD”dır!
Evrende var olan tüm yaratılmışlar yani “zerre”ler de böyledir!
Zerre küllün aynasıdır; ama asla zerre küll değildir; küll kendisinde var olmuş olsa dahi!..
Buradan bir başka noktaya kayılır... Zerre her an kendisindeki hakikat ve o hakikat noktasıyla ilişkiler içinde yaşamını nasıl sürdürür; sorusunun cevabına... Ne var ki bu yazıda buna girmeyeceğim; çünkü bugün anlatmak istediğim husus o değil... Zaten onun işaretini bundan önceki yazılarda vermiştim.
Gelelim ana noktaya.
Zerre zerredir! Küll değil!
Küll, yani holografik gerçekliğe esas olan ana yapıya, “İşte Allâhadıyla işaret edilendir!” diyenler burada büyük bir yanılgıya düşerler ve gerçekten saparlar!
Burada onları uyaracak olan levhada şu gerçek yazılıdır:
“İsmi ‘ALLÂH’ olan ZÂT, tecezzî (cüzlere ayrılma) kabul etmez!”
Burada “İhlâs” Sûresi’nin anlamını iyi düşünmek gerekir. Ahadiyet ve Samediyet sonucu olarak kendisinin varlığından başka bir şey düşünülemez; ve dahi bu mertebede tekillikten dahi bahis açılamaz!
“K” olayı diyerek, “ALLÂH” isimli kitabımızda anlattığım konuyu iyi incelerseniz görürsünüz ki, İlmi ilâhî’de bir noktadan açığa çıkan açı içindeki 11 boyutlu evren, paralel evrenler veya bizim deyişimizle “evren içre evrenler”, hologramın konusu olan “KÜLL”dür! Ve zerre de bu küllün aynasıdır!
“Hayal içinde hayal içinde hayal” diye eski hakikat ehlinin tarif ettiği konu budur işte!.. Nokta, bir hayaldir ismi “ALLÂH” olan indînde! O noktanın açılımı olan, açı içindeki küll bir hayaldir... Küllün yansıdığı her zerre diye tanımlanan, her bir ayna dahi ayrı bir hayaldir!
İşte bu yüzdendir ki, zerrede varlığı holografik gerçeklik dolayısıyla var olan “küll” dahi, “ALLÂH” adıyla işaret edilen olmayıp; yalnızca, bir “NOKTA” olarak, O’nun ilminde var olan “ilmî sûret”tir!
Yani, 11 boyutlu evren, ya da paralel evrenler topluluğu, her zerrede, tıpkı incirin, sayısız çekirdeğinin her birinde varoluşu gibi, her birimde var olsa dahi, bundan öte bir şey değildir! O da gerçekte “ALLÂH”a “abd”lık etmededir!
Bu anlattıklarımla bir şeyler paylaşmayı sağlayabildiysem... Bilelim ki, tasavvuf heveslilerinin önce, “ben, sen, o Hak!” kabullerinden; ve dahi her şeyi, Hak oldukları için kendilerine mubah kabullenmelerinden çok çok ötededir gerçekler!
Kusurumu bağışlasın son zamanlarda yazdıklarımdan dolayı beni uyaran ve kızan kişiler. “Kafa karıştırıyorsun, anlaşılmaz şeyler yazıyorsun, bunlara ne gerek var” diyenler... Onlar için de yazılmış pek çok kitap var kitapçılarda, başta ilmihâl kitapları ve çeşitli evliya menkıbeleri olmak üzere!
Hoş görsünler, bizim de “abdiyetimiz” bu yönde işte!
Lütfen, Muhammed (aleyhisselâm)’ın getirdiği “ALLÂH” ilmini karşılıksız olarak sizlerle paylaşan bu fakîre, kızmak yerine dua edin!
13 Haziran 2005
Raleigh – NC, USA