Seyri enfüsî, insanda “nefsini bilme” diye anlatılan olaydır; ki bunu “NEFS NEDİR?” isimli sohbetimizde anlatmıştık.
İşte bu gerçekliği öğrenmeye başlayan seyri enfüsî düşünce yolcuları, bir anlayış durağında, “kendini HAK olarak görmeye” başlar. Bunun ötesinde de “ben Hakk’ım, dilediğimi yaparım her şey bana mubah”noktasına saplanır. Buna “Mülhime nefs bilinci” (hakikatine dair ilham alan bilinç) veya Mülhime Girdabı denir; ki bu konunun detayı “Mülhime Bilinç” sohbetimizde mevcuttur. Bunu aşamayıp, Mutmainne bilince ulaşamazsa, bir süre sonra Emmâre bilinci ağır basarak, Mülhime bilgisi ile de firavunlaşarak, herkesi ve her şeyi yanlış, kendini mükemmel görüp, o hâl üzere bu dünyadan ayrılır!
“Bu yolda nice başlar kesilir; hiç soran olmaz!” ile buradaki kayıplara işaret edilir!
Evet, insan, kendi hakikatini meydana getiren tüm bu gerçeklikler yanı sıra, elleriyle yaptıklarından da sorumludur! Yani, her an, daha önce yaptıklarının sonuçlarını kaçınılmaz bir şekilde yaşamak durumundadır! Vurgulayalım ki, kendinden ne düşünce veya fiil açığa çıkmışsa, onun sonuçlarını da yaşamak mecburiyetindedir!
Bir diğer deyişle, bugününüz, dününüzün sonucudur!
Bu anlattıklarımız eğer anlaşıldı ise şimdi gelelim konunun püf noktasına...
Hz. Ebu Bekir’in en mükemmel şekilde vurguladığı üzere, “ALLÂH’I İDRAK, İDRAK EDİLEMEYECEĞİNİ İDRAKTIR” gerçeğini hiç gözden kaçırmamak kaydıyla, anlamaya çalışalım bu püf noktasını...
Kur’ân-ı Kerîm’de “ALLÂH” ismine bağlı olarak anlatılan olayları, daima, hem evrensel boyut itibarıyla, evrenin özünde, hakikatinde bilinci içinde; hem de insan ismiyle işaret edilenin varlığında ve hakikatinde olarak düşünmek gerekir!
Daha önce de işaret ettiğim üzere, gerek “Âyet’el Kürsî”, gerek “Kul Eûzü”ler ve gerekse “HuvAllâhulleziy...” diye başlayan tüm tanımlamalar, hem evren boyutlarıyla aşikâr olanı, hem de insan ismi altında açığa çıkanın, çıkış mertebelerindeki özelliklerini anlatmaktadır. Bu durumda ehli anlar, sığınılan “Rab” nerededir, nedir; sığınılan “Melik” nedir; sığınılası “İlâhin nâs” neresidir!
Bir diğer ifade şekliyle, ALLÂH isimleri; hem evrensel boyutta, hem de insanın varlığındaki Rubûbiyet mertebesinde bulunan özelliklerdir.
İşte bu yüzdendir ki, Kurân’ı anlamak için okumaya başladığımızda, ALLÂH’a ait diye anlatılan tüm özelliklerin hakikatimizi meydana getirdiğini fark etmek, gelecekte karşılaşacağımız sonsuz olayların dahi bu özellikler kapsamında karşımıza çıkacağını bilmek zorundayız!
Özet...
Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak için dikkat etmemiz gereken öncelik; O’nun ötedeki bir tanrıdan gelen ferman olmadığını fark etmektir! Bundan sonra yapılacak iş ise, o yüce Kitabın, “ALLÂH” ismiyle, evrenin ve insanın hakikatindeki özelliklerden ve “Sünnetullâh”tan söz ettiğini idrak ederek, olgunluğa giden yolda yürümeye başlamaktır...
Kesinlikle bilinmesi ve göz ardı edilmemesi zorunlu gerçek de şudur ki, ismi “ALLÂH” olan, evren içre evrenleri ve insanı, ilminde kendi isimlerinin işaret ettiği özelliklerle yaratmış olandır!
Ne insanın, ne de evrenin “tanrısallığından” asla söz edilemez!
Zaten bugüne kadar hiçbir şuur sahibi de “ALLÂH” olduğunu iddia etmemiştir!
30 Mayıs 2005
Raleigh – NC, USA