2. Bakara Sûresi
“B”İSMİLLÂHİR RAHMÂNİR RAHIYM
1-) Elif, Lâââm, Miiiym;
Elif, Lâââm, Miiiym.
2-) Zâlikel Kitâb’u lâ raybe fiyhi hüden lil muttekıyn;
Hakkında şüphe edilmesi mümkün olmayan o Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsi (KİTAP), korunmak isteyenlere gerçeği idrak etme kaynağıdır.
3-) Elleziyne yu’minune Bil ğaybi ve yukiymûnas salâte ve mimma rezaknahum yünfikun;
İşte onlar gayblarındaki (algılayamadıkları) hakikate (Nefslerinin Allâh Esmâ’sının anlamlarının bir terkip - bileşimi şeklinde meydana geldiğine) iman ederler, salâtı ikame ederler (fiilen edâ yanı sıra anlamını yaşarlar) ve kendilerine verdiğimiz maddi - manevî yaşam gıdasından Allâh adına karşılıksız paylaşırlar.
4-) Velleziyne yu’minune Bi ma ünzile ileyKE ve ma ünzile min kabliK(E), ve Bil ahireti hum yûkınûn;
Onlar hakikatinden sana (boyutsal geçişle) inzâl olunana ve öncekilere inzâl olmuşlara iman ederler; geleceklerindeki sonsuz yaşam süreçlerine de ikân (kesin idrakten kaynaklanan kabul) hâlindedirler.
5-) Ülâike alâ hüden min Rabbihim ve ülâike humul muflihûn;
İşte onlar, Rablerinden (nefslerini oluşturan Esmâ bileşiminden kaynaklanan) HÜDA (hakikati idrak) hâlindedirler ve onlar kurtuluşa ermişlerdir.
6-) İnnelleziyne keferu sevâun aleyhim eenzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minun;
Hakikati örten - inkâr edenleri uyarsan da uyarmasan da fark etmez, iman etmezler!
7-) HatemAllâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ihim, ve alâ ebsarihim ğışavetun, ve lehum azâbün azıym;
Allâh, onların, beyinlerindeki hakikat algılamasını kilitlemiştir; basîretleri perdelidir. Yaptıklarının sonucu olarak feci bir azabı hak etmişlerdir.
8-) Ve minenNâsi men yekulü amennâ Billâhî ve Bil yevmil âhıri ve mâ hum Bimu’miniyn;
İnsanlardan bir kısmı “B” işareti kapsamınca (varlıklarını Allâh Esmâ’sının oluşturduğu inancıyla) Allâh’a ve âhiret süreçlerine (sonsuzluk içinde, kendilerinden açığa çıkanın sonuçlarını yaşayarak yer alacaklarına) iman ettiklerini söylerler; ne var ki imanları gerçekte bu kapsamda değildir!
9-) Yuhadi’unAllâhe velleziyne amenû ve ma yahde’ûne illâ enfüsehum ve ma yeş’urûn;
(Lafta “‘B’ anlamı kapsamınca iman ettik” diyerek) hakikatleri olan Allâh’ı ve iman etmişleri aldatmaya çalışırlar; hâlbuki kendilerini aldatırlar da bunun şuurunda değiller!
10-) Fiy kulûbihim meradun fezadehumullâhu merada, ve lehum azâbün eliymün Bima kânu yekzibûn;
Onların şuurlarında (hakikati hissetme işlevinde) sağlıklı düşünememe hâli vardır; Allâh da bunu arttırmıştır. Yalanladıkları hakikatleri yüzünden feci bir azap yaşayacaklardır.
11-) Ve izâ kıyle lehum lâ tüfsidu fiyl Ardı kalû innema nahnu muslihûn;
Onlara, arzda (yeryüzünde ve bedende) fesat çıkarmayın (varoluş amacına uygun olmayan şekilde hareket etmeyin), denildiğinde: “Biz ıslahçılarız (yerli yerinde kullananlarız)” dediler.
12-) Elâ innehum humulmüfsidûne ve lâkin lâ yeş’urûn;
Biline ki, kesinlikle onlar ifsat edenlerdir (olayı olması gerekenden saptıranlar); ne var ki bunun şuurunda değillerdir.
13-) Ve izâ kıyle lehum aminu kemâ amenenNâsü kalû enu’minu kemâ amenessüfehâ’* elâ innehum humussüfehâu ve lâkin lâ ya’lemun;
Onlara, iman eden insanlar gibi iman edin, denildiğinde: “Süfeha (aklı sınırlı, düşünmeden yaşayanlar) gibi mi iman edelim” derler. Kesinlikle biline ki, esas süfeha (aklı sınırlı, düşünemeyenler) kendileridir ama bunu fark etmiyorlar, anlayamıyorlar!
14-) Ve izâ lekulleziyne amenû kalû amenna* ve izâ halev ilâ şeyatıynihim kalû inna meaküm, innema nahnu müstehziûn;
İman edenlerle beraberken “Amenna - kabul ettik” derler, şeytanlarıyla (vehimlerine tâbi olarak onları saptıranlarla) başbaşa olduklarında ise: “Biz sizinle aynı fikirdeyiz, onlarla alay ediyoruz” derler.
15-) Allâhu yestehziu Bihim ve yemudduhum fiy tuğyanihim ya’mehûn;
(Hakikatleri olan Allâh’ı anlamamakta ısrarları dolayısıyla) Allâh kendileriyle alay ediyor ve basîretsizlikleri dolayısıyla azgınlıklarına müsaade ediyor!
16-) Ülâikelleziyneşterevüd dalâlete Bilhüda, femâ rabihat ticaretühüm ve ma kânu muhtediyn;
İşte onlar hakikatlerini oluşturan gerçeğe (bilhüda) karşılık, dalâleti (kendi hakikatini fark edememe) satın almışlardır! Oysa bu ticaret onlara kâr getirmedi; gerçeğe de erdirmez!
17-) Meselühüm kemeselillezistevkade nâra* felemma edâet ma havlehû zehebAllâhu Binûrihim ve terakehüm fiy zulümatin lâ yubsırûn;
Onların misali ateş yakana benzer, ki yakılan ateş çevreyi aydınlatır. Ne varki kendi hakikatlerinden gelen nûr açığa çıkmadığı için, karanlığa terk edilir; artık göremez!
18-) Summun bükmün umyün fehüm lâ yerci’ûn;
Sağırdırlar (algılamaları kilitlenmiştir), dilsizdirler (hakikati dillendirmezler), kördürler (apaçık hakikati algılayamazlar); onlar hakikatlerine dönemezler!
19-) Ev kesayyibin minesSemâi fiyhi zulümatun ve ra’dün ve berkun, yec’alûne esabiahum fiy âzânihim minessava’ıkı hazeral mevt, vAllâhu muhiytun Bilkâfiriyn;
Ya da semâdan (gökyüzü - düşünsel boyuttan) inen yağmur (fikirler), zulmet (karanlığın bilinmezliği) gökgürültüsü (doğru - yanlış çatışması) ve şimşek (bir an için akla düşen hakikat bilgisi) içindedirler! Yıldırımlara, ölüm korkusu (hakikatin açığa çıkmasıyla benliklerinin yok olması) düşüncesiyle kulaklarını tıkarlar (hakikat bilgisine kendilerini kapatırlar). Allâh, hakikati inkâr edenlerin de varlığını meydana getiren Muhiyt’tir (ihâta etmektedir).
20-) Yekâdül berku yahtafu ebsarehüm, küllemâ edâe lehum meşev fiyhi, ve izâ azleme aleyhim kamu, ve lev şâAllâhu lezehebe bisem’ihim ve ebsarihim, innAllâhe alâ külli şey’in kadiyr;
O şimşek (hakikat ışığı) neredeyse göze dayalı müşahedelerini kapsayacak. Onlara her aydınlık geldiğinde, o hakikat ışığıyla birkaç adım ilerler, hakikat ışığı kesilince de içine düştükleri karanlıkta kalakalırlar. Allâh dilemiş olsaydı Semi’ ve Basıyr isminin onlarda açığa çıkmasını kısardı. Kesinlikle Allâh her şeye Kaadir’dir.
21-) Ya eyyühenNâsu’budû Rabbekümülleziy halekaküm velleziyne min kabliküm lealleküm tettekun;
Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratmış olan Rabbinize (hakikatinizi oluşturan Esmâ mertebesine) kulluğunuzun farkındalığına erin. Ki böylece korunanlardan olursunuz.
22-) Elleziy ce’ale lekumul’Arda firâşen vesSemâe binâen ve enzele mines Semâi mâen feahrace Bihî minessemerati rızkan leküm, felâ tec’alu Lillâhi endâden ve entüm ta’lemûn;
O sizin için arzı (bedeni) döşek (araç), semâyı (şuuru - beyni) yaşanılan mekân olarak oluşturdu ve semâdan bir su (ilim) inzâl etti (boyutsal açığa çıkış) ve bunun sonucu olarak da size türlü (düşünsel - bedensel) yaşam gıdası verdi. Hâl böyleyken artık ötede bir ilâh edinerek O’na şirk koşmayın!
23-) Ve in küntüm fiy raybin mimmâ nezzelnâ alâ abdinâ fe’tû Bisûretin min mislihi ved’û şühedâeküm min dûnillahi in küntüm sadikıyn;
Kulumuza inzâl ettiğimizden (hakikatinden - Esmâ mertebesinden bilincine açığa çıkandan) şüpheniz varsa, onun benzeri bir sûre ortaya koyun. Eğer (sözünüzde) sadıksanız, Allâh (adıyla işaret edilen Ulûhiyetin) dûnunda (Allâh adıyla işaret edilenin misli veya benzeri olması mümkün olmadığı içindir ki, edinilen veya tahayyül edilen tanrılar ancak onun “dûnu”nda olabilir; onların da ne gayrılığından ne denkliğinden ne eş değerinden ne de kapsamından sözedilebilir. “Dûnu” kelimesiyle işaret edilen varlık vücudunu Allâh Esmâ’sının işaret ettiği özelliklerden alır ama asla varlığı Allâh adıyla işaret edilene kıyasla denk tutulamaz. Bu yüzdendir ki birimin düşündüğü ya da tahayyül ettiği hiçbir şey Mutlak hakikati itibarıyla Allâh adıyla işaret edileni tanımlayamaz. İleride görülecek “leyse kemislihi şey’a - misli olacak şey yoktur” uyarısı Allâh adıyla işaret edilene hiçbir kavramın yaklaşmasının mümkün olmadığını vurgulamaktadır. Tüm bunlar yazdığımız “dûnu” kelimesiyle anlatılmaktadır. Çalışmamızda sık sık göreceğiniz “dûnu” kelimesinin Türkçe’de karşılığı olmadığı içindir ki mecburen bu kelimeyi muhafaza ettik. A.Hulûsi -A.H.-) şahitlerinizi getirin!
24-) Fein lem tef’alû ve len tef’alû fettekunnaralletiy ve kuduhenNâsu velhıcâretu, u’ıddet lil kâfiriyn;
Bunu yapamazsanız, ki yapamazsınız; yananı insanlar ve taşlar (bilinç yapı olarak ruhanî insan ve taş, yani o ortama göre yaratılmış olan maddesi... Allâhu âlem!) olan o ateşten korunun; zira hakikati inkâr edenleri yakar o ateş.
25-) Ve beşşirilleziyne âmenû ve amilussalihati enne lehum cennâtin tecriy min tahtihel enhâr* küllemâ ruziku minhâ min semeratin rızkan kalû hâzelleziy ruzıknâ min kablu ve utû Bihî müteşabiha* ve lehum fiyha ezvâcün mutahheratun ve hum fiyha hâlidûn;
İman edip hakikati yaşamayı sağlayacak fiiller ortaya koyanları müjdele, ki onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler (Allâh Esmâ’sının açığa çıkışının seyredildiği ortamda sürekli oluşan ilimler) vardır. Bu rızıktan rızıklandıkça (bu müşahede içinde): “Bu daha önceden de tattığımız gibi bir şey” derler. Bu önce tattıklarına benzer. Orada, sonsuza dek şirk kirinden arınmış eşleri iledirler!
26-) İnnAllâhe lâ yestahyiy en yadribe meselen ma be’ûdaten femâ fevkahâ, feemmelleziyne amenû feya’lemune ennehulHakku min Rabbihim, ve emmelleziyne keferû feyekulûne mâzâ eradAllâhu Bihâzâ mesela* yudıllu Bihî kesiyran ve yehdiy Bihî kesiyra, ve ma yudıllu Bihî illel fasikıyn;
Allâh kesinlikle bir sivrisinek kanadı veya ondan da ufak bir şeyi misal vermekten kaçınmaz. İmanın gereğini yaşayanlar bunun Rablerinden kaynaklanan bir Hak olduğunu bilirler. Bu gerçeği inkâr edenler ise, (misalî anlatımları değerlendirmeyip) “Allâh, acaba bununla ne demek istedi” derler. Bu anlatım, çoğunun (fıtratlarının elvermemesinden dolayı) sapmasına yol açar; bir kısmını da gerçeğe hidâyet eder. Allâh, onunla (bu tür anlatımla) sâfiyetini yitirmişlerden başkasını saptırmaz!
27-) Elleziyne yenkudûne ahdAllâhi min ba’di miysakıhi, ve yaktaune mâ emerAllâhu Bihî en yûsale ve yüfsidûne fiyl’Ardı, ülâike hümülhasirûn;
Onlar, Allâh ahdini (Esmâ’sını açığa çıkarmanın farkındalığıyla yaşama istidadının gereğini) dünyaya geldikten sonra yerine getirmezler. Birleştirilmesini emrettiğini (Esmâ hakikati müşahedesini) keserler ve arzda (bedensel yaşam boyutunda) fesat çıkarırlar (bedensel arzular {karındaki ikinci beyin dürtüleri - komutları/nefs-i emmâre} peşinde ömür tüketirler). İşte bunlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
28-) Keyfe tekfurûne Billâhi ve küntüm emvâten feahyâküm, sümme yümiytuküm sümme yuhyiyküm sümme ileyhi turce’ûn;
Nasıl da varlığınızın hakikatinin Allâh Esmâ’sı (B işareti kapsamında) olduğunu inkâr ediyorsunuz? Ölüydünüz (hakikatinizin ne olduğunu bilmeden yaşıyordunuz), O sizi diriltti (inzâl ettiği ilimle size hayat verdi); sizi yine öldürecek (kendini sırf bedenmiş gibi kabul hâlinden), yine diriltecek (kendini beden sanma hâlinden arındırarak bilinç boyutu hâliyle yaşam)... Nihayet sonunda hakikatinizi göreceksiniz!
29-) HUvelleziy halakaleküm ma fiyl’Ardı cemiy’an sümmestevâ ilesSemâi fesevvâhünne seb’a Semâvât, ve HUve Bikülli şey’in Aliym;
“HÛ” (O işaretini boyutsal derinlikli düşünmek gerekir) yarattı sizin için arzda olanların (bedeninizdeki özelliklerin) tümünü; sonra da şuur (beyin) boyutunuza yönelip onu yedi kat (yedi idrak kapasitesi - Nefs mertebesi) olarak düzenledi. O her şeyi bizâtihi kendinden yarattığı içindir ki her şeyi bilendir.
30-) Ve iz kale Rabbüke lilmelâiketi inniy ca’ilün fiyl’Ardı hâliyfeh* kalû etec’alü fiyhâ men yüfsidü fiyhâ ve yesfiküddimâe, ve nahnu nüsebbihu BihamdiKE ve nükaddisüleKE, kale inniy a’lemü mâ lâ ta’lemûn;
Rabbin meleklere: “Ben arzda (bedende) bir halife (Esmâ mertebesinin farkındalığıyla yaşayan şuur sahibi) meydana getireceğim” dedi. Onlar da: “Orada fesat çıkarıp kan döken birini mi meydana getireceksin; biz seni hamdinle (bizde açığa çıkardığın varlığını değerlendirme hâliyle) tespih (her an yeni hâle dönüşen isteğine kulluk ederek) ve kudsiyetini (her türlü eksiklikten berî oluşunu)dillendirmiyor muyuz?” dediler. (Buyurdu): “BEN sizin bilmediklerinizin Aliymiyim!..”
31-) Ve alleme AdemelEsmâe küllehâ sümme aradahum alelMelâiketi fekale enbiûniy BiEsmâi hâülâi in küntüm sadikıyn;
Sonra Âdem’e (Esmâ’nın programlanışı, Esmâ bileşiminin açığa çıkışıyla yoktan var edilene) bütün Esmâ’yı (Esmâ ül Hüsnâ’sının anlamlarını açığa çıkarmayı ve kavramayı) talim etti (programladı). Sonra melâikeye: “Eğer dediğinizde ısrarlı iseniz bana (Âdem’in)varlığındaki Esmâ’nın (özelliklerinin) neler olduğunu anlatın” dedi.
32-) Kalu sübhaneKE lâ ilme lenâ illâ mâ ‘allemtenâ inneKE ENTEl AliymulHakiym;
(Bunu değerlendiremeyen melâike): “Subhaneke (her an yeni bir şey yaratıp bunlarla da asla kayıtlanmayan ve sınırlanmayansın)! Bizde açığa çıkarttığın ilimden başkasını bilmemiz asla mümkün değil! Şüphesiz ki sen, Mutlak İlim (Aliym) ve bunu bir sistem içinde (Hakiym) açığa çıkaransın!”
33-) Kale ya Ademu enbi’hum BiEsmâihim, felemmâ enbeehum BiEsmâihim, kale elem ekul leküm inniy a’lemu ğaybesSemâvâti vel’Ardı, ve a’lemu mâ tübdûne ve mâ küntüm tektümûn;
(Hitap etti): “Yâ Âdem (yoktan var olmuş, Esmâ ile hayat bulmuş) varlığındaki isimlerin hakikatinden onlara söz et.” Âdem onlara (varlığını oluşturan Allâh) isimlerinin işaret ettiği mânâlardan haber verince (yani bu isimlerin özellikleri kendisinde açığa çıkınca); Allâh onlara fark ettirdi: “Demedim mi size ben, muhakkak ki bilirim semâlar (şuur boyutu) ve arz (beden) boyutunun gaybını (açığa çıkmamış sırlarını, özelliklerini)... Ve ben bilirim gizlediklerinizi ve açıkladıklarınızı!”
34-) Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû liAdeme fesecedû illâ iblise, ebâ vestekbera ve kâne minelkâfiriyn;
Meleklere: “Secde edin Âdem’e” dediğimizde secde ettiler (yoktan varolmuştaki Esmâ’dan meydana gelmiş varlığa - Esmâ mertebesine)... Ancak İblis, benliğinin yüceliğinden (enfüsünde gördüğüyle âfaktaki hakikatten perdelenerek) inkâr etti. Hakikati inkâr edenlerden (kâfir) oldu.
35-) Ve kulnâ yâ Ademüskün ente ve zevcükelcennete ve külâ minha rağaden haysü şi’tüma, ve lâ takrebâ hâzihişşecerate feteküna minezzalimiyn;
Bundan sonra dedik ki: “Ey Âdem, sen ve senin hâlini, yaşamını paylaştığın (eşin - bedenin), cennet boyutunu mesken edinin. Dilediğinizce bu boyutun nimetleriyle yaşayın ve şu ağaca da yaklaşmayın, (yaklaşırsanız) zâlimlerden olursunuz.”
36-) Feezellehumeşşeytanu anha feahracehuma mimma kânâ fiyhi, ve kulnehbitû ba’duküm liba’din adüvvün, ve leküm fiyl’Ardı müstekarrun ve metâ’un ila hıyn;
Bundan sonra şeytan onları içinde yaşadıkları (boyuttan) kaydırttı. Biz de dedik ki: “Bir kısmınız diğerine (ruh ve beden) düşman olarak inin. Sizin (ve nesliniz) için bir süre arzda (beden boyutu şartlarında) yaşam ve belli bir süre oradan yararlanma söz konusudur.”
37-) Fetelakka Ademü min Rabbihi kelimâtin fetâbe aleyh* inneHU HUvetTevvaburRahıym;
Âdem, Rabbinden (beynindeki Esmâ mertebesi boyutundan) gelen ilim ile -kelimeler- (yapmaması gerekeni fark edip, kendisinden açığa çıkan vehmine tâbi olma hatasını itiraf edip) tövbe etti. Tövbesi kabul edildi. Şüphesiz ki HÛ; O, tövbeyi kabul edip Rahıymiyeti ile bunun güzel sonuçlarını yaşatandır.
38-) Kulnehbitû minhâ cemî’a* feimmâ ye’tiyenneküm minniy hüden femen tebi’a hüdâye felâ havfün aleyhim ve lâ hum yahzenûn;
Dedik: “İnin hepiniz oradan (kendinizi bedensiz hissettiğiniz şuur boyutundan - cennet yaşamından)... Benden size HÜDA (hakikatinizi idrak ettirici Rasûl - ilim) geldiğinde kim HÜDAma tâbi olursa onlara ne korku vardır ne de mahzun olacakları bir şey.”
39-) Velleziyne keferû ve kezzebû Biâyâtinâ, ülâike ashabun nâr* hum fiyha hâlidûn;
Onlar ki bizim işaretlerimizi inkâr edip yalanlarlar, işte onlar sonsuza dek ateş (azap) içindedirler.
40-) Yâ beniy isrâil’ezkürû ni’metiyelletiy en’amtü aleyküm ve evfû Biahdiy ûfi Biahdiküm ve iyyaye ferhebûn;
İsrailoğulları (dedim)... Size bağışladığım nimeti hatırlayın ve verdiğiniz sözü yerine getirin, ki ben de size olan (varoluşunuzdaki hilâfet) sözümü yerine getireyim. Yalnız benden çekinin!
41-) Ve âminû Bimâ enzeltü müsaddikan limâ me’aküm, ve lâ tekünû evvele kâfirin Bih* ve lâ teşterû Biâyâtiy semenen kaliyla* ve iyyaye fettekun;
Ve iman edin sizde olanı (Tevrat’ı) tasdik eden, indîmizden inzâl ettiğimize (Kurân’a). O gerçeği inkâr edenlerin ilki olmayın. Varlığınızdaki (B sırrı kapsamındaki) işaretlerimi (Esmâ’nın açığa çıkış kuvvelerini) az bir dünya değerine değişmeyin. Benden korunun!
42-) Ve lâ telbisülHakka Bilbatıli ve tektümulHakka ve entüm ta’lemûn;
Gerçeği (Hakk’ı), aslı olmayana (bâtıla) karıştırmayın! Bildiğiniz hâlde gerçeği gizliyorsunuz!
43-) Ve ekıymusSalâte ve atuzZekâte verke’u ma’arraki’ıyn;
Salâtı ikame edin (âfakî ve enfüsî yönelişi yaşayın), zekâtı (size bağışlananın bir kısmını karşılıksız) verin; rükû edenlerle beraber rükû edin. (Varlığınızdaki Allâh Esmâ’sının azametini hissedip, tespih edin ve bunun nefsin hakikati olan Muhıyt tarafından algılandığını, rükûdan kalkıp “semi’Allâhu......” derken fark edin.)
44-) Ete’murûnen Nâse Bilbirri ve tensevne enfüseküm ve entüm tetlûnelKitâb* efelâ ta’kılûn;
İnsanlara Birr’i (Allâh Esmâ’sının sizde oluşturduğu güzelliği yaşamayı) tavsiye ederken, kendi nefsinizde bunu (hissedip) yaşamayı unutuyor musunuz? Oysa Kitabı (varlığın hakikati bilgisini) okuyorsunuz... Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
45-) Veste’ıynû BisSabri vesSalâti, ve innehâ lekebiyratun illâ alelhaşi’ıyn;
(Varlığınızdaki Esmâ kuvvesine dayanarak) sabredin ve ona yönelerek (salât ile) yardım isteyin. Allâh’a haşyet duymayanın benliğine kesinlikle bu iş ağır gelir!
46-) Elleziyne yezunnûne ennehum mülaku Rabbihim ve ennehum ileyhi raci’ûn;
O haşyet duyanlar, (nefslerinin Esmâ’sıyla hakikati olan) Rablerine (benliklerinin yokluğunu hissederek) ereceklerini düşünürler ve nitekim O’na dönerler!
47-) Yâ beniy isrâil’ezkürû ni’metiyelletiy en’amtü aleyküm ve enniy faddaltüküm alel alemiyn;
Ey İsrailoğulları, size bağışım olan (verdiğim ilim dolayısıyla) nimetimi, sizi çeşitli toplumlara üstün kılışımı hatırlayın.
48-) Vetteku yevmen lâ tecziy nefsün an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minha şefaatün ve lâ yü’hazü minha adlün ve lâ hum yunsarûn;
Kimsenin kimseyi kurtarmak için bir şey ödeyemeyeceği süreçten korunun; (o süreçte) ne (birbirine) şefaat kabul edilir, ne fidye ödenerek biri kurtarılabilir ne de onlara yardım gelir.
49-) Ve iz necceynaküm min ali fir’avne yesumûneküm sûel azâbi yüzebbihune ebnâeküm ve yestahyûne nisâeküm ve fiy zâliküm belâun min Rabbiküm azıym;
Sizi Firavun ailesinden de kurtarmıştık, ki size en kötü azabı yaşattırıyorlardı. Erkek çocuklarınızı boğazlayıp, kadınlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Rabbinizin azametli bir belâsı içindeydiniz.
50-) Ve iz feraknâ Bikümul bahre feenceynâküm ve ağraknâ âle fir’avne ve entüm tenzurûn;
Varlığınızdaki Allâh Esmâ’sı kuvvesinin açığa çıkartılmasıyla denizi yarıp sizi kurtarmış; Firavun ailesini ise size bakıp dururken boğmuştuk!
51-) Ve iz va’adna Mûsâ erbe’ıyne leyleten sümmettehâztümul’ıcle min ba’dihi ve entüm zalimun;
Musa’ya kırk gece vadetmiştik de, siz de o süreçte buzağıyı (tanrı) edinmiştiniz, zâlimler olarak (nefsinize zulmetmiştiniz).
52-) Sümme afevnâ anküm min ba’di zâlike le’alleküm teşkürûn;
Bu olaydan sonra sizi affetmiştik belki şükredersiniz (değerlendirirsiniz) diye.
53-) Ve iz ateynâ MûselKitâbe velFurkane le’alleküm tehtedûn;
Hani Musa’ya Kitabı (varlığın hakikati bilgisini) ve Furkan’ı (doğrularla yanlışları ayırt etme yetisini - bilgisini) vermiştik; gerçeğe yönelesiniz diye.
54-) Ve iz kale Mûsâ likavmihî ya kavmi inneküm zalemtüm enfüseküm Bittihazikümül’ıcle, fetûbû ilâ Bâriiküm faktulû enfüseküm zâliküm hayrun leküm ‘ınde Bâriiküm fetâbe aleyküm, inneHU HUvetTevvaburRahıym;
Musa kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim, buzağıyı kendinize (tanrı) edinerek nefslerinizdekine (hakikatinize) zulmettiniz! Bu yüzdendir ki Bâri’ye (varlığı kendi Esmâ’sından olarak özel bir yapıda yaratana) tövbe edin (varlığınızdaki kendisini inkâr edip, dışınızda tanrı edindiğiniz için) ve benliklerinizi öldürün! Bunu yapmanız Bâri indînde hayırlıdır, tövbenizi kabul eder. Muhakkak ki O, tövbe edeni affeden ve sonucunda rahmetini bağışlayandır.”
55-) Ve iz kultüm ya Mûsâ len nu’mine leke hatta nerAllâhe cehraten, feehazetkümussa’ıkatü ve entüm tenzurûn;
“Yâ Musa, biz Allâh’ı dışarıda, açıkta görmedikçe iman etmeyiz” demiştiniz de; bunun üzerine yıldırım (varlığınızı yok eden hakikat bilgisi) çarpmıştı sizi, siz bakıp dururken!
56-) Sümme be’asnaküm min ba’di mevtiküm le’alleküm teşkürûn;
Sonra, ölümü (yokluğunuzu - gerçekte yegâne var olanın Vâhid’ül Kahhâr olduğu gerçeğini) tatmanızın akabinde, yeni bir anlayışla hayata başlatmıştık sizi, belki bunu değerlendirirsiniz diye.
57-) Ve zallelnâ aleykumulğamâme ve enzelnâ aleykümülmenne vesselvâ, külû min tayyibati mâ rezaknaküm ve mâ zalemûna ve lâkin kânû enfüsehum yazlimûn;
Ve sizi (yakıcı Hakikatten perdeleyen ve beşeriyetinizin idâmesini sağlayan) bulutla gölgeledik; üzerinize menn (varlığınızı oluşturan Allâh Esmâ’sındaki kudret kuvvesi) ve selva (manevî âleminizi hissetme duygusu) inzâl ettik (hakikatinizden şuurunuza)... “Rızık olarak verdiğimiz temiz şeyleri yiyin”, dedik. Onlar (hakikat bilgisini değerlendirmeyerek) bize zulmetmediler, kendi nefslerine zulmettiler! (Burada âyetin bir bâtın yorumuna yer verilmiştir zâhir anlamı yanı sıra. A.H.)
58-) Ve iz kulnedhulû hâzihilkaryete fekülû minhâ haysü şi’tüm rağaden vedhulülbâbe sücceden ve kulû hıttatün nağfir leküm hatayâküm, ve seneziydülmuhsiniyn;
Hani şunu demiştik onlara: “Şu karyeye (boyuta) girin ve orada dilediğiniz şekilde (o boyutun nimetlerini) yiyin... Kapısından da secde ederek (varlığınızın yokluğunu, yalnızca Allâh Esmâ’sının var olduğunu itiraf ederek) girin ve (benlik hissinizden dolayı) mağfiret dileyin... Ki (benliğinizin oluşturduğu) hatalarınızı mağfiret edelim. Kendisine bağışlananları başkalarıyla karşılıksız paylaşanlara (muhsinlere) daha da arttıracağız.”
59-) Febeddelelleziyne zalemû kavlen ğayrelleziy kıyle lehum feenzelnâ alelleziyne zalemû riczen minesSemâi Bimâ kânû yefsukun;
Ne var ki, onların arasındaki nefsine zulmedenler, kendilerine söylenen sözü başka bir sözle değiştirdiler. Bunun sonucu olarak biz de semâdan (beyindeki amigdala özelliklerinden) ricz (vehim, azaba sebep olacak fikirler) inzâl ettik.
60-) Ve izisteska Mûsâ likavmihî fekulnadrib Bi’asakelhacere, fenfecerat minhüsneta aşrete aynen, kad alime küllü ünâsin meşrabehum, külû veşrabû min rizkıllâhi ve lâ ta’sev fiyl’ Ardı müfsidiyn;
Hani Musa kavmi için su istemişti de: “(Varlığındaki Esmâ kuvvesiyle) asanı taşa vur” demiştik. (Vurunca) taştan on iki gözeden su fışkırmıştı. Her grup insan kendi meşrebini (su içeceği yeri) bildi. “Allâh rızkından yiyin için, arzda fesat çıkarıcılar olarak aşırı gitmeyin” dedik.
61-) Ve iz kultüm ya Mûsâ len nasbire alâ ta’amin vahidin fed’u lenâ Rabbeke yuhric lenâ mimmâ tünbitül’Ardu min bakliha ve kıssâiha ve fûmiha ve adesiha ve besaliha, kale etestebdilûnelleziy huve ednâ Billeziy huve hayr, ihbitû mısran feinne leküm mâ seeltüm ve duribet aleyhimüzzilletü velmeskenetü ve bâû Biğadabin minAllâh, zâlike Biennehum kânû yekfürûne Biâyâtillâhi ve yaktülûnenNebiyyiyne BiğayrilHakkı, zâlike Bimâ asav ve kânû ya’tedûn;
Ne demiştiniz Musa’ya... “Biz tek gıda ile yetinmeyiz; bizim için Rabbine dua et de bize arzda yetişenlerden; baklasından, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından versin!” Musa sordu: “Size verilmiş hayırlı ve üstün olanı, âdi değersiz şeylerle mi değiştirmek istiyorsunuz? Şehre inin o zaman, istediğinize kavuşursunuz.” Bundan sonra üzerlerine zillet ve meskenet vuruldu. Allâh’tan (hakikatlerindekini yaşamaktan) gadaba uğradılar (dışa dönük bir yaşama geçtiler). Çünkü Allâh’ın nefslerindeki işaretlerini (Esmâ kuvvelerini) örtüp, inkâr edip; Hakk’ın muradına karşı (nefsaniyetlerine uyarak) Nebileri öldürüyorlardı. Kendilerinden açığa çıkan isyan sonucu, sınır tanımadan, çok ileri gittiler.
62-) İnnelleziyne amenû velleziyne Hâdû venNesara vesSabiiyne men amene Billâhi velyevmil’ahiri ve amile salihan, felehum ecruhum ‘ınde Rabbihim ve lâ havfün aleyhim ve lâ hum yahzenûn;
(Gizli şirk içinde olsalar bile {Yûsuf: 106}) iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler (yıldızların tanrı olduğuna inanıp onlara tapanlar) arasından; nefslerinin Allâh Esmâ’sından meydana geldiğine ve gelecekte yaşanacak sürece iman edenler ve bunun gereği kendilerini selâmete çıkaran çalışmalara devam edenler, Rablerinin (Esmâ bileşimlerinin) indînde ecre (bunun getirisi olan kuvvelere) kavuşurlar. Onlar için ne korkulacak bir şey kalır ne de onları üzecek bir olay!
63-) Ve iz ehaznâ miysakaküm ve refa’na fevkakumütTûr* huzü mâ ateynâküm Bikuvvetin vezkürû mâ fiyhi le’alleküm tettekun;
Hani sizden söz almıştık ve Tur’u da üstünüze kaldırmıştık (Musa’nın bir mucizesi). Size verdiğimizi (hakikat bilgisini) bir kuvve olarak tutun ve onun içinde olanı zikredip hatırlayın ki korunabilesiniz.
64-) Sümme tevelleytüm min ba’di zâlike, felevla fadlullahi aleyküm ve rahmetuHU leküntüm minel hasiriyn;
Oysa bunun ardından yine yüz çevirip eski hâlinize döndünüz! Allâh’ın fazlı ve rahmeti olmasa kesin hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.
65-) Ve lekad alimtümülleziyna’tedev minküm fiysSebti, fekulna lehum kûnû kıradeten hasiiyn;
Yemin olsun ki sizden Sebt’te (Cumartesi’ye hürmet etmeyip) haddini aşanları siz bilirsiniz. Onlara şöyle dedik: “Aşağılık maymunlar (hakikatinin getirisini yaşamayı terk edip taklitle yaşayanlar) olun!”
66-) Fece’alnâha nekâlen limâ beyne yedeyha ve mâ halfeha ve mev’ızaten lil muttekıyn;
Bu; olayı yaşayanlara ve onlardan sonra gelenlere ibret bir ceza olsun; korunmak isteyenler de bundan öğüt alsınlar, diyedir.
67-) Ve iz kale Mûsâ likavmihi innAllâhe ye’muruküm en tezbehû bekareten, kalû etettehızüna huzuva* kale e’ûzü Billâhi en eküne minelcahiliyn;
Hani Musa kavmine demişti ki: “Allâh size, bir inek boğazlamanızı emrediyor...” Dediler: “Sen bizimle alay mı ediyorsun?” Musa: “Cahillerden olmaktan hakikatim olan Allâh’a sığınırım!”
68-) Kalüd’u lenâ Rabbeke yübeyyin lenâ mâ hiye, kale inneHU yekulû inneha bekaretün lâ faridun ve lâ bikrun, avanün beyne zâlike, fef’alû mâ tü’merûn;
Dediler: “Bizim için Rabbine yönel de bildirsin nasıl bir şey (kesmemizi) istiyor?” “Kesinlikle O diyor ki, o ne yaşlı ne de çok genç, ikisi arası bir inektir...” Hadi emredileni uygulayın.
69-) Kalüd’u lenâ Rabbeke yübeyyin lenâ mâ levnüha, kale inneHU yekulü inneha bekaretün safrâu, fakı’un levnüha tesürrün nazıriyn;
(Aldıkları cevapla tatmin olmayıp daha gereksiz detaya indiler) dediler: “Rabbine yönel de bize ne renk olduğunu bildirsin!” “Kesinlikle O diyor ki, o (kesecekleri) sapsarı parlak renkli bir inektir ki, bakanlara zevk verir.”
70-) Kalüd’u lenâ Rabbeke yübeyyin lenâ mâ hiye, innelbekara teşabehe aleyna, ve innâ inşâAllâhu lemühtedûn;
(Üstelediler) dediler: “Rabbine yönel de açıklasın bize nasıl bir inek kesmemizi istiyor; zira bu tarife benzer çok inek var? İnşâAllâh biz tam istenilen ineği buluruz”...
71-) Kale inneHU yekulü inneha bekaretün lâ zelûlün tüsiyrul’Arda ve lâ teskıylharse müsellemetün laşiyete fiyha, kalül’ ÂNe ci’te BilHakkı, fezebehuha ve mâ kâdû yef’alun;
O diyor ki: “Muhakkak ki o inek boyunduruğa bağlanmamış, toprak sürmemiş, ekini sulamamış, serbest bırakılmış dolaşan, alacası olmayan biri!” Dediler: “İşte şimdi Hak olarak ortaya koydun isteneni.” İşte bundan sonra (güçlükle bulup o vasıftaki tek ineği)boğazladılar... (Ancak çok bedel ödediler o özellikteki tek inek için.) Neredeyse başaramayacaklardı!
72-) Ve iz kateltüm nefsen feddare’tüm fiyha, vAllâhu muhricun ma küntüm tektümûn;
Hani siz birini öldürmüştünüz de, onun hakkında tartışıp birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allâh sakladığınızı açığa çıkarandır!
73-) Fekulnadribûhü Biba’dıha, kezâlike yuhyillahulmevta ve yuriyküm âyâtihi le’alleküm ta’kılûn;
“Onun (boğazlanan ineğin) bir parçasıyla (özünüzdeki ilâhî kuvveyi kullanarak) vurun (öldürülene)!” dedik. İşte böylece hayata kavuşturur ölüyü... Size böylece (varlığınızdaki kuvvenin) işaretlerini gösterir, tâ ki aklınızı kullanın (değerlendirin).
74-) Sümme kaset kulûbüküm min ba’di zâlike, fehiye kelhıcareti ev eşeddü kasveten, ve inne minel hıcareti lemâ yetefecceru minhül’enhar, ve inne minha lemâ yeşşakkaku feyahrucü minhülmâ’, ve inne minha lemâ yehbitu min haşyetillâh, ve mAllâhu Biğafilin amma ta’melûn;
Bu olayın ardından kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı (varlığındaki Hakk’ı açığa çıkaramaz oldu)... Oysa bazı taşlar vardır ki, içinden nehirler fışkırır; ve bazıları da vardır ki şak diye yarılır da ondan su çıkar. Öyle taşlar vardır ki, haşyetullahtan düşüp yuvarlanır... Allâh sizden açığa çıkanlardan (varlığınızı Esmâ’sıyla oluşturduğu için) asla perdeli değildir.
75-) Efetatme’ûne en yu’minû leküm ve kad kâne feriykun minhum yesme’ûne kelâmAllâhi sümme yüharrifûnehû min ba’di mâ ‘akalûhu ve hum ya’lemun;
Şimdi siz ey iman edenler, (genetik geçmişi bu olan Yahudilerin) size inanmalarını mı ümit ediyorsunuz? Oysa onların bir kısmı vardı ki, kelâmullahı (Musa’yı) dinler, dediklerini anlar, sonra da bile bile tahrif ederlerdi (değiştirirler başka anlamlara çevirirlerdi).
76-) Ve izâ lekulleziyne amenû kalû amennâ ve izâ helâ ba’duhum ila ba’din kalû etuhaddisünehum Bimâ fetehAllâhu aleyküm liyühac’cûküm Bihî ‘inde Rabbiküm, efelâ ta’kılûn;
Bunlar iman edenlerle karşılaştıklarında “iman ettik” derler; sonra da birbirleriyle başbaşa kaldıklarında, “Allâh’ın size açtığı hakikati, aleyhinizde delil olarak kullanmaları için mi bunlara anlatıyorsunuz, bunu düşünemiyor musunuz?” derler.
77-) Evelâ ya’lemune ennAllâhe ya’lemu mâ yusirrûne ve ma yu’linûn;
Bilmiyorlar mı Allâh’ın, gizlediklerini de açığa çıkardıklarını da bildiğini!
78-) Ve minhum ümmiyyûne lâ ya’lemunelKitâbe illâ emaniyye ve in hum illâ yezunnûn;
Onlardan ümmî olanlar vardır ki, vehmettikleri (kafalarında şartlanmalarına göre kurguladıkları) ötesinde Kitabı (hakikat bilgisini)bilmezler; (asılsız) zanlarıyla yaşarlar.
79-) Feveylün lilleziyne yektubûnelKitâbe Bieydiyhim sümme yekulûne hâzâ min ‘indillâhi liyeşteru Bihî semenen kaliyla* feveylün lehum mimma ketebet eydiyhim ve veylün lehum mimmâ yeksibûn;
Yazıklar olsun kendi elleriyle (nefsanî doğrultuda) birtakım bilgileri yazıp, sonra da az bir paha karşılığı için “Bu Allâh indîndendir” diyenlere!.. Yazıklar olsun elleriyle yazıya döktükleri bilgilere! Yazıklar olsun bu yolla elde ettikleri kazanca!
80-) Ve kalû len temessenennâru illâ eyyamen ma’dudeten, kul ettehaztüm ‘indAllâhi ahden felen yuhlifAllâhu ahdeHU em tekulûne alAllâhi mâ lâ ta’lemûn;
Ve dahi onlar dedi ki: “Sayılı günler ötesinde ateş bizi yakmayacak!” De ki onlara: “İndAllâh’tan (hakikatinizden gelen bir) söz mü aldınız? Allâh asla sözünden dönmez! Oysa siz Allâh hakkında uydurma şeyler konuşuyorsunuz!”
81-) Belâ men kesebe seyyieten ve ehatat Bihî hatıy’etuhu feülâike ashabünnâr* hüm fiyha halidûn;
Hayır! Gerçek onların sandığı gibi değil! Kim bir kötülük kazanırsa (düşündükleri veya elleriyle yaptıklarından dolayı) ve de o hatası kendisini (düşünce sistemini) kuşatırsa (hakikatı göremez hâle gelirse), işte onlar ateş (yanma) ehlidir sonsuza dek!
82-) Velleziyne amenû ve amilussalihati ülâike ashabülcenneti hüm fiyha halidun;
Onlar ki iman ederler ve salâha erdirici fiiller ortaya koyarlar, işte onlar cennet ehlidir ve sonsuza dek orada kalırlar.
83-) Ve iz ehaznâ miysaka beniy israiyle lâ ta’büdûne illAllâhe ve Bilvalideyni ıhsanen ve ziylkurba velyetama velmesakiyni ve kulû linNâsi hüsnen ve ekıymusSalâte ve atuzZekâte, sümme tevelleytüm illâ kaliylen minküm ve entüm mu’ridûn;
Hani İsrailoğullarından söz almıştık; Allâh gayrını var kabul edip ona tapınmayın, ana-babanızın hakkını verin, yakınlarınıza, yetimlere, yoksullara ihsanda bulunun; insanlara güzel (Hakk’a erdirici) sözler söyleyin; namazı ikame edip zekâtı verin. (Onlardaki namaz ve zekât İslâm’dakinden farklıydı.) Ancak bundan sonra, birazınız hariç, yüz çevirdiniz ve hâlâ da çevirmekte devam ediyorsunuz.
84-) Ve iz ehaznâ miysakaküm lâ tesfikûne dimâeküm ve lâ tuhricûne enfüseküm min diyâriküm sümme akrartüm ve entüm teşhedûn;
Hani sizden, birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi yaşadığı yerden uzaklaştırmayın diye söz almıştık. Siz de buna şahitlik eder hâlde ikrar (kabul) etmiştiniz.
85-) Sümme entüm hâülâi taktülûne enfüseküm ve tuhricûne feriykan minküm min diyârihim* tezaherune aleyhim Bil’ismi vel ‘udvani, ve in ye’tûküm üsara tüfadûhüm ve huve muharremün aleyküm ıhracühüm* efetu’minûne Biba’dılKitâbi ve tekfurûne Biba’din, femâ cezâü men yef’alü zâlike minküm illâ hızyün fiylhayâtiddünya* ve yevmelkıyameti yuraddûne ilâ eşeddil’azâb* ve mAllâhu Biğafilin amma ta’melûn;
Hâlbuki siz birbirinizi öldürüyorsunuz, içinizden bir grubu yurtlarından çıkartıyorsunuz. Onlar aleyhine haksız yere düşmanlıkta birleşiyorsunuz. Esir olup da geri getirilirlerse fidyelerini verip onları aranızdan çıkartıyorsunuz (oysa bu haramdı). Yoksa siz (Kitabın) hakikat bilgisinin bir kısmına iman edip bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanların ereceği karşılık, dünya yaşamında rezil olmaktır. Kıyamet sürecinde ise azabın en şiddetlisine düçar olurlar! Allâh yaptıklarınızdan hakikatiniz olarak gâfil değildir.
86-) Ülâikelleziyneşteravül hayâteddünya Bil’ahıreti, fela yuhaffefü anhümül’azâbü ve lâ hüm yünsarûn;
İşte onlar sonsuz gelecekleri (içsel hakikat yaşamları) karşılığında dünya (bedensel arzu ve zevkler) hayatını satın almışlardır. Onların azabı hafifletilmez! Onlara yardım da edilmez.
87-) Ve lekad ateynâ MûselKitâbe ve kaffeyna min ba’dihi BirRusuli ve ateynâ ‘İysebne Meryemelbeyyinâti ve eyyednahu Birûhılkudüs* efeküllemâ câeküm Rasûlün Bimâ lâ tehvâ enfüsükümüstekbertüm* feferiykan kezzebtüm ve feriykan taktülûn;
Andolsun ki Musa’ya (Kitap) hakikat bilgisi verdik; ondan sonra da birbiri ardınca içinizden Rasûllerle takviye ettik. Meryemoğlu İsa’ya da beyyineler (hakikat bilgisinin apaçık tasdiki olan hâller) verdik. Onu Ruh-ül Kuds (Onda açığa çıkardığımız kuvve) ile teyit ettik. Nefsinizi yüceltmek uğruna, ne zaman hevânıza uymayan gerçekleri dillendiren Rasûller gelse, onların bir kısmını yalanlayıp, bir kısmını da öldürdünüz.
88-) Ve kalû kulûbüna ğulf* bel le’anehümüllâhu Biküfrihim fekaliylen ma yu’minun;
Dediler ki: “Kalplerimiz (düşünü - algılamamız) koza (dünyamız) içindedir (hakikatimizi yaşayamayız)!” Hayır, belki de hakikati inkâr ettikleri için (lânete uğramışlar) Allâh’tan uzak düşmüşlerdir! İmanınız ne kadar az!
89-) Ve lemma câehüm Kitâbün min ‘indillâhi musaddikun lima me’ahüm ve kânû min kablü yesteftihune alelleziyne keferu* felemma câehüm mâ ‘arefû keferu Bihî, fela’netullâhi alelkâfiriyn;
Daha önce, dini inkâr eden kâfirlere karşı zafer kazanmak üzere bir açılım istediklerinde (Yahudiler), kendilerindeki bilgiyi tasdik eden bir yeni bilgi, Allâh tarafından onlara verildi; O geleceğini bildikleri (Hz. Muhammed) geldi, ama onu inkâr ettiler! Artık onlar Allâh’tan uzak düşmüş bir hâlde yaşarlar (Allâh lâneti hakikati reddedenler üzerinedir)!
90-) Bi’semeşterav Bihî enfüsehüm en yekfüru Bimâ enzelAllâhu bağyen en yünezzilAllâhu min fadlihî alâ men yeşâü min ıbadihî, febâu Biğadabin alâ ğadab* ve lilkâfiriyne azâbün muhiyn;
Haset yüzünden, Allâh’ın fazlından (hakikatinden şuuruna) inzâl ettiği kullarından birini inkâr ederek, inkârları yüzünden nefslerindeki hakikati örtmeleri ne kötüdür! Bu yüzdendir ki gazap üstüne gazaba uğradılar (hakikatlerinden perdeli yaşam derekesine düştüler). Hakikati inkâr edenler (kâfirler) için, alçaltıcı bir azap oluşur.
91-) Ve izâ kıyle lehüm âminu Bimâ enzelAllâhu kalu nu’minu Bimâ ünzile aleyna ve yekfürune Bimâ verâehu ve huvelHakku musaddikan limâ me’ahüm* kul felime taktülûne enbiyâAllâhi min kablü in küntüm mu’miniyn;
Onlara, “Allâh’ın inzâl ettiğine iman edin” denildiğinde, “Biz bize inzâl olana iman ederiz” derler ve başkasına inzâl olanı reddederler. Oysa kendilerindekini tasdik edendir inzâl olan! De ki: “Mâdemki size inzâl olan hakikate iman ediyordunuz da niçin Allâh Nebilerini öldürdünüz?”
92-) Ve lekad câeküm Mûsâ Bilbeyyinati sümmettehaztümül’ıcle min ba’dihî ve entüm zalimun;
Andolsun ki Musa size hakikatinin açığa çıkardığı apaçık deliller ile gelmişti... Buna rağmen siz bir buzağıyı (tanrı) edinerek nefsinize (hakikatinize) zulmettiniz.
93-) Ve iz ehaznâ miysâkaküm ve refa’nâ fevkakümütTûr* huzû mâ ateynâküm Bikuvvetin vesme’û* kalû semı’nâ ve asaynâ ve üşribû fiy kulûbihimul’ıcle Biküfrihim* kul bi’se mâ ye’muruküm Bihî iymânuküm in küntüm mu’miniyn;
Biz sizden söz almıştık, Tur’u (benlik dağı) üzerinizde kaldırmıştık... “Verdiğimizi özünüzdeki kuvve ile yaşayın, algılayın ve gereğine uyun” (demiştik). Onlar ise: “Algıladık ama kabul etmedik” dediler. Bu inkârları yüzünden kalpleri buzağı sevgisiyle (dışsallıkla) doldu! De ki: “İman edenleriz diyorsanız, imanınızın getirisi de buysa, ne kötü bir şey bu!”
94-) Kul in kânet lekümüddarul’ahıretü indAllâhi halisaten min dûninNâsi fetemennevülmevte in küntüm sadikıyn;
De ki: “Allâh indîndeki sonsuz gelecek yaşam ortamı, diğer insanlara değil de yalnızca size ait ise; bu sözünüzde sadıksanız, ölümü temenni etsenize!”
95-) Ve len yetemennevhu ebeden Bimâ kaddemet eydiyhim* vAllâhu Aliymun Bizzalimiyn
Elleriyle yaptıkları (suçlar) yüzünden ölümü asla temenni etmeyeceklerdir. Allâh zulmü açığa çıkaranları bilendir, onların hakikati olarak!
96-) Ve letecidennehüm ahrasanNâsi alâ hayatin, ve minelleziyne eşrekü yeveddü ehadühüm lev yu’ammeru elfe senetin, ve mâ huve Bimuzahzihıhi minel’azâbi en yu’ammer* vAllâhu Basıyrun Bimâ ya’melûn;
Sen onları dünyalık yaşam hakkında insanların en hırslıları olarak bulursun! Bilfiil şirk içinde yaşayanlardan bile... Her biri bin yıl yaşamak ister! Oysa uzun ömür sürmeleri onları azaptan uzak tutmaz. Allâh, hakikatleri olarak yaptıklarını değerlendirmektedir(Basıyr).
97-) Kul men kâne adüvven liCibriyle feinnehû nezzelehu alâ kalbike Biiznillâhi musaddikan limâ beyne yedeyhi ve hüden ve büşra lilmu’miniyn;
De ki: “Kim Cibrîl’e düşman ise şunu bilmeli; kesinlikle O, kendindekinden öncekini tasdik eden ve iman edenlere hidâyet ve müjde olanı (Kurân’ı) senin şuuruna Bi-iznillâh (varlığını meydana getiren Esmâ bileşiminin elvermesiyle) inzâl etmiştir.”
98-) Men kâne adüvven Lillâhi ve MelâiketiHİ ve RusuliHİ ve Cibriyle ve Miykâle feinnAllâhe adüvvün lilkâfiriyn;
Kim Allâh’a (Ulûhiyet hakikatine), Melekî boyuta (âlemlerde Allâh isimlerinin işaret ettiği anlamların açığa çıkmasına) ve Rasûllerine (hakikati dillendirmeleri için irsâl ettiklerine), Cibrîl’e (Allâh ilminin inzâli işlevine), Mikail’e (maddi - manevî rızkına yönlendirip erdiren kuvve) düşman olursa, muhakkak ki Allâh (o) gerçeği örtenlerin düşmanıdır!
99-) Ve lekad enzelnâ ileyke âyâtin beyyinâtin, ve mâ yekfuru Bihâ illelfasikun;
Andolsun ki biz sana apaçık deliller verdik; onları, orijindeki sâfiyeti (şartlanmalarıyla) bozulmuş olanlardan başkası inkâr etmez.
100-) Eveküllemâ âhedu ahden nebezehu feriykun minhüm* bel ekseruhüm lâ yu’minun;
Bir sözleşmeyle anlaşma yaptıkları her defasında, içlerinden bir grup onu bozup atmadı mı! Hayır, onların çoğunluğu iman etmezler!
101-) Ve lemmâ câehüm Rasûlün min ‘indillâhi musaddikun limâ meahüm nebeze feriykun minelleziyne ûtülKitâb* KitâbAllâhi verâe zuhûrihim keennehüm lâ ya’lemun;
Kendilerine Kitap (bilgi) verilenlerden bir grup, beraberlerinde olanı tasdik eden Allâh indînden bir Rasûl gelince (Yahudi olmadığı için), Kitabullâhı (Hakikat bilgisini ve Sünnetullâh’ı) arkalarına attılar, işin hakikatini bilmiyormuşçasına.
102-) Vettebe’û mâ tetluşşeyatıynu alâ mülki Süleymân* ve mâ kefere Süleymânu ve lakinneşşeyatıyne keferû yü’allimûnenNâsessıhr* ve ma ünzile alel melekeyni BiBâbile Hârûte ve Mârût* ve mâ yu’allimâni min ehadin hatta yekulâ innema nahnü fitnetün felâ tekfür* feyete’allemûne minhüma mâ yuferrikune Bihî beynelmer’i ve zevcihi, ve mahüm Bidârriyne Bihî min ehadin illâ Biiznillâh* ve yete’allemune mâ yedurruhüm ve lâ yenfeuhüm* ve lekad alimû lemenişterahü mâ lehû fiyl’ ahıreti min halak* ve le bi’se mâ şerav Bihî enfüsehüm* lev kânû ya’lemun;
Bunlar Süleyman’ın (hakikatinin oluşturduğu) mülkü (tasarruf ettikleri) hakkında da (inkâra gidip), şeytanlara (vehmi tahrik ederek saptıranlara) tâbi oldular. Süleyman kâfir olmamıştır (hakikatinden perdelenmemiştir). Lâkin o şeytanlar (vehimlerine tâbi olanlar)kâfir olmuştur (hakikati inkâr ederek); zira, insanlara sihirbazlık ve Babil’deki iki meleğe (Melîk’e) -Hârût’a ve Mârût’a- inzâl olanı öğretirlerdi. Oysa: “Biz imtihan vesilesiyiz; sakın hakikatinizdekini örterek (dış kuvvetlere başvurmak suretiyle sihir yapıp) kâfir olmayın (hakikatinizdeki kuvveleri inkâr etmeyin)” demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Onlardan (Hârût ve Mârût’tan) erkek kişi (koca) ile eşinin arasını ayıracak şeyleri öğreniyorlardı. Onlar Allâh’ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezler. Onlar kendilerine faydası olmayıp aksine zarar vereni öğreniyorlardı. Andolsun ki, onu (sihri) satın alanların sonsuz gelecekte hiçbir nasibi olmayacaktır. Nefslerinin hakikatini ne kadar kötü bir şeye sattıklarını bir bilselerdi!
103-) Ve lev ennehüm âmenû vettekav lemesübetün min ‘indillâhi hayr* lev kânû ya’lemun;
Eğer onlar iman edip (şirkten) korunmuş olsalardı, Allâh indînden açığa çıkacak sevap, haklarında çok daha hayırlı olacaktı. Keşke bilselerdi.
104-) Yâ eyyühelleziyne âmenû lâ tekulû ra’ınâ ve kulunzurnâ vesme’û ve lilkâfiriyne azâbün eliym;
Ey iman edenler, (Rasûlullâh’a) “raina” değil (bizi gözet, bize dikkat et anlamında. Yahudiler raina kelimesini aksan ve vurgulama ile “ahmak” anlamına gelecek şekilde kullanıp hakaret ettikleri için bu uyarı yapılmıştı) “unzurna” deyin ve dinleyin. Kâfirler (hakikati inkâr edenler) için feci bir azap vardır.
105-) Mâ yeveddülleziyne keferû min ehlilKitâbi ve lelmüşrikiyne en yünezzele aleyküm min hayrin min Rabbiküm* vAllâhu yahtassu BirahmetiHİ men yeşâ’u, vAllâhu zülfadlil azıym;
Ehli Kitaptan olan kâfirler de (hakikati inkâr edenler), müşrikler de (benliklerini ya da dışsal objeleri şirk koşanlar) size Rabbinizden bir hayır inzâl olmasını istemezler. Allâh dilediğine has kılar rahmetini, onun hakikatinden! Allâh, Zül Fazlıl Aziym’dir.
106-) Mâ nensah min âyetin ev nünsiha ne’ti Bi hayrin minha ev misliha* elem ta’lem ennAllâhe alâ külli şey’in kadiyr;
Biz bir âyet hükmünü nesih (iptal) eder ya da unutturursak, ondan daha hayırlısını veya benzerini getiririz. Bilmez misin, Allâh kesinlikle her şeye Kaadir’dir.
107-) Elem ta’lem ennAllâhe leHU mülküsSemavati vel Ard* ve mâ leküm min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasıyr;
Bilmez misin, semâlar ve arz (şuur ve madde - beden boyutu) Allâh’ın mülküdür (her an dilediği gibi tasarruf etmektedir, tamamında)... Sizin için Allâh dûnunda ne bir dost ne de bir yardımcı olmaz!
108-) Em türiydûne en tes’elû Rasûleküm kemâ süile Mûsâ min kablu, ve men yetebeddelil küfre Bil’ iymani fekad dalle sevâessebiyl;
Yoksa siz de, önceden Musa’nın sorgulandığı gibi Rasûlünüzü sorguya mı çekmek istiyorsunuz? Kim hakikatindekine imanı küfür ile (inkâr ile) değiştirirse, yolun doğrusunu yitirmiş olur!
109-) Vedde kesiyrün min ehlil Kitâbi lev yeruddûneküm min ba’di iymaniküm küffara* haseden min ındi enfüsihim min ba’di mâ tebeyyene lehümülHakk* fa’fû vasfehu hatta ye’tiyAllâhu BiemriHİ, innAllâhe alâ külli şey’in kadiyr;
Ehli Kitaptan (hakikat bilgisi verilmiş olanlardan) birçoğu, Hak kendilerince apaçık fark edilmesine rağmen, sırf hasetlerinden dolayı sizi imandan küfre döndürmek ister. Allâh hükmü sizde açığa çıkana kadar kusurlarına bakmayın, anlayış gösterin. Muhakkak ki Allâh her şeye Kaadir’dir.
110-) Ve ekıymus Salâte ve atuzZekâte, ve mâ tukaddimû lienfüsiküm min hayrin tecidûhu indAllâh* innAllâhe Bimâ ta’melûne Basıyr;
Siz salâtı ikame edin (Allâh’a yönelişinizi zâhiren ve bâtınen hakkıyla yapın) ve zekâtı verin (Allâh’ın size ihsanından bir kısmını karşılıksız paylaşın ihtiyacı olanlara)... Ne hayır yaparsanız, Allâh indînde (beyninizin derûnundaki Esmâ hakikati boyutunda) onu bulursunuz... Muhakkak ki Allâh (varlığınızı oluşturan Esmâ’sıyla) Basıyr’dir yaptıklarınıza.
111-) Ve kalû len yedhulel cennete illâ men kâne hûden ev nesara* tilke emaniyyühüm* kul hâtû bürhâneküm in küntüm sadikıyn;
Dediler ki: “Yahudi veya Hristiyan olanlardan başkası cennete girmeyecek!”... Bu onların kuruntularıdır! De ki: “Eğer doğru söylüyorsanız delilinizi koyun ortaya!”...
112-) Belâ men esleme vechehû Lillâhi ve huve muhsinun felehû ecruhu ‘ınde Rabbihî, ve lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenûn;
Hayır (olay onların kuruntuladığı gibi değil)!.. Kim (vechinin) hakikatinin Allâh (Esmâ’sının açığa çıkışı) için olduğunu hissederse, işte onun mükâfatı Rabbindendir (hakikatindendir). Onlara ne korku vardır ne de hüzün verecek bir şey!
113-) Ve kaletil yehûdü leysetinnesara alâ şey’in, ve kaletinnesara leysetilyehûdü alâ şey’in ve hüm yetlûnel Kitâb* kezâlike kalelleziyne lâ ya’lemune misle kavlihim* fAllâhu yahkümü beynehüm yevmel kıyâmeti fiymâ kânû fiyhi yahtelifun;
Yahudiler, “Nasraniler boş şeylerle uğraşıyor”; Nasraniler de, “Yahudiler boş şeylerle uğraşıyorlar” dediler. Bunlar Kitabı (inzâl olmuş bilgiyi) okurlar güya! O bilgiyi okumamış olanlar da zaten onların dediğini söyler!.. İhtilaf ettikleri konuda Allâh, kıyamet sürecinde hükmünü açıklayacaktır.
114-) Ve men azlemü mimmen menea mesacidAllâhi en yüzkera fiyhesmuHU ve se’â fiy harabiha* ülâike mâ kâne lehüm en yedhulûhâ illâ hâifiyn* lehüm fiyddünya hızyün ve lehüm fiyl ahıreti azâbün azıym;
İnsanları (Esmâ hakikatleri indînde kişinin “yok”luğunu yaşaması olan) secde mahallerinde Allâh zikrinden (ben yokum sadece Allâh var demekten); (sen de varsın diyerek) alıkoyandan ve onların (saf kalplerin, benliğini ilâh yaparak) harap olmasına çalışandan daha zâlim kim olabilir? Böyleleri oralara korka korka girmelidir. Onlar dünya yaşamında rezil olurlar (hakikati bilenler indînde)... Sonsuz gelecek süreçlerinde ise feci bir azap beklemektedir onları.
115-) Ve Lillâhil meşriku vel mağribü feeynemâ tüvellû fesemme VECHULLÂAH * innAllâhe Vâsi’un ‘Aliym;
Maşrik de (doğu veya doğuş mahallî) mağrip de (batı veya batış - kayboluş - ölüm) Allâh’a aittir! Ne yana dönersen Vechullâh karşındadır (Allâh Esmâ’sının açığa çıkışıyla karşı karşıyasın)! Muhakkak ki Allâh tüm varlığı kapsar ve ilim sahibidir.
116-) Ve kalüttehazAllâhu veleden subhaneHU, bel leHU mâ fiysSemâvâti vel Ard, küllün leHU kanitûn;
Dediler ki: “Allâh oğul edindi!” SubhaneHÛ! Bilakis, semâlar ve arzda ne varsa O’na aittir ve her şey (kanitûn) O’nun hükmünü yerine getiricidir!
117-) Bediy’üs Semâvâti vel Ard* ve izâ kada emran feinnemâ yekulü lehû kün feyekün;
Semâların ve arzın Bediy’idir (örneği benzeri olmadan icat edendir)... Bir işin olmasını dilerse “Ol” der ve olur!
118-) Ve kalelleziyne lâ ya’lemune lev lâ yükellimûnAllâhu ev te’tiyna ayetün, kezâlike kalelleziyne min kablihim misle kavlihim* teşâbehet kulûbühüm* kad beyyennel’âyâti likavmin yukınûn;
(Allâh ismiyle işaret edilen hakkında) bilgisizler (O’nu gökte bir tanrı sanıp) “Allâh bizimle konuşsaydı ya da bize bir mucize verseydi ya” dediler!.. Onlardan öncekiler de onlar gibi konuşmuşlardı. Bakış açıları birbirine benzemiş! (Ayna nöronların işlevi sonucu - aynı kafadan!)... Biz âyetlerimizi (gerçeğe işaret eden oluşumu), onları hakkıyla değerlendirmek isteyenlere apaçık gösterdik.
119-) İnnâ erselnâke BilHakkı beşiyran ve neziyran, ve lâ tüs’elü an ashâbilcehıym;
Gerçek ki Biz, seni, müjdelemen ve uyarman için HAK olarak irsâl ettik. Cehennem ehli senden sorulmaz.
120-) Ve len terdâ ankelyehûdü ve lennesarâ hattâ tettebia milletehüm* kul inne hüdAllâhi hüvel hüdâ* ve leinitteba’te ehvâehüm ba’delleziy câeke minel ‘ılmi, mâ leke minAllâhi min veliyyin ve lâ nasıyr;
Onların din anlayışlarına tâbi olmadıkça ne Yahudiler ne de Nasara senden asla razı olmazlar. De ki: “Allâh hidâyeti rehberliğin ta kendisidir (insanlar hidâyet edemez Allâh hidâyet etmedikçe)”... Onların hayal veya kuruntularına tâbi olursan sana gelen ilimden sonra, Allâh’tan sana ne bir velî ne de yardım ulaşır.
121-) Elleziyne âteynahümül Kitâbe yetlûnehu Hakka tilavetih* ülâike yu’minune Bihî, ve men yekfür Bihî feülâike hümül hasirûn;
Kendilerine Kitap (Sünnetullâh bilgisi) verilmiş olanlar onu hakkıyla okuyup değerlendirirler... İşte bunlar Ona iman edenlerdir. Her kim de Onu inkâr ederse, hüsrana uğrayanlardan olur (hakikatini inkâr ettiği için).
122-) Yâ beniy isrâilezkürû nı’metiyelletiy en’amtü aleyküm ve enniy faddaltüküm alel âlemiyn;
Ey İsrailoğulları, in’amda bulunduğum nimetimi (hakikatinizi bildirmemi) ve bununla sizi çeşitli toplumlara üstün kılmamı hatırlayın.
123-) Vetteku yevmen lâ tecziy nefsün an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minha adlün ve lâ tenfe’uha şefâatün ve lâ hüm yünsarûn;
Ve korunun o süreçten ki, hiçbir nefs bir başkası için bir şey ödeyerek onu kurtaramaz. Ondan bir fidye (kurtuluş bedeli) kabul edilmez; ona şefaat fayda vermez ve dahi yardım edilemez!
124-) Ve izibtelâ İbrahiyme Rabbühû Bikelimâtin feetemmehünne, kale inniy caılüke linNâsi imâma* kale ve min zürriyyetiy* kale lâ yenâlu ahdiyzzalimiyn;
Hani Rabbi (Esmâ bileşimi hakikati) İbrahim’i birtakım birimlerle (karşılaştırıp onlara karşı düşüncelerini) imtihan etmişti de (yıldız - ay - güneş konularına verdiği cevapları hatırlayın), O da hakkıyla bu konularda değerlendirmelerini ortaya koyarak, başarmıştı. Bundan sonra Rabbi: “Ben seni insanlara imam (ilmi nedeniyle kendisine uyulan) kılacağım” demişti. (İbrahim): “Zürriyetimden de” niyazında bulundu. Rabbi: “Sözüm zulmedenleri kapsamaz” buyurdu.
125-) Ve iz cealnel’Beyte mesâbeten linNâsi ve emna* vettehızû min makami İbrâhiyme musalla* ve ahidna ilâ İbrâhiyme ve İsmâ’ıyle en tahhira Beytiye litTâifiyne velAkifiyne verRükke’ısSücûd;
Biz Beyt’i (Kâbe - kalp) insanlara güvenilir sığınak yaptık! İbrahim makâmını (Hullet makâmı, Esmâ mertebesi kuvveleriyle tahakkuk makâmı) musalla (namazın yaşandığı yer) edinin. İbrahim ve İsmail’e: “Beytimi; tavaf edenler, kulluğunu yaşamak için oraya kapananlar ve secde eden rükû edenler için arındırılmış olarak muhafaza edin” dedik.
126-) Ve iz kale İbrâhiymü Rabbic’al hâzâ beleden aminen varzuk ehlehu mines semerati men âmene minhüm Billâhi vel yevmil ahır* kale ve men kefera feümetti’uhû kaliylen sümme adtarruhû ila azâbinnâr* ve bi’selmesıyr;
Hani İbrahim şöyle demişti: “Rabbim burasını emin bir mahal kıl ve ehlini (nefslerinin hakikati olarak) Allâh’a ve gelecekte yaşanacak sürece iman edenleri, yaptıklarının sonuçlarıyla rızıklandır.” (Rabbi) dedi: “Kim (hakikati) inkâr ederse onu bile kısa bir zaman (dünya yaşamı) boyunca rızıklandırır, sonra da yanma azabına bırakırım.” O ne kötü gerçekle yüzleşmedir!
127-) Ve iz yarfeu İbrâhiymül kavâ’ıde minel Beyti ve İsmâ’ıyl* Rabbenâ tekabbel minnâ* inneKE ENTEsSemiy’ul ‘Aliym;
Ve hani İbrahim, İsmail ile el BEYT’in (Kâbe - kalp - şuurun 7.kat semâsı) ana duvarlarını yükseltip (şöyle yönelmişti): “Rabbimiz, bizden kabul buyur, şüphesiz ki sen (varlığın hakikati olarak) Algılayan Aliym’sin.”
128-) Rabbenâ vec’alnâ müslimeyni leKE ve min zürriyyetinâ ümmeten müslimeten leKE, ve erinâ menâsikena ve tüb aleyna* inneKE ENTEtTevvaburRahıym;
“Rabbimiz, bizi sana teslim olmuş kıl ve neslimizden de sana teslim olmuş bir topluluk oluştur. Bize menasıkın (hac uygulamasının şartlarını) göster ve tövbemizi kabul et. Muhakkak ki sen (Tevvab) tövbeleri kabul eden Rahıym’sin (sonucunda onun salt güzelliklerini yaşatansın).”
129-) Rabbenâ veb’as fiyhim Rasûlen minhüm yetlû aleyhim ayâtike ve yüallimuhümül Kitâbe velHikmete ve yüzekkiyhim* inneKE ENTEl Aziyz’ül Hakiym;
“Rabbimiz, onların içinde senin âyetlerini (âlemlerinde Esmâ’nın açığa çıkışını) onlara öğretip okutan, onlara Bilgiyi ve açığa çıkış sistemini (hikmeti) öğreten, onları arındıran Rasûl bâ’s et (insanlara Hakikati bildiren Esmâ’nın açığa çıkmış sûretini oluştur).” Kesinlikle sen Aziyz Hakiym’sin.
130-) Ve men yarğabu an milleti İbrâhiyme illâ men sefihe nefseh* ve lekadıstafeynâhu fiyd dünyâ* ve innehû fiyl ahıreti le mines salihıyn;
İbrahim milletinden (varlığın-ın hakikatine iman etmişlerden), kendini bilmez akılsızlardan başka kim yüz çevirebilir ki! Andolsun ki biz Onu dünyada seçtik - saflaştırdık ve sonsuz gelecek sürecinde de sâlihlerdendir.
131-) İz kale lehû Rabbuhû eslim, kale eslemtü liRabbil Alemiyn;
Hani Ona Rabbi: “Teslim ol” demiş, O da: “Âlemlerin Rabbi’ne teslimim” demişti (İbrahim’e Âlemlerin Rabbi’ne teslim durumunda olduğu fark ettirilmişti).
132-) Ve vassa Biha İbrâhiymu beniyhi ve Ya’kub* yâ beniyye innAllâhestafa lekümüdDiyne felâ temûtünne illâ ve entüm müslimûn;
İbrahim (bu gerçek doğrultusunda) oğullarına vasiyette bulundu, Yakup da: “Oğullarım, Allâh sizin için bu dini (sistem anlayışını)seçti. Allâh’a teslim olmuşluğunuzun farkında olmadan sakın ölmeyin.” (Müslim, Allâh’a tam - kesin teslim olmuş olduğunun bilincine ermiş olan.)
133-) Em küntüm şühedâe iz hadara Ya’kubel mevtü, iz kale libeniyhi mâ ta’büdûne min ba’diy* kalû na’büdü ilâheke ve ilâhe abâike İbrâhiyme ve İsmâ’ıyle ve İshaka ilâhen vahıden* ve nahnü leHU müslimûn;
Yoksa siz Yakup ölmek üzereyken olaya şahit olanlardan mıydınız? Hani O oğullarına: “Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?” demişti de, onlar da: “Senin ve babaların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan İlâhun VÂHİD’e (hakikatlerini meydana getiren Allâh Esmâ’sına) kulluğumuza devam edeceğiz. Biz ona teslim olmuşluğun bilincinde olanlarız” demişlerdi.
134-) Tilke ümmetün kad halet* lehâ mâ kesebet ve leküm mâ kesebtüm* ve lâ tüs’elûne ammâ kânû ya’melûn;
İşte onlar bir ümmetti (topluluktu), geçtiler gittiler! Onların kazandıkları kendilerine aittir, sizin kazandıklarınız da size! Ve size onların yaptıklarının hesabı sorulmayacaktır.
135-) Ve kalû kûnû hûden ev nesara tehtedû* kul bel millete İbrâhiyme Haniyfen, ve mâ kâne minel müşrikiyn;
Dediler ki: “Yahudi veya Nasara olun ki hidâyete eresiniz!”... De ki (onlara): “Hayır biz, hanîf olan İbrahim milletindeniz (aynı inancı paylaşanlardanız); o, müşriklerden değildi!..”
136-) Kulû âmennâ Billâhi ve ma ünzile ileyna ve ma ünzile ila İbrahiyme ve İsmaıyle ve İshaka ve Ya’kube velEsbatı ve ma utiye Musa ve Iysa ve ma utiyen Nebiyyune min Rabbihim* lâ nüferriku beyne ehadin minhüm* ve nahnü leHU müslimun;
Deyin ki: “(Biz tüm varlığın aslı ve hakikati olan) Allâh’a, bize inzâl olana, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve oğullarına inzâl olunana; Musa ve İsa’ya verilenlere; Rablerinden Nebilere verilenlere iman ettik... Onlardan hiçbirini ayırmayız bu yönden. Biz O’na teslim olmuşlardanız!”
137-) Fein amenû Bi misli mâ amentüm BiHİ fekadihtedev* ve in tevellev feinnema hüm fiy şıkak* feseyekfiykehümüllâhu ve HUves Semiy’ul ‘Aliym;
Eğer onlar da, sizin O’na iman ettiğiniz kapsamda iman ederlerse, hakikate giden yolu bulmuş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, parçalanmış ve dar kafalı olarak kalırlar. Onlara karşı Allâh sana yeterlidir! “HÛ”; Es Semi’dir, El Aliym’dir.
138-) SıbğatAllâh* ve men ahsenü minAllâhi sıbğaten, ve nahnü leHU abidûn;
Allâh boyası! Allâh boyası ile boyanmış olmaktan güzel ne olabilir! Biz O’na kulluk edenleriz!
139-) Kul etühâccûnena fiyllahi ve HUve Rabbunâ ve Rabbüküm* ve lenâ a’malunâ ve leküm a’malüküm* ve nahnü leHU muhlisûn;
De ki: “Allâh hakkında bizle mi tartışıyorsunuz? O, Rabbimiz ve Rabbinizdir! Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız (-ınsonuçları da) sizedir. Biz O’na ihlâsla yönelenleriz.”
140-) Em tekulûne inne İbrâhiyme ve İsmâ’ıyle ve İshaka ve Ya’kube velEsbata kânu hûden ev nesarâ* kul eentüm a’lemü emillâhu, ve men azlemü mimmen keteme şehâdeten ‘ındehu minAllâh* ve mAllâhu Biğafilin amma ta’melûn;
Yoksa siz, “Şüphesiz ki İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve oğulları Yahudi veya Nasara idi” mi diyorsunuz?.. De ki: “Siz mi daha iyi bilirsiniz yoksa Allâh mı?”... İndînde, Allâh’ın şahitliğini gizleyenden daha zâlim kim olabilir? Allâh varlığınızın hakikati olarak, yaptıklarınızdan gâfil değildir.
141-) Tilke ümmetün kad halet* lehâ mâ kesebet ve leküm mâ kesebtüm* ve lâ tüs’elûne ammâ kânû ya’melûn;
İşte onlar bir ümmetti (topluluktu), geçtiler gittiler! Onların kazandıkları kendilerine aittir, sizin kazandıklarınız da size! Ve size onların yaptıklarının hesabı sorulmayacaktır.
142-) Seyekulüssüfehâü minenNâsi ma vellâhüm an kıbletihimülletiy kânu aleyha* kul Lillâhil meşriku velmağrib* yehdiy men yeşâu ila sıratın müstekıym;
İnsanların, anlayışı kıt ve aşağılık yaşam ehli olanları “Onları eski kıblelerinden (Kudüs’ten Kâbe’ye) döndüren (gerekçe) nedir?” derler. De ki: “Batı da doğu da Allâh’ındır. Dilediğine hidâyet eder, sırat-ı müstakime yönelmesi için.”
143-) Ve kezâlike cealnâküm ümmeten vesetan litekûnû şühedâe alenNâsi ve yekûnerRasûlü aleyküm şehiyda* ve mâ cealnel kıbletelletiy künte aleyha illâ lina’leme men yettebi’urRasûle mimmen yenkalibü alâ akıbeyh* ve in kânet lekebiyraten illâ alelleziyne hedAllâh* ve ma kânAllâhu liyudıy’a iymaneküm* innAllâhe BinNâsi leRauf’un Rahıym;
Böylece, sizi insanlar üzere şahit, Rasûlü de sizin üzerinize Şehiyd kıldık. Siz ümmeti Vasat’sınız (adalet ve Hakkaniyet üzere olan). Kendisine yöneldiğin kıbleyi, Rasûle tâbi olanlarla, ondan yüz çevirip geri dönenleri ayırt etmek için değiştirdik. Allâh’ın hidâyet ettiklerinin dışındakilere bu olay çok ağır gelecektir. Allâh imanınızı boşa çıkarmaz. Allâh insanlara hakikatlerinden açığa çıkan Raûf ve Rahıym’dir.
144-) Kad nera tekallübe vechike fiys Semâi, felenüvelliyenneke kıbleten terdâha* fevelli vecheke şatralMescidil Haram* ve haysü ma küntüm fevellû vucûheküm şatrehu, ve innelleziyne ûtülKitâbe leya’lemune ennehülHakku min Rabbihim* ve mAllâhu Biğafilin ammâ ya’melûn;
Biz, vechinin semâda takallüb ettiğini (Hakk’ı müşahede âleminde hâlden hâle girdiğini) görmekteyiz. (“Hakk’ın vechi ne yana dönersen orada” gerçeğince, niçin illâ Kudüs’e bağlı kalayım, İbrahim’le davet ettiği Kâbe varken, düşüncesi.) Artık seni razı olacağın bir kıbleye elbette döndüreceğiz. O hâlde vechini (yüzünü - Hakk’ı müşahedeni) Mescid-i Haram’a (Kâbe - içi mutlak yokluk - gayb olana) döndür. Ve nerede olursanız olunuz “vech”lerinizi O’nun tarafına döndürün. Muhakkak ki kendilerine Kitap (hakikat ve Sünnetullâh bilgisi)verilenler bilirler ki o, Rablerinden bir HAK’tır! Allâh onların hakikatleri olarak, yaptıklarından gâfil değildir.
145-) Ve lein eteytelleziyne ûtülKitâbe Bikülli ayetin mâ tebiu kıbletek* ve mâ ente Bitâbi’ın kıbletehüm* ve mâ ba’duhüm Bitâbi’ın kıblete ba’din, ve leinitteba’te ehvâehüm min ba’di mâ câeke minel ‘ılmi, inneke izen le minezzalimiyn;
Kendilerine Kitap verilenlere her âyeti (hakikate işaret eden bilgiyi) getirsen yine de senin kıblene tâbi olmazlar! Sen de onların kıblesine tâbi olucu değilsin. (Hatta) onlar birbirlerinin kıblesine de tâbi olmazlar. Yemin olsun ki, İlimden sana gelenden sonra onların hevâlarına (şartlanmalarına göre oluşan fikirler/istekler) tâbi olursan, kesinlikle zâlimlerden olursun!
146-) Elleziyne âteynahümül Kitâbe ya’rifûnehu kemâ ya’rifûne ebnâehüm* ve inne feriykan minhüm leyektümûnelHakka ve hüm ya’lemun;
Kendilerine (Kitap) Bilgi verdiklerimizden bir kısmı Onu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir grup bilerek Hakk’ı gizlerler.
147-) ElHakku min Rabbike felâ tekûnenne minel mümteriyn;
HAK, Rabbindendir (beynini oluşturan Esmâ bileşiminin sonucudur). O hâlde sakın (bu gerçekten) şüpheye düşenlerden olma!
148-) Ve liküllin vichetün huve müvelliyha festebikul hayrat* eyne mâ tekûnû ye’ti Bikümullâhu cemiy’a* innAllâhe alâ külli şey’in Kadiyr;
HERKESİN O’NA DÖNEN BİR VECHİ VARDIR... O hâlde hayırlı çalışmalarda (Rabbini tanımada) yarışın! Nerede olursanız olun hepinizi, hakikatiniz olan Allâh cem eder. Kesinlikle Allâh her şeye Kaadir’dir.
149-) Ve min haysü haracte fevelli vecheke şatralMescidil Harâm* ve innehû lelHakku min Rabbike, ve mAllâhu Biğafilin ammâ ta’melûn;
Nereden (hangi düşünceden) çıkarsan çık, vechini (yüzünü - müşahedeni) Mescid-i Haram’a (çokluğun gerçekte yokluğunun yaşandığı secde edilen mahale) döndür! Bu elbette Rabbinden (kaynaklanan) bir Hak’tır. Allâh varlığınızın hakikati olarak, ortaya koyduklarınızdan gâfil değildir.
150-) Ve min haysü haracte fevelli vecheke şatralMescidil Harâm* ve haysü mâ küntüm fevellû vucûheküm şatrehu, li ellâ yeküne linNâsi aleyküm huccetün, illelleziyne zalemû minhüm felâ tahşevhüm vahşevniy ve liütimme nı’metiy aleyküm ve lealleküm tehtedûn;
Nereden (hangi düşünceden) çıkarsan çık, vechini (yüzünü - müşahedeni) Mescid-i Haram’a (çokluğun gerçekte yokluğunun yaşandığı secde edilen mahale) döndür! Nerede olursanız olun, vechlerinizi o tarafa döndürün ki, insanların sizin aleyhinize bir delili olmasın. Ancak onlardan bilfiil zulüm edenler aleyhinize olur. O hâlde, onlardan korkup çekinmeyin benden çekinin ki üzerinize olan nimetimi tamamlayayım... Ki böylece umulur ki hidâyete ulaşırsınız.
151-) Kemâ erselnâ fiyküm Rasûlen minküm yetlû aleyküm âyâtinâ ve yüzekkiyküm ve yüallimükümül Kitâbe vel Hikmete ve yüallimüküm mâ lem tekünû ta’lemûn
Nitekim, içinizden (hakikati dillendirmek üzere) Rasûl irsâl ettik (açığa çıkardık); âyetlerimizi (varlığın hakikati oluşumuza dair işaretleri) size tilavet ediyor (okuyup anlatıyor), sizi arındırıyor ve Kitabı (hakikat ve Sünnetullâh bilgisini), Hikmeti (varlığın oluş sistem ve düzenini, oluş mekanizmasını) ve bilmediklerinizi öğretiyor.
152-) Fezkürûniy ezkürküm veşkürûliy ve lâ tekfurûn;
O hâlde beni zikredin (anın - düşünün) ki sizi zikredeyim. Şükredin bana (değerlendirin beni), sakın küfretmeyin (hakikatiniz ve varlığın hakikati olduğumu inkâr etmeyin).
153-) Yâ eyyühelleziyne âmenüste’ıynû BisSabri vesSalâti, innAllâhe ma’asSabiriyn;
Ey iman edenler, hakikatinizin açığa çıkartacağı sabır (dayanma kuvvesi) ve salât (hakikatiniz olan Esmâ mertebesine yönelişin getirisi olan müşahede) ile yardım isteyin. Muhakkak ki Allâh sabredenlerledir (Es Sabûr Esmâ’sıyla - mâiyet sırrı).
154-) Ve lâ tekulû limen yuktelu fiy sebiylillâhi emvât* bel ahyâün ve lâkin lâ teş’urûn;
Allâh için (iman ehli olduğu ve iman mücadelesi verdiği için) öldürülenlere “ölüler” demeyin. Bilakis onlar diridirler, ancak siz bunu idrak edecek kapasiteye sahip değilsiniz.
155-) Ve leneblüvenneküm Bişey’in minelhavfi velcû’ı ve naksın minel emvâli vel enfüsi vessemerat* ve beşşirisSabiriyn;
Sizi, korkacağınız bir şeyle, açlıkla, malınızı, canlarınızı (canınız gibi sevdiklerinizi), çalışmalarınızın mahsulü olan şeyleri eksiltmekle sınarız. Bu olaylara karşı sabredenleri (tepki koymayıp olayın nasıl sonuçlanacağını bekleyenleri) müjdele!
156-) Elleziyne izâ esabethüm musıybetün kalû innâ Lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn;
Onlar, kendilerine hoşlanmadıkları bir olay isâbet ettiğinde, “Biz Allâh (Esmâ’sının açığa çıkması) içiniz ve O’na dönücüyüz (sonuçta bu gerçeği yaşayacağız)” derler.
157-) Ülâike aleyhim salevâtun min Rabbihim ve rahmetün ve ülâike hümül mühtedûn;
İşte bunlar üzerinedir Rablerinin salâvatı (hakikatlerini fark ettirmek üzere tecellisi) ve rahmeti (Esmâ’sının açığa çıkış seyri güzellikleri)... İşte bunlardır hidâyet bulanların ta kendileri...
158-) İnnesSafâ velMervete min şeâirillâh* femen haccel Beyte evı’temera felâ cünâha aleyhi en yettavvefe Bihima* ve men tetavve’a hayren feinnAllâhe Şakirün Aliym;
Safa ve Merve, Allâh işaretlerindendir. Kim hac veya umre niyetiyle El Beyt’i (Kâbe) ziyaret ederse, onları da (Safa - Merve) tavaf etmesinde bir sakınca yoktur. Kim hayır olması için daha fazlasını yaparsa, Allâh (varlığındaki Esmâ mertebesinden) Şakir’dir (yapılanları fazlasıyla değerlendiren), Aliym’dir.
159-) İnnelleziyne yektümûne mâ enzelna minel beyyinâti velhüdâ min ba’di mâ beyyennâhü linNâsi fiyl Kitâbi ülâike yel’anühümullâhu ve yel’anühümülla’ınûn;
Kitapta apaçık bildirdiklerimizden sonra kim ki o işaret ve hidâyet vesilelerini gizlerse, işte Allâh onlara lânet eder (Allâh’tan uzak düşerler), lânet edebilecek herkes dahi lânet eder (yani hem bâtından hem de zâhirden gelen bir Allâh’tan ayrı düşmenin sonuçlarını yaşarlar).
160-) İllelleziyne tâbû ve aslehû ve beyyenû feülâike etûbu aleyhim* ve enetTevvabür Rahıym;
Ancak bunlardan tövbe edenler (yanlışını idrak edip kesin olarak ondan vazgeçenler) ve ıslah olanlar (içinde bulundukları yanlışlar ortamından çıkanlar) ve gerçeği dile getirenler istisnadır. Ben Tevvab ve Rahıym’im (tövbeyi kabul edip, çeşitli güzel sonuçlarını yaşatan).
161-) İnnelleziyne keferû ve mâtû ve hüm küffarun ülâike aleyhim la’netüllâhi vel Melâiketi venNâsi ecme’ıyn;
Muhakkak ki kâfir olup (âlemlerin ve nefslerinin Allâh Esmâ’sının açığa çıkışı olduğunu inkâr edenler) ve bu anlayışla ölenlere gelince... İşte Allâh lâneti (Allâh’tan uzak düşmenin sonuçları), meleklerin lâneti (nefslerini Esmâ kuvvelerinden ayrı düşünmenin sonuçları) ve bütün insanların lâneti (onlardan uzak düşmenin sonuçları) onların üzerindedir!
162-) Hâlidiyne fiyha* lâ yuhaffefü anhümül azâbu ve lâ hüm yünzarûn;
O lânetlerin sonuçlarını sonsuza dek yaşarlar. Bunun azabı asla hafifletilmez ve onlara mühlet (yanlışı düzeltme süreci) de verilmez.
163-) Ve ilâhüküm İlâh’ün Vâhıd* lâ ilâhe illâ HUverRahmânurRahıym;
İlâh kabul ettiğiniz, Vâhid’dir (TEK’tir, ikincisi olmayan sayılırlıktan berî olan)! Tanrı yoktur, sadece “HÛ” ve Rahmân ur Rahıym’dir (her şeyi kendi rahmetinden, Esmâ’sından meydana getirmiştir).
164-) İnne fiy halkıs Semâvâti vel Ardı vahtilâfilleyli vennehari vel fülkilletiy tecriy fiylbahri Bimâ yenfe’unNâse ve mâ enzelAllâhu mines Semâi min mâin feahya Bihil’Arda ba’de mevtiha ve besse fiyha min külli dâbbetin, ve tasrıyfir riyahı vessehabil müsahhari beynesSemâi vel Ardı le âyâtin li kavmin ya’kılûn;
Şüphesiz ki semâlar ve arzın (gökler ve yeryüzünün - şuur boyutlarının ve bedenin) yaratılışının; gece ile gündüzün (âlemlerin gerçekte yokluğu realitesinin ardından yeniden âlem sûretlerini seyir hâline geçiş) birbiri ardınca gelişinin; insanların yararı için denizde akıp giden gemide (ilâhî ilim denizinde yüzen bireysel şuurda); Allâh’ın semâdan su inzâl edip onunla ölümden sonra arzı diriltmesinde (bilinç katlarından ilim inzâl ederek hakikatine şuuru olmayan bedende “diri” olanın açığa çıkarılmasında) ve onda hareket eden tüm canlıları yaymasında (tüm organlarındaki havl ve kuvvetin Allâh’la meydana gelmesinde); rüzgârları yönlendirmesinde (Esmâ kuvvelerinin bilinçte fark edilmesinde); semâ ile arz arasında emre amade bulutların varlığında (beden boyutunda açığa çıkabilecek kuvvelerin şuurda varlığının oluşumunda), aklı olan topluluk için elbette işaretler vardır.
165-) Ve minen Nâsi men yettehızü min dûnillâhi endâden yuhıbbûnehüm kehubbillâh* velleziyne âmenû eşeddü hubben Lillâh* velev yerelleziyne zalemû iz yeravnel azâbe ennel kuvvete Lillâhi cemiy’an, ve ennAllâhe şediyd’ül azâb;
İnsanlardan kimi de Allâh dûnunda tapındıkları varlıklar edinip, onları Allâh sevgisiyle (Allâh’mışçasına) severler! İman edenler ise sevdiklerinin yalnızca Allâh olduğunun şuurundadırlar (gayrına varlık vermezler). O (hakikati inkâr ederek nefslerine) zulmedenler, bu yüzden azaba düşeceklerini gördüklerinde, âlemlerden açığa çıkan kuvvetin yalnızca Allâh’a ait olduğunu fark ederler, ama iş işten geçmiştir; keşke bunu önceden görebilselerdi... Allâh “Şediyd’ül Azâb”dır (yapılan yanlışta ısrar edenlere sonucunu şiddetle yaşatandır)!
166-) İz teberraelleziynet tubi’û minelleziynettebe’û ve raevül azâbe ve tekatta’at Bihimül esbâb;
Kendilerine tâbi olunanlar, tâbi olanlardan, ortaya çıkacak azabı görüp uzaklaşmışlardır o zaman. Gerçeğin ortaya çıkmasıyla aralarındaki bağ da kopmuştur!
167-) Ve kalelleziynet tebe’û lev enne lenâ kerraten feneteberrae minhüm kemâ teberraû minna* kezâlike yüriyhimullâhu a’malehüm haseratin aleyhim* ve mâ hüm Bi hariciyne minennâr;
(Endada) tâbi olmuşlar: “Keşke bize fırsat verilseydi de yaşadıklarımızı bir kere daha yaşasaydık, bu defa tâbi olduklarımızın bizden uzaklaşması gibi biz onlardan uzaklaşsaydık” derler. Böylece Allâh onlara yaptıklarının sonuçlarını acı pişmanlıklarla gösterir. Onların içlerinden gelen pişmanlık yanışının sonu gelmez!
168-) Yâ eyyühenNâsu külû mimma fiyl Ardı halâlen tayyiben, ve lâ tettebi’û hutuvatişşeytan* innehû leküm ‘adüvvün mubiyn;
Ey insanlar, arzda (beden boyutuna ait) olanların helal ve temiz olanlarından (sizi hakikatinizden perdelemeyecek olan şeylerden) yiyiniz. Şeytanın (karnınızdaki ikinci beyninizin oluşturduğu isteklere dayalı sizi harekete geçiren) adımlarına tâbi olmayınız. Muhakkak ki o apaçık düşmandır.
169-) İnnemâ ye’muruküm Bissûi vel fahşâi ve en tekulû alAllâhi mâ lâ ta’lemûn;
O (şeytan) size ancak egonuzu kuvvetlendirecek fikir ve fiilleri, yalnızca helal olmayan bedensel zevkler için yaşamayı ve Allâh hakkında ilme dayanmayan şekilde hüküm vermenizi emreder.
170-) Ve izâ kıyle lehümüttebi’û mâ enzellAllâhu kalû bel nettebi’u mâ elfeyna aleyhi abâena* evelev kâne abâühüm lâ ya’kılune şey’en ve lâ yehtedûn;
Onlara: “Allâh’ın inzâl ettiğine (varlığın ve varlığınızın Allâh Esmâ’sı olduğuna ve Sünnetullâh bilgisine) iman edin” denildiğinde onlar: “Hayır, babalarımız neye tâbi ise biz de onların tâbi olduklarına (dışsal tanrısallığa) uyarız” derler... Ya babaları gerçeğe akıl erdiremeyen hakikati bulamamış kişidiyseler?
171-) Ve meselülleziyne keferû kemeselilleziy yen’ıku Bi mâ lâ yesme’u illâ du’âen ve nidâen, summün bükmün ‘umyün fehüm lâ ya’kılûn;
Kâfirlerin hâli, kendilerine yönelen, çağıranların sesini duyup da ne dediğini anlamayanların hâline benzer. Çünkü onlar (anlayışları itibarıyla) sağırdırlar, dilsizdirler (Hakk’ı dillendiremezler), kördürler (apaçık hakikati değerlendiremezler). Akıllarını kullanmazlar!
172-) Yâ eyyühelleziyne amenû külû min tayyibati mâ razaknâküm veşkürû Lillâhi in küntüm iyyahü ta’büdûn;
Ey iman edenler, sizi rızıklandırdıklarımızdan temiz olanlarını yiyin. Ve Allâh’a şükredin (bunu değerlendirin), eğer yalnızca O’na kulluk etmek istiyorsanız.
173-) İnnemâ harreme aleykümül meytete veddeme ve lahmel hınziyri ve ma ühille Bihî li ğayrillâh* femenidturre ğayre bağın ve lâ ‘adin felâ isme aleyhi, innAllâhe Ğafûr’un Rahıym;
Size yalnızca ölmüş hayvanı, kanı, domuz etini ve Allâh’tan başkası adına kesilmiş olanı haram kılmıştır. Ama zor durumda kalanın, kendine zulmetmeden, (haram kılınanı) helal kabul etmeyerek ve haddi aşmadan (ihtiyaç fazlasına kaçmadan) yemesinde üzerine bir suç yoktur. Muhakkak ki Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir.
174-) İnnelleziyne yektümûne mâ enzelAllâhu minel Kitâbi ve yeşterûne Bihî semenen kalıylen, ülâike mâ ye’külûne fiy butûnihim illen nâra ve lâ yükellimühümüllâhu yevmelkıyâmeti ve lâ yüzekkiyhim* ve lehüm azâbün eliym;
Onlar ki, Allâh’ın Kitaptan inzâl ettiğini (varlığın hakikati ve Sünnetullâh bilgisini) gizleyip, onu (hakikatlerini) az bir paraya (dünyasal değere) satarlar; işte onlar bâtınlarını (dünyalarını) ateşten (yakıcı) başka bir şeyle doldurmuş olmazlar. Kıyamet sürecinde Allâh onlarla konuşmaz ve onları tezkiye etmez. Onlar için feci azap vardır.
175-) Ülâikelleziyneşteravüd dalâlete Bil hüdâ vel azâbe Bil mağfirati, femâ asbera hüm alennâr;
İşte bunlar BilHÜDA (nefslerinin hakikati olan Allâh Esmâ’sına iman) karşılığında dalâleti (dışa yönelik tanrı inancına sapmak); mağfiret (hakikatindeki Esmâ inancı getirisi olan bağışlanma) yerine azabı satın almışlardır. Bunlar ateşe karşı ne kadar dayanıklı imişler!
176-) Zâlike Bi ennAllâhe nezzelel Kitâbe Bil Hakk* ve innelleziynahtelefu fiyl Kitâbi lefiy şikakın be’ıyd;
Bundan dolayıdır ki, (biennAllâh) Allâh, ilmindeki, varlığın hakikati ve Sünnetullâh bilgisinin açığa çıkmış hâli olan evren içre evrenler ilmini (Kitap) bizâtihi Hak olarak (bilHakk) inzâl etmiştir. Muhakkak ki Kitapta (bu bilgide - oluşta) ihtilaf edenler (bu gerçeğe karşı çıkanlar) kesinlikle gerçekten çok uzağa (şikakı baiyd) düşmüşlerdir.
177-) Leysel birra en tüvellû vucûheküm kıbelel meşrikı vel mağribi ve lakinnel birra men âmene Billâhi vel yevmil âhıri vel Melâiketi vel Kitâbi ven Nebiyyiyn* ve âtelmale alâ hubbihî zevil kurbâ vel yetâmâ vel mesakiyne vebnes sebiyli ves sâiliyne ve fiyrrikab* ve ekamesSalâte ve atezZekâte vel mûfûne Bi ahdihim izâ ahedû* vas Sabiriyne fiyl be’sâi ved darrâi ve hıynel be’s* ülâikelleziyne sadeku* ve ülâike hümül müttekun;
Vechlerinizi (yüzünüzü veya şuurunuzu) doğuya veya batıya (varlığın hakikati veya sistem bilgisine) çevirmeniz BİRR (işin hakikatini yaşamak) değildir. Asıl BİRR, “B” işareti anlamıyla Allâh’a iman edip, gelecekte yaşanacak sürece, melâikeye (algılanıp fark edilemeyen varlığın hakikati olan Allâh Esmâ’sının kuvvelerine), Kitaba (varlığın hakikati ve Sünnetullâh’a), Nebilere iman eden; Allâh sevgisiyle malı, akrabaya, yetimlere, miskinlere, yolda kalmışlara (yuvasından - vatanından ayrı düşmüş), yardım isteyenlere, kölelikten kurtarmaya veren; salâtı ikame eden (Allâh’a yönelişinin bilfiil hakkını veren); zekâtını veren (Allâh’ın bağışladığından bir kısmını karşılıksız paylaşan); söz verdiğinde sözünde duran; sıkıntı, hastalık ve şiddete maruz kaldığında buna dayanandır. İşte bunlar sadıklar ve korunanlardır.
178-) Yâ eyyühelleziyne âmenû kütibe aleykümül kısasu fiyl katlâ* el hurru Bil hurri vel abdu Bil abdi vel ünsâ Bil ünsâ* femen ufiye lehu min ahıyhi şey’ün fettiba’un Bil ma’rûfi ve edâün ileyhi Bi ıhsan* zâlike tahfiyfün min Rabbiküm ve rahmetün, femenı’tedâ ba’de zâlike felehu azâbun eliym;
Ey iman edenler, öldürme olaylarında kısas (eşitlik esasına dayalı uygulama) yazıldı üzerinize! Hürriyeti olana hür olan, köleliği yaşayana köle olan, dişiliği yaşayana da dişi kısas olur. Katil eğer öldürdüğünün kardeşi (veya vârisi) tarafından (kısmen) affa uğrarsa, o takdirde örfe uyulmalı, (diyeti) ödenmelidir. Bu da Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Kim bundan sonra haddi aşarsa ona feci bir azap vardır.
179-) Ve leküm fiylkısası hayatün yâ ulil’elbâbi lealleküm tettekun;
Sizin için kısasta hayat vardır. Derin düşünen akıl sahipleri... Tâ ki böylece korunursunuz.
180-) Kütibe aleyküm izâ hadara ehadekümül mevtü in terake hayra* elvasıyyetü lilvalideyni vel akrabiyne Bil ma’rûf* hakkan alel müttekıyn;
Birinize ölüm yaklaştığında eğer bir hayır (miras - mal) bırakacaksa, ana-babası veya akrabaları için vasiyet etsin. Bu korunmak isteyenler için bir haktır!
181-) Femen beddelehû ba’de ma semi’ahû feinnema ismuhû alelleziyne yübeddilûnehu, innAllâhe Semiy’un Aliym;
Artık kim bunu işittikten sonra (vasiyeti uygulamazsa), onun suçu yalnızca onu değiştirenin üzerinedir. Muhakkak ki Allâh Semi’dir, Aliym’dir.
182-) Femen hafe min mûsın cenefen ev ismen feasleha beynehüm felâ isme aleyh* innAllâhe Ğafûr’un Rahıym;
Kim vasiyet edenin hata yapmasından ya da bilerek yanlış yapmasından korkup, (vârisler arasında) arabuluculuk yaparsa, onun üzerine bir suç yoktur. Muhakkak ki Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir.
183-) Yâ eyyühelleziyne âmenû kütibe aleykümusSıyâmu kemâ kütibe alelleziyne min kabliküm lealleküm tettekun;
Ey iman edenler, SIYAM (oruç - bedenselliği en alt sınıra indirip hakikatine yönelmek) sizden öncekilere olduğu gibi size de hükmoldu. Tâ ki korunasınız!
184-) Eyyamen ma’dudât* femen kâne minküm merıydan ev alâ seferin feıddetün min eyyamin ühar* ve alelleziyne yutıykunehu fidyetün ta’amu miskiyn* femen tetavve’a hayran fehuve hayrun lehu, ve en tesûmû hayrun leküm in küntüm ta’lemûn;
Bu sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta veya seyahatte olursa (orucu) yaşayamadığı günler kadar telâfi eder. Oruç tutmaya takatı sınırda olanların (sağlığı elvermeyenlerin) üzerine miskin’in (yoksulun) yemeği bir fidye düşer (oruçsuz her günlerine karşılık). Kim hayır olarak daha fazlasını verirse, bu onun için daha hayırlıdır. Sıyam sizin için daha hayırlıdır (yerine fidye vermekten), eğer bilirseniz.
185-) Şehru Ramadânelleziy ünzile fiyhil Kur’ânu hüden linNâsi ve beyyinâtin minel hüdâ velFurkan* femen şehide minkümüş şehre felyesumhu, ve men kâne merıydan ev alâ seferin feıddetün min eyyâmin uhar* yuriydullâhu Bikümül yüsra ve lâ yuriydu Bi kümül ‘usr* ve li tükmilül ‘ıddete ve li tükebbirullahe alâ mâ hedâküm ve lealleküm teşkürûn;
İnsanlara hakikati idrak ettiren ve gerçekle yanlış arasındaki farkları açıklayan Kur’ân, Ramazan ayı içinde inzâl olmuştur. Sizden kim bu aya ererse, sıyamı (orucu her boyutuyla) yaşasın. Kim de hasta veya seyahatte olursa, o günler sayısınca tamamlasın. Varlığınızdaki hakikati yaşamayı sıyam ile kolaylaştırmak ister, güçleştirmek istemez. O sayılı günleri tamamlayarak, size hakikati yaşattığı ölçüde, Allâh’ın ekberiyetini hissetmenizi ve bunu değerlendirmenizi ister.
186-) Ve izâ seeleke ‘ıbadiy ‘anniy feinniy kariyb* uciybu da’veteddâ’ı izâ de’âni, felyesteciybû liy vel yu’minû Biy leallehüm yerşudûn;
Kullarım sana BEN’den sorarlarsa, şüphesiz ki ben Kariyb’im (anlayış sınırı kadar yakın!) (“Şahdamarından yakınım” âyetini hatırlayalım)... Yönelip isteyene (dua) icabet ederim. O hâlde onlar da bana icabet etsinler ve bana iman etsinler ki olgunluklarını yaşasınlar.
187-) Uhılle leküm leyletesSıyâmirrefesü ilâ nisâiküm* hünne libâsun leküm ve entüm libâsun lehünne, alimAllâhu enneküm küntüm tahtanune enfüseküm fetâbe aleyküm ve ‘afâ anküm* fel’ÂNe başirûhünne vebteğû mâ ketebAllâhu leküm* ve külû veşrebû hattâ yetebeyyene lekümül haytul’ ebyedu minel haytıl’esvedi minel fecr* sümme etimmusSıyâme ilelleyl* ve lâ tübâşiruhünne ve entüm ‘âkifûne fiyl mesacid* tilke hudûdullahi felâ takrebûha* kezâlike yübeyyinullâhu âyâtihi linNâsi leallehüm yettekun;
Sıyam günlerinin gecelerinde kadınlarınıza yaklaşmak (cinsellik) helal kılındı. Onlar sizin, siz de onların elbisesisiniz (kişinin dış dünyasındaki en yakını). Allâh bu konuda nefsinize haksızlık ettiğinizi (gece de oruç devam eder cinsellik yapılmaz zannınızı) bildi de yanlıştan dönmenizi (tövbenizi) kabul etti ve sizi affetti. Artık onlara Allâh’ın hükmü kadarıyla yaklaşabilirsiniz. Gün başlangıcına (gecenin karanlığının günün aydınlığına dönüşme sürecine) kadar, yiyip için. Sonra sıyamı geceye kadar yaşayın. Mescidlerde itikâfta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar Allâh’ın koyduğu sınırlardır ki onlara yanaşmayın. İşte Allâh, işaretleri böylece açıklar ki bilfiil korunasınız.
188-) Ve lâ te’külû emvaleküm beyneküm Bil batıli ve tüdlû Bihâ ilelhükkâmi lite’külû feriykan min emvalinNâsi Bil ismi ve entüm ta’lemûn;
Mallarınızı, aranızda, gerçeklerle bağdaşmayan şekilde yemeyin. Ve bilip durduğunuz hâlde insanların mallarından haksız yere yemek için hükmedicilere koşmayın.
189-) Yes’elûneke anil ehilleh* kul hiye mevakıytu linNâsi velHacc* ve leysel birru Bi en te’tül buyûte min zuhûriha ve lakinnel birra menitteka* ve’tül buyûte min ebvâbihâ* vettekullahe lealleküm tüflihûn;
Sana hilâllerden (ay takviminden) soruyorlar... De ki: “Bunlar (ibadetlerin ay takvimine bağlanması ile) insanların yararlanması ve Hac için ölçülerdir.” Birr, evlere arka kapıdan girmek (hakikate dolaylı yoldan ulaşmak) değil, korunanlardan olmak için ön kapıdan (direkt kestirme yoldan) girmektir. Allâh’tan korunun ki felâh bulasınız.
190-) Ve katilû fiy sebiylillâhilleziyne yukatilûneküm ve lâ ta’tedû* innAllâhe lâ yuhıbbul mu’tediyn;
Sizi öldürmek amacıyla savaşanlarla siz de Allâh için savaşın. Haddi aşmayın. Muhakkak Allâh haddi aşanları sevmez.
191-) Vaktulûhüm haysü sekıftümûhüm ve ahricûhüm min haysü ahrecûküm vel fitnetü eşeddü minel katl* ve lâ tükatilûhüm ‘ındelMescidil Harâmi hattâ yükatilûküm fiyh* fein katelûküm faktülûhüm* kezâlike cezâül kâfiriyn;
Onları nerede yakalarsanız orada öldürün. Sizi sürdükleri yerden siz de onları sürün!.. Fitne (insan) öldürmekten daha şiddetlidir(suçtur)... Onlar sizle savaşmadıkları sürece, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Onlar sizi öldürmeye kalkarsa o zaman siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin yaptığının karşılığı budur.
192-) Feinintehev feinnAllâhe Ğafûrun Rahıym;
Eğer vazgeçerlerse (yaptıklarından) Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir.
193-) Ve katilûhüm hattâ lâ tekûne fitnetün ve yekûned diynu Lillâh* feinintehev felâ ‘udvâne illâ alezzalimiyn;
Fitne (dinden çıkmanız için yapılan baskı) kalkana; Allâh dinini rahatça yaşayana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse (baskıdan - savaşmaktan), artık zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur.
194-) Eşşehrülharâmu Bişşehrilharâmi vel hurumâtu kısas* femenı’tedâ aleyküm fa’tedû aleyhi Bi misli ma’tedâ aleyküm* vettekullahe va’lemu ennAllâhe ma’almüttekıyn;
Haram ay, haramınız olan aya bedeldir... Ve buna hürmette eşitlik esastır. O hâlde haddi aşıp (bu süreçte) size saldırana, saldırganlığının misliyle siz de saldırın! Allâh’tan korunun ve iyi bilin ki Allâh korunanlarla beraberdir.
195-) Ve enfiku fiy sebiylillâhi ve lâ tülku Bi eydiyküm ilet tehlüketi ve ahsinû* innAllâhe yuhıbbul muhsiniyn;
Fiysebilillâh (Allâh’a ermek için) karşılıksız bağışlayın ve (cimrilik yaparak) kendi kendinizi mahvetmeyin... Ve ihsan edin! Muhakkak Allâh ihsan edicileri sever.
196-) Ve etimmül Hacce vel ‘Umrete Lillâh* fein uhsırtüm femesteysera minel hedy* ve lâ tahliku ruûseküm hattâ yeblüğal hedyü mahılleh* femen kâne minküm merıydan ev Bihî ezen min re’sihi fefidyetün min Sıyâmin ev Sadakatin ev Nüsükin, feizâ emintüm* femen temette’a Bil ‘Umreti ilel Hacci femesteysera minel hedy* femen lem yecid feSıyâmü selâseti eyyâmin fiyl Hacci ve seb’atin izâ raca’tüm* tilke aşeratün kâmiletün, zâlike li men lem yekün ehlühu hadıril Mescidil Harâm* vettekullâhe va’lemû ennAllâhe şediyd’ül ‘ıkab;
Haccı da umreyi de Allâh için tamamlayın. (Bunu yapmaktan) engellenirseniz hediye kurban da yeterlidir. Kurbanınız kesilene kadar başınızı tıraş etmeyin. İçinizden kim hasta olursa ya da başında (hacca engel) bir sıkıntısı olursa, oruç yahut sadaka veya kurban diyet gerekir. (Engelleme kalktığında) emin olduğunuzda kim hacca kadar umreyi yaşamak, yararlanmak isterse, kolayına gelen bir hediye kurbanı kessin. Fakat bulamayana hac günlerinde üç, döndükten sonra da yedi olmak üzere on gün oruç gerekir. Bunlar ailesi (yerleşim alanı) Mescid-i Haram civarı olmayanlar içindir. Allâh’a karşı gelmekten korunun. Ve iyi bilin ki Allâh, hak edilen karşılığı şiddetle verir.
197-) ElHaccü eşhürun ma’lumât* femen ferada fiyhinnel Hacce felâ rafese ve lâ füsûka ve lâ cidâle fiyl Hacc* ve ma tef’alû min hayrin ya’lemhullâh* ve tezevvedû feinne hayrez zadit takvâ* vettekuni yâ ulil elbâb;
Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda haccı edâya azmederse, artık hacda seviyesiz konuşmalar, hacca yakışmayan davranışlar, fiiller, kavga yapmamalıdır. Ne hayır yaparsanız Allâh bilir. Azıklanın ki en hayırlı azık takvadır (Allâh için beşeriyetinin noksanlarından korunma). Ey derin düşünen akıl sahipleri, benden korunun (yanlış yapmanız yüzünden karşılığını vermemden korunun)!
198-) Leyse aleyküm cünahun en tebteğû fadlen min Rabbiküm* feizâ efadtüm min ‘Arafatin fezkürullahe ‘ındel Meş’aril Harâm* vezkürûHU kemâ hedâküm* ve in küntüm min kablihî le minaddâlliyn;
(Hac süresi içinde) Rabbinizin fazlından istemenizde bir suç yoktur. Arafat’tan hep birlikte akıp dönerken, Meşari Haram’da (Müzdelife) Allâh’ı zikredin. O’nu, hidâyetinin sizde açığa çıktığı kadarıyla zikredin. Muhakkak ki bundan önce siz (hakikatten)sapmışlardandınız.
199-) Sümme efıydû min haysü efâdanNâsu vestağfirullah* innAllâhe Ğafûrun Rahıym;
Sonra herkesin topluca döndüğü yerden siz de dönün ve (yetersizliklerinizden dolayı) istiğfar edin. Şüphesiz ki Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir.
200-) Feizâ kadaytüm menâsikeküm fezkürullahe kezikriküm abâeküm ev eşedde zikra* feminenNâsi men yekulü Rabbenâ âtinâ fiyddünyâ ve mâ lehû fiyl ahırati min halak;
Hac ibadetinizi bitirince babalarınızı anma (âdetinizdeki) zikrinizden çok daha şiddetli şekilde Allâh’ı zikredin. İnsanların kimisi: “Rabbimiz, bize dünyada ver” der... Sonsuz gelecek sürecinde nasibi yoktur.
201-) Ve minhüm men yekulü Rabbenâ âtinâ fiyddünyâ haseneten ve fiyl âhırati haseneten vekınâ azâben nâr;
Onlardan kimi de: “Rabbimiz, bize dünyada da hasene (Esmâ’nın güzelliklerini yaşamayı) ver, sonsuz gelecek sürecinde de hasene (nefsimizdeki Esmâ’nın güzellikleri) ver; (ayrı düşmenin) ateşinden bizi koru” derler.
202-) Ülâike lehüm nasıybün mimmâ kesebû* vAllâhu seriy’ul hisab;
İşte bunlar kazandıklarının karşılığına ulaşacak olanlardır. Allâh, “Seriy’ul Hisab”dır (hesabı anında gören).
203-) Vezkürullahe fiy eyyamin ma’dudât* femen teaccele fiy yevmeyni felâ isme aleyhi ve men teahhara felâ isme aleyhi limenitteka* vettekullahe va’lemû enneküm ileyhi tuhşerûn;
Bir de sayılı günlerde (hac bayramı 2./3./4. günleri) Allâh’ı zikredin (tekbir getirin). Kim iki gün içinde aceleyle işini bitirirse ona bir suç yoktur. Kim tehir ederse ona da suç yoktur. Bu korunan kimse içindir... Allâh’tan korunun (yaptıklarınızın sonucunu kesinlikle yaşatacağı için) ve iyi bilin ki muhakkak sonunda O’na haşrolacaksınız.
204-) Ve minenNâsi men yu’cibüke kavluhû fiyl hayâtid dünya ve yüşhidüllahe alâ mâ fiy kalbihi ve huve eleddül hısâm;
İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatı hakkındaki sözü senin hoşuna gider ve o kalbindekine Allâh’ı da şahit tutar... Oysa o, düşmanlarının en yamanıdır.
205-) Ve izâ tevellâ se’â fiyl Ardı li yüfside fiyha ve yühlikel harse vennesl* vAllâhu lâ yuhıbbül fesad;
O dönüp gittiği zaman arzda fesat çıkarmaya, insanın ürününü ve neslini mahvetmeye koşar. Allâh fesadı sevmez.
206-) Ve izâ kıyle lehüttekıllahe ehazethül ‘ızzetü Bil ismi fehasbühu cehennem* ve le bi’sel mihâd;
Ona: “Allâh’tan (yaptıklarının sonucunu yaşatacağı için) korun” denildiğinde, benliği onu suça sürükler. İşte onun hakkından cehennem gelir. Cidden çok kötü yataktır o!
207-) Ve minenNâsi men yeşriy nefsehübtiğâe merdâtillâh* vAllâhu Raûfun Bil ‘ıbad;
İnsanlardan öyle kimse de vardır ki, Allâh rızasının kendisinde açığa çıkması için nefsini (benliğini) feda eder! Allâh, kullarının hakikatinden Raûf olarak açığa çıkar.
208-) Yâ eyyühelleziyne âmenüdhulû fiys silmi kâffeten, ve lâ tettebi’û hutuvatiş şeytan* innehû leküm ‘adüvvün mubiyn;
Ey iman edenler, hepiniz teslimiyete girin, şeytanın (kendini yalnızca beden kabul ettiren düşüncenin) adımlarına uymayın. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.
209-) Fein zeleltüm min ba’di mâ câetkümül beyyinâtu fa’lemû ennAllâhe Aziyzün Hakiym;
Eğer size bunca apaçık deliller geldikten sonra yine de kayarsanız, iyi bilin ki Allâh Aziyz’dir (yaptığınızın sonucunu karşı konulmaz kudretiyle yaşatır), Hakiym’dir.
210-) Hel yenzurûne illâ en ye’tiyehümüllâhu fiy zulelin minel ğemâmi vel Melâiketü ve kudıyel emr* ve ilAllâhi turceul umûr;
Onlar Allâh’ın, yanında meleklerle bulutlar içinden gelip, işlerini bitirmesini mi bekliyorlar! Her oluş Allâh’a döndürülür.
211-) Sel beniy isrâiyle kem âteynâhüm min âyetin beyyinetin, ve men yübeddil nı’metAllâhi min ba’di mâ câethü feinnAllâhe şediyd’ül ‘ıkab;
Sor İsrailoğullarına; Biz onlara nice apaçık işaretler verdik. Kim kendisine geldikten sonra Allâh nimetini değiştirirse, (bilin ki)Allâh yapılanın karşılığını hakkıyla ve şiddetle verir.
212-) Züyyine lilleziyne keferul hayatüd dünya ve yesharûne minelleziyne âmenû* velleziynettekav fevkahüm yevmel kıyâmeti, vAllâhu yerzuku men yeşâu Bi ğayri hisab;
Dünya hayatı süslenip bezendi kâfirler için (hakikatlerini inkâr edenler süslü dış dünyaya yönelirler)! Onlar, (bu yüzden) iman edenlerle alay ederler. Oysa o korunan iman edenler, kıyamet günü onların fevkindedir. Allâh dilediğine hesapsız rızık verir.
213-) KânenNâsu ümmeten vahıdeten febe’asellahün Nebiyyiyne mübeşşiriyne ve münziriyn* ve enzele mealhümül Kitâbe Bil Hakkı liyahküme beynenNâsi fiymahtelefû fiyh* ve mahtelefe fiyhi illelleziyne ûtûhu min ba’di mâ câethümül beyyinatü bağyen beynehüm* fehedAllâhulleziyne amenû limahtelefû fiyhi minel Hakkı BiizniHİ, vAllâhu yehdiy men yeşâu ilâ sıratın müstekıym;
Bütün insanlar bir zamanlar tek bir topluluk idi. Müjdeleyici ve uyarıcı olarak Allâh, Nebileri bâ’s etti (nübüvvet kemâlâtını onlarda açığa çıkardı). Onlar yanı sıra, ayrılığa düştükleri konularda aralarında hükmetmek için, Hak olarak Kitabı (hakikat ve Sünnetullâh bilgisini) inzâl etti. Kendilerine Kitap verilmiş olanlar, apaçık deliller gelmesine rağmen, kıskançlık yüzünden onda ihtilafa düştüler. Allâh, Bi-iznihi (nefslerindeki Esmâ bileşiminin elvermesiyle) iman edenleri, onların ayrılığa düştükleri konuda, hidâyete erdirdi. Allâh dilediğini dosdoğru yola erdirir.
214-) Em hasibtüm en tedhulül cennete ve lemmâ ye’tiküm meselülleziyne halev min kabliküm* messethümül be’sâu veddarrâu ve zülzilû hattâ yekulerRasûlü velleziyne âmenû meahû metâ nasrullah* elâ inne nasrAllâhi kariyb;
Yoksa siz, sizden öncekilerin başlarına gelen mesel olmuş sıkıntılarının sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle sıkıntı, belâ gelip çattı, sarsıldılar ki, Rasûlleri ve yanındaki iman edenler “Allâh’ın yardımı ne zaman gelecek” dediler. Haberiniz olsun ki Allâh nusreti yakındır!
215-) Yes’elûneke mâzâ yunfikun* kul mâ enfaktüm min hayrin felil valideyni vel akrabiyne vel yetâmâ vel mesakiyni vebnissebiyl* ve mâ tef’alû min hayrin feinnAllâhe Bihî ‘Aliym;
Sana soruyorlar, neyi, kime Allâh (rızası) için karşılıksız bağışlayacaklarını. Hayır olarak bağışlayacağınız şeyler, ana-baba, akraba, yetimler, yoksullar ve evinden uzak düşmüş yolcular içindir. Hayırdan ne yaparsanız, Allâh (Esmâ’sıyla fiillerinizi yaratan olarak)bilir.
216-) Kütibe aleykümül kıtalu ve huve kürhün leküm* ve ‘asa en tekrahu şey’en ve huve hayrun leküm, ve ‘asa en tuhıbbu şey’en ve huve şerrun leküm* vAllâhu ya’lemü ve entüm lâ ta’lemûn;
Hoşunuza gitmediği hâlde, savaş üzerinize hükmoldu. Sizin için hayır olan bir şeyden hoşlanmayabilir; sizin için şerr olan bir şeyi sevebilirsiniz. Allâh bilir, ne var ki siz bilmezsiniz!
217-) Yes’elûneke aniş şehril harâmi kıtalin fiyh* kul kıtalun fiyhi kebiyr* ve saddün an sebiylillâhi ve küfrün Bihî velMescidil Harâmi ve ıhracü ehlihî minhu ekberu indAllâh* velfitnetü ekberu minel katl* ve lâ yezâlûne yukatilûneküm hattâ yeruddûküm an diyniküm inisteta’û* ve men yertedid minküm an diynihî feyemut ve huve kafirun fe ülâike habitat a’malühüm fiyddünyâ vel âhireti, ve ülâike ashabünnâri, hüm fiyha halidûn;
Sana, savaşmanın haram olduğu ay içinde savaşmayı soruyorlar. O ayda savaşmak büyük iştir! Ne var ki Allâh yolundan (insanları)alıkoymak, hakikatini inkâr ve Mescid-i Haram’a nankörlük edip, halkı oraya girmekten yasaklamak, ehlini oradan sürmek, Allâh indînde çok daha büyük iştir! Fitne, öldürmekten de büyük iştir! Onlar güç yetirebilseler, sizi inancınızdan döndürene kadar sizinle savaşırlar. Sizden, kim din anlayışından döner ve hakikati inkâr üzere ölürse, dünyada ve sonsuz gelecek sürecinde, tüm yaptığı iyi işler boşa gider. İşte onlar ateş (yanma) ehlidirler ve sonsuza dek orada kalırlar.
218-) İnnelleziyne âmenû velleziyne hacerû ve cahedû fiy sebiylillâhi ülâike yercûne rahmetAllâh* vAllâhu Ğafûr’un Rahıym;
Şüphesiz ki iman edenler ve Allâh yolunda hicret ve mücahede edenler var ya, işte onlar, Allâh rahmetini umarlar. Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir.
219-) Yes’elûneke anil hamri vel meysir* kul fiyhima ismün kebiyrun ve menâfi’u linNâs* ve ismühüma ekberu min nef’ıhima* ve yes’elûneke mâ zâ yunfikun* kulil ‘afv* kezâlike yübeyyinullâhu lekümül âyâti lealleküm tetefekkerûn;
Sana sarhoşluk veren şeyler ile kumardan soruyorlar. De ki: “Her ikisinde de büyük kötülük ve insanlar için bazı yararlar vardır. Fakat zararları yararlarından daha fazladır.” Allâh yolunda ne kadar harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “El Afv (zaruri harcamalarınızdan) arta kalanı bağışlayın!” Allâh böylece gereken apaçık işaretleri veriyor size... (Nedenini) derin düşünmeniz için.
220-) Fiyddünyâ vel âhireti* ve yes’elûneke anil yetâmâ* kul ıslahun lehüm hayrün, ve in tühâlitûhüm feıhvanüküm* vAllâhu ya’lemül müfside minel muslıh* ve lev şâAllâhu lea’neteküm* innAllâhe Aziyz’ün Hakiym;
Dünya ve sonsuz gelecek süreci hakkında (düşünün)! Sana yetimlerden sorarlar. De ki: “Onların şartlarını düzeltmek en hayırlısıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız sizin kardeşlerinizdir onlar.” Allâh fesat çıkaranı da düzeltici olanı da bilir. Allâh eğer dileseydi sizi zora sokardı. Muhakkak Allâh, Aziyz ve Hakiym’dir.
221-) Ve lâ tenkihul müşrikâti hattâ yü’minn* ve le emetün mü’minetün hayrun min müşriketin velev a’cebetküm* ve lâ tünkihul müşrikiyne hattâ yu’minû* ve le abdün mü’minün hayrun min müşrikin velev a’cebeküm* ülâike yed’ûne ilennâri, vAllâhu yed’û ilel cenneti vel mağfirati BiizniHİ, ve yübeyyinü âyâtihî linNâsi leallehüm yetezekkerûn;
Şirk koşan kadınlarla, iman edene kadar nikâhlanmayın. İman eden bir cariye, hoşunuza gitse dahi şirk ehli bir kadından kesinlikle daha hayırlıdır (güzellik bedende değil inanç paylaşımındadır). Müşrik erkeklere de, iman edinceye kadar, (iman eden kadını)nikâhlamayın. İman eden bir köle, size hoş gelse dahi müşrik bir erkekten elbette daha hayırlıdır. Onlar (şirk ehli) ateşe davet ederler. Allâh ise (hakikatinizin elvermesinden doğan) izniyle cennete ve mağfirete davet ediyor. Allâh (hakikatin) işaretlerini insanlar için apaçık beyan eder ki, (bu gerçekler) hatırlansın.
222-) Ve yes’elûneke anilmehıyd* kul huve ezen fa’tezilün nisâe fiylmehıydı ve lâ takrabûhünne hattâ yathürne, feizâ tetahherne fe’tûhünne min haysü emerakümullâh* innAllâhe yuhıbbut Tevvabiyne ve yuhıbbul mütetahhiriyn;
Sana kadınların aybaşı hâlinden soruyorlar... O sıkıntılı bir dönemdir. Kadınlarla, âdet kanaması sürecinde, (kandan) temizleninceye kadar cinsel ilişkiye girmeyin. Temizlendikten sonra Allâh’ın hükmettiği yerden yaklaşabilirsiniz. Allâh kesinlikle yanlışlarından (dolayı) çok tövbe edenleri, çok arınanları sever.
223-) Nisâüküm harsün leküm* fe’tû harseküm ennâ şi’tüm* ve kaddimû lienfüsiküm* vettekullahe va’lemû enneküm mulakuh* ve beşşiril mu’miniyn;
Kadınlarınız sizin (evlat verecek) tarlanızdır. Ona göre, nasıl isterseniz öylece ekin tarlanızı. Nefsleriniz için geleceğe hazırlık yapın. Ve Allâh’tan korunun ve iyi bilin ki, O’na kavuşacaksınız. İman edenlere müjdele!
224-) Ve lâ tec’alullâhe urdaten lieymaniküm en teberrû ve tetteku ve tuslihû beynen Nâs* vAllâhu Semiy’un ‘Aliym;
Allâh adına yaptığınız yeminler; iyilik yapmak, korunmak, insanlar arasını düzeltmek gibi konularda size engel olmasın. Allâh Semi’dir, Aliym’dir.
225-) Lâ yuahızükümüllâhu Bil lağvi fiy eymaniküm ve lâkin yuahızüküm Bi mâ kesebet kulûbüküm* vAllâhu Ğafûr’un Hâliym;
Allâh bilmeyerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Fakat kalplerinizin (bilincinizin, haddi aşan) getirisinden sorumlu tutar. Allâh Ğafûr’dur, Haliym’dir.
226-) Lilleziyne yu’lûne min nisâihim terabbusu erbeati eşhur* fein fâu feinnAllâhe Ğafûr’un Rahıym;
Karılarına yaklaşmama yemini edenlere dört ay bekleme vardır. Şayet bu süre içinde yeminlerinden dönerlerse, muhakkak Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir.
227-) Ve in azemüttalâka feinnAllâhe Semiy’un ‘Aliym;
Eğer boşamaya karar verirlerse, şüphesiz Allâh Semi’dir, Aliym’dir (niyetlerini bilir).
228-) Vel mütallekatu yeterabbasne Bi enfüsihinne selâsete kurû’* ve lâ yehıllu lehünne en yektümne mâ halekAllâhu fiy erhamihinne in künne yu’minne Billâhi vel yevmil ahır* ve bü’ûletühünne ehakku Bi raddihinne fiy zâlike in eradû ıslaha* ve lehünne mislülleziy aleyhinne Bil ma’rûf* ve lirRicali aleyhinne deracetün, vAllâhu Aziyz’ün Hakiym;
Boşanmış kadınlar üç aybaşı süresi hamile olup olmadıklarını anlamak için evlenmeyip bekleyeceklerdir. Hakikatleri olan Allâh’a ve gelecekte yaşanacak sürece iman ediyorlarsa, Allâh’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeye hakları yoktur. Kocaları da bu süre zarfında barışmak isterse, başkalarından daha önceliklidir. Karıların kocaları üzerindeki hakkı gibi kocaların da karıları üzerinde hakkı vardır. Ancak kocaların hakkı bir derece daha ileridir (erkekten kadına akış olduğu için). Allâh Aziyz’dir, Hakiym’dir.
229-) EtTalâku merretân* fe imsakün Bi ma’rûfin ev tesriyhun Bi ıhsan* ve lâ yahıllu leküm en te’huzû mimmâ âteytümûhünne şey’en illâ en yehâfâ ellâ yukıyma hudûdAllâh* fein hıftüm ellâ yukıyma hudûdAllâhi felâ cünaha aleyhima fiymeftedet Bihi, tilke hudûdullâhi felâ ta’tedûha* ve men yeteadde hudûdAllâhi feülâike hümüz zalimun;
Boşanma iki defadır. Ondan sonrası ya devamdır ya da geri dönmesiz serbest bırakmadır. Karılarınıza verdiklerinizden bir şeyi (boşanma yüzünden) geri almanız helal değildir. Eğer karı ve koca Allâh hudutları içinde yaşamakta zorlanırlarsa, kadının erkekten aldıklarını iade ederek boşanma isteme hakkı vardır ve bundan dolayı suçlu olmaz. İşte bunlar Allâh’ın size koyduğu sınırlardır ki sakın aşmayın. Kim sınırları aşarsa nefsine zulmedenlerden olur.
230-) Fein tallekahâ felâ tehıllu lehû min ba’dü hattâ tenkıha zevcen ğayrehu, fein tallekahâ felâ cünâha aleyhimâ en yeterâce’â in zanna en yukıyma hudûdAllâh* ve tilke hudûdullâhi yubeyyinuha li kavmin ya’lemun;
Erkek bunlardan sonra (üçüncü defa) tekrar karısını boşarsa, o kadın başka biri ile nikâhlanmadıkça tekrar kendisine helal olmaz. Şayet yeni kocasından boşanırsa, evlilik şartlarını Allâh sınırları içinde yürütebileceklerini düşünüyorlarsa, tekrardan nikâhlanmalarında üzerlerine bir suç yoktur. İşte bunlar Allâh’ın (koyduğu) sınırlarıdır ki, (Allâh’ı) bilen kavim için açıklıyor.
231-) Ve izâ tallaktümün nisâe febelağne ecelehünne feemsikühünne Bi ma’rûfin ev serrihûhünne Bi ma’rûf* ve lâ tümsikühünne dıraren lita’tedû* ve men yef’al zâlike fekad zaleme nefsehu, ve lâ tettehızû âyâtillâhi hüzüva* vezkürû nı’metAllâhi aleyküm ve mâ enzele aleyküm minel Kitâbi vel Hikmeti ye’ızuküm Bih* vettekullâhe va’lemû ennAllâhe Bi külli şey’in ‘Aliym;
Karılarınızı boşadığınızda üç aybaşı süresi tamamlandığında ya güzellikle devam edin ya da iyilikle serbest bırakın. Eziyet amacıyla onları kendinize bağlı tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendi nefsine zulmetmiş olur. Allâh hükümlerini önemsememezlik yapmayın. Allâh’ın üzerinizdeki nimetini ve size “B” mânâsınca öğüt (ibret) vermek için Kitap ve Hikmetten inzâl ettiğini hatırlayın. Allâh’tan korunun ve iyi bilin ki, Allâh her şeyin (Esmâ mertebesi itibarıyla) hakikati olarak, bilir.
232-) Ve izâ tallaktümünnisâe febelağne ecelehünne felâ ta’dulûhünne en yenkıhne ezvacehünne izâ teradav beynehüm Bil ma’rûf* zâlike yûazu Bihî men kâne minküm yu’minü Billâhi vel yevmil ahıri, zâliküm ezkâ leküm ve ather* vAllâhu ya’lemu ve entüm lâ ta’lemûn;
Karılarınızı boşadığınızda, bekleme süresi sonunda, aralarında karşılıklı anlaşmaları hâlinde, evlenmelerine engel olmayın. Bu sizden kim Allâh’a ve gelecekte yaşanacak sürece iman ediyorsa ona verilmiş olan bir öğüttür. İşte bu sizin için daha tezkiyeli (beşerî şartlanmalardan arı) ve daha temizdir. Allâh bilir siz bilmezsiniz!
233-) Vel validatu yurdı’ne evladehünne havleyni kâmileyni limen erade en yütimmerredâ’ate ve alel mevlûdi lehû rizkuhünne ve kisvetühünne Bil ma’rûf* lâ tükellefü nefsün illâ vüs’ahâ* lâ tudârre validetün Bi veledihâ ve lâ mevlûdün lehû Bi veledihi ve alel vârisi mislü zâlik* fein eradâ fisâlen an terâdın minhümâ ve teşâvürin felâ cünâha aleyhimâ* ve in eradtüm en testerdı’û evlâdeküm felâ cünâha aleyküm izâ sellemtüm mâ âteytüm Bil ma’rûf* vettekullâhe va’lemû ennAllâhe Bi mâ ta’melûne Basıyr;
(Boşanmış annelerin) süt emzirmesini tamamlatmak isteyen (babalar) için, anneler iki tam yıl çocuklarını emzirebilirler. Bu süre zarfında onların rızkı ve giyim kuşamı örfte olduğu üzere babanın yükümlülüğündedir. Hiçbir nefse kapasitesini aşan teklif edilmez. Ne bir ana ne de bir baba çocuğu yüzünden zarara sokulmamalıdır. Vârise düşen de aynen böyledir. Eğer kendi rızaları ile anlaşarak çocuğu iki yıldan önce sütten kesmek isterlerse kendilerine bir suç yoktur. Eğer çocuklarınızı (sütanne tutup) emzirtmek isterseniz, örf üzere verilmesi gerekeni ödediğiniz takdirde, bunda da bir beis yoktur. Allâh’tan korunun ve iyi bilin ki Allâh (tüm yaptıklarınızın yaratanı olarak) Basıyr’dir.
234-) Velleziyne yüteveffevne minküm ve yezerûne ezvâcen yeterebbasne Bi enfüsihinne erbeate eşhürin ve aşra* feizâ belağne ecelehünne felâ cünâha aleyküm fiymâ fealne fiy enfüsihinne Bil ma’rûf* vAllâhu Bi mâ ta’melûne Habiyr;
Sizden vefat edenlerin geriye bıraktıkları eşleri dört ay on gün beklerler (yeniden evlenmek isterlerse). Sürenin sonunda onların örfe göre yaptıkları davranışta (başkasıyla evlenmesinde) bir suç yoktur. Allâh tüm yaptıklarınızın oluşturucusu olarak Habiyr’dir.
235-) Ve lâ cünâha aleyküm fiymâ ‘arradtüm Bihî min hıtbetin nisâi ev eknentüm fiy enfüsiküm* alimAllâhu enneküm setezkürûnehünne ve lâkin lâ tüvâ’ıdûhünne sirran illâ en tekulû kavlen ma’rûfa* ve lâ ta’zimû ukdeten nikâhı hattâ yeblüğal Kitâbu eceleh* va’lemu ennAllâhe ya’lemu mâ fiy enfüsiküm fahzerûh* va’lemû ennAllâhe Ğafûr’un Haliym;
(Bekleme sürecindeki) kadınlara evlenme isteğinizi hissettirmenizde veya içinizde saklamanızda bir suç yoktur. Allâh bilir ki sizin onlara meyliniz olacaktır. Fakat örf dışında, gizlice beraberliğe yeltenmeyin. Bekleme süresi doluncaya kadar nikâh bağını kurmayın. Bilin ki Allâh bilinçlerinizdekini bilir; bundan dolayı O’ndan sakının. Bilin ki Allâh Ğafûr’dur, Haliym’dir.
236-) Lâ cünâha aleyküm in tallaktümün nisâe mâ lem temessûhünne ev tefridû lehünne feriydaten, ve metti’ûhünn* alel mûsi’ı kaderuhû ve alel muktiri kaderuh* metâ’an Bil ma’rûf* Hakkan alel muhsiniyn;
Eğer kendileriyle yatmadan veya mehr tespit etmeden önce boşarsanız size bir suç yoktur. Onları faydalandırın. İmkânları geniş olan, kapasitesince, imkânları dar olan da kendi ölçüsünde örfte olduğu üzere faydalandırmalıdır (boşanan eşlerini). İhsan ediciler üzerine bir görevdir bu.
237-) Ve in tallaktümûhünne min kabli en temessûhünne ve kad feradtüm lehünne feriydaten fenısfü ma feradtüm illâ en ya’fûne ev ya’fuvelleziy Bi yedihi ukdetün nikâh* ve en ta’fû akrabu littakvâ* ve lâ tensevül fadle beyneküm* innAllâhe Bi mâ ta’melûne Basıyr;
Kendilerine bir mehr tayin ettikten sonra, onlarla yatmadan önce boşamışsanız, karar verdiğiniz mehrin yarısını kendilerine verin. Ancak kendileri veya nikâh akdi vekîlleri vazgeçerse bu haktan, o başka. Sizin (mehrin tümünü ona) bağışlamanız ise takvaya daha uygundur. Birbirinize faziletli davranmayı unutmayın. Muhakkak Allâh yaptıklarınızı Basıyr’dir (değerlendirmektedir).
238-) Hafizû ales Salevati ves Salâtil Vüsta ve kumu Lillâhi kanitiyn;
“Salât”lara (namaz - Allâh’a yöneliş), özellikle orta “salât”a (ikindi - şuurda her an bunu yaşamaya) dikkat edin. Kanitîn (tam teslim olmuşlar) olarak, Allâh için yaşayın.
239-) Fein hıftüm fericalen ev rükbana* feizâ emintüm fezkürullahe kema allemeküm ma lem tekünu ta’lemun;
Sizi korkutacak tehlike söz konusu ise yürürken veya bineğiniz üstünde de (salâtı ikame edebilirsiniz)... Güvende olduğunuzda, bilmediklerinizi öğretenin öğretisince Allâh’ı zikredin (O’nun Esmâ’sının âlemlerde açığa çıkışını düşünün).
240-) Velleziyne yüteveffevne minküm ve yezerune ezvacen, vasıyyeten liezvacihim meta’an ilel havli ğayra ıhrac* fein haracne fela cünaha aleyküm fiy ma fealne fiy enfüsihinne min ma’ruf* vAllâhu Aziyz’ün Hakiym;
Vefat edenlerin geride kalan eşleri için, yaşadıkları evden çıkmaksızın bir yıla kadar geçimleri temin edilmek üzere vasiyet edilsin. Eğer evden kendileri ayrılırlarsa, kendi haklarını kullanmaları dolayısıyla, size bir sorumluluk yoktur. Allâh Aziyz’dir, Hakiym’dir.
241-) Ve lil mütallekati metaun Bil ma’ruf* Hakkan alel müttekıyn;
Boşanmış kadınların örfe göre geçimlerini temin için nafaka alma hakkı vardır ki bu takva sahipleri için bir görevdir.
242-) Kezâlike yübeyyinullâhu leküm âyâtihi lealleküm ta’kılun;
İşte Allâh sizler için yaşam kurallarını böylece açıklıyor ki belki akledersiniz.
243-) Elem tera ilelleziyne harecu min diyarihim ve hüm ülufün hazerel mevt* fekale lehümüllâhu mutu sümme ahyahüm* innAllâhe lezûfadlin alenNasi ve lâkinne ekseranNasi lâ yeşkürun;
Ölüm korkusuyla yurtlarını terk eden binlerce kişiyi görmedin mi? Allâh onlara “Ölün” dedi; sonra da diriltti. Şüphesiz ki Allâh insanlara fazl sahibidir; ama insanların ekseriyeti değerlendirmezler (verilen nimeti).
244-) Ve katilu fiy sebiylillâhi va’lemû ennAllâhe Semiy’un ‘Aliym;
Allâh yolunda savaşın ve iyi bilin ki Allâh Semi’ ve Aliym’dir.
245-) Menzelleziy yukridullahe kardan hasenen feyudaıfehu lehu ad’afen kesiyreten, vAllâhu yakbidu ve yebsut* ve ileyhi türce’un;
Kim, Allâh’a güzel bir ödünç verip de karşılığını katbekat geri almayı ister! Allâh kabz eder veya bast eder (tutar, sıkar, daraltır veya açar, genişletir, yayar)... O’na döndürülmektesiniz!
246-) Elem tera ilel melei min beniy israiyle min ba’di Musa* iz kalu li Nebiyyin lehümüb’as lena meliken nükatil fiy sebiylillâh* kale hel aseytüm in kütibe aleykümül kıtalu ella tukatilu* kalu ve ma lena ella nukatile fiy sebiylillâhi ve kad uhricna min diyarina ve ebnâina* felemma kütibe aleyhimül kıtalu tevellev illâ kaliylen minhüm* vAllâhu Aliym’ün Biz zalimiyn;
Musa’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerinden bir grubu görmedin mi? Hani onlar Nebilerine: “Bizim için bir Melîk bâ’s et de Allâh yolunda savaşalım” demişlerdi. O Nebi de sordu: “Ya üzerinize savaş hükmolur da savaşmazsanız?”... Dediler: “Biz niye Allâh yolunda savaşmayalım ki? Üstelik yurdumuzdan, çocuklarımızdan olmuşken!” Ne zaman ki üzerlerine savaşmak hükmoldu, onlardan pek azı hariç savaşmaktan yüz çevirdiler. Allâh zâlimleri (onları Esmâ’sından yaratan olması dolayısıyla) Aliym’dir.
247-) Ve kale lehüm Nebiyyühüm innAllâhe kad bease leküm Talûte melikâ* kalu enna yekünu lehül mülkü aleyna ve nahnu ehakku Bil mülki minhu ve lem yü’te se’aten minel mal* kale innAllâhastefahu aleyküm ve zadehu bestaten fiyl ılmi vel cism* vAllâhu yü’tiy mülkeHU men yeşâ’* vAllâhu Vasi’un Aliym;
Nebileri onlara dedi ki: “Muhakkak ki Allâh, Talut’u sizin için Melîk olarak bâ’s etti.” Dediler: “Nasıl olur da o bizim üzerimize mülk sahibi olur? Biz mülkümüze ondan daha çok hak sahibiyiz. Üstelik servet itibarıyla zengin de değildir.” Nebileri dedi ki: “Muhakkak ki Allâh onu sizin üzerinize seçti, ilimde derinlik, bedende genişlik verdi.” Allâh mülkünü (mülkünde tasarrufu)dilediğine verir. Allâh Vasi’dir, Aliym’dir.
248-) Ve kale lehüm Nebiyyühüm inne ayete mülkiHİ en ye’tiyekümüt tabûtu fiyhi sekiynetüm min Rabbiküm ve bekıyyetün mimma terake alu Musa ve alu Harune tahmilühül Melaiketü, inne fiy zâlike leayeten leküm in küntüm mu’miniyn;
Nebileri onlara dedi ki: “Muhakkak ki onun hükümranlığının işareti, o tabutun (kalbin - şuurun) size gelmesidir. Ki onun içinde Rabbinizden bir sekine (iç huzuru - ferahlık), Musa ve Harun neslinden bir geriye kalan (ilim) vardır. Onu melâike (nefsinizdeki Esmâ kuvveleri) getirecektir. Muhakkak ki bunda kesin açık bir işaret vardır, eğer iman ehli iseniz.”
249-) Fe lemma fesale Talûtu Bil cunûdi, kale innAllâhe mübteliyküm Bi neher* femen şeribe minhu feleyse minniy* vemen lem yat’amhü feinnehu minniy illâ menığterafe gurfeten Bi yedih* feşeribû minhu illâ kaliylen minhüm* felemma cavezehu huve velleziyne amenû meahu, kalu lâ takate lenel yevme Bi Calûte ve cunudih* kalelleziyne yezunnune ennehüm mulakullahi kem min fietin kaliyletin ğalebet fieten kesiyraten Biiznillâh* vAllâhu meas Sabiriyn;
Talut, ordusuyla yola çıktığında (askerlerine) dedi ki: “Muhakkak Allâh sizi bir nehir ile sınayacaktır. Kim ondan içerse benden değildir. Kim ondan tatmazsa o da bendendir. Eliyle bir avuç kadar alan müstesna”... Fakat içlerinden pek azı hariç, ondan içtiler. Ne zaman ki O ve beraberindekiler nehrin karşı yakasına geçtiler, “Calut ve ordusuna karşı savaşacak gücümüz kalmadı” dediler. Allâh’a kavuşacaklarını (imanları sebebiyle) özlerinden gelen (yakîn) ile bilenler ise: “Pek çok defa, az bir topluluk Allâh’ın izniyle (Bi-iznillâh), kendilerinden çok fazla topluluğu yenmiştir. Allâh dayananlar ile beraberdir” dediler.
250-) Ve lemma berezu liCalûte ve cunudihi kalu Rabbena efrığ aleyna sabren ve sebbit akdamena vansurna alel kavmil kâfiriyn;
Calut ve ordusunun karşısına çıktıklarında dua ettiler: “Rabbimiz dayanma kuvvesi ver, ayaklarımızı sâbitle, kaydırma ve inkârcılar topluluğuna karşı bize kazanma gücü ver.”
251-) Fehezemuhüm Biiznillâhi ve katele Davudu Calûte ve atahullahul Mülke vel Hikmete ve allemehu mimma yeşâ’* ve levla def’ullahin Nase ba’dahüm Bi ba’din le fesedetil Ardu ve lakinnAllâhe zû fadlin alel alemiyn;
Derken (Bi-iznillâh) nefslerinin hakikati olan Allâh Esmâ’sının elvermesiyle, onları hezimete uğrattılar. Davud, Calut’u öldürdü. Allâh (Davud’a) mülkü ve Hikmeti verdi ve dilediğini ona talim etti (programladı Esmâ’sıyla özünden gelen bir yolla). Eğer Allâh insanların (eliyle) diğer bir kısmını saf dışı etmeseydi, elbette arz bozulurdu (yaşanmaz olurdu). Fakat Allâh’ın fazlı âlemler üzerinedir.
252-) Tilke ayatullahi netluha aleyke Bil Hakk* ve inneke le minel mürseliyn;
Bunlar Allâh işaretleri... Onları sana Hak olarak anlatıyoruz... Sen irsâl olan Rasûllerdensin.
253-) Tilker Rusülü faddelna ba’dahüm alâ ba’d* minhüm men kellemAllâhu ve refea ba’dahüm derecat* ve ateyna Iysebne Meryemel beyyinati ve eyyednahü Bi Ruh-ıl Kudüs* ve lev şaAllâhu maktetelelleziyne min ba’dihim min ba’di ma caethümül beyyinatu ve lakinıhtelefû, feminhüm men amene ve minhüm men kefer* ve lev şaAllâhu maktetelu, ve lakinnAllâhe yef’alu ma yüriyd;
İşte o Rasûllerden bazısını bazısından daha üst özellikli kıldık. Onlardan kimi Allâh kelâmına muhatap oldu, kimini de derecelerle daha yükseltti. Meryemoğlu İsa’ya da açık deliller verdik, varlığında açığa çıkan Ruh-ül Kuds (kutsal kuvveler) ile teyit ettik... Eğer Allâh dileseydi, onlardan sonraki toplumlar kendilerine açık deliller ulaştığı hâlde birbirlerini öldürmezdi. Fakat fikir ayrılığına düştüler, kimi iman etti kimi de inkâr etti. Eğer Allâh dilemiş olsaydı birbirlerini öldürmezlerdi... Ne var ki Allâh dilediğini yapar.
254-) Ya eyyühelleziyne amenû enfiku mimma razaknaküm min kabli en ye’tiye yevmün lâ bey’un fiyhi ve lâ hulletün ve lâ şefaatün, vel kâfirune hümüz zalimun;
Ey iman edenler, ne alışverişin, ne dostluğun, ne de şefaatin olmadığı günden önce, sizi rızıklandırdıklarımızda infak edin (imanınız dolayısıyla karşılıksız bağışlayın)... Kâfirler (Hakikati inkâr edenler), zâlimlerin (kendi nefsine zarar verenlerin) ta kendileridir.
255-) Allâhu lâ ilâhe illâ HU* elHayy’ül Kayyûm* lâ te’huzuHU sinetün vela nevm* leHU mâ fiys Semâvâti ve mâ fiyl Ard* men zelleziy yeşfe’u ‘ındeHU illâ Biiznih* ya’lemu ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm* ve lâ yuhıytûne Bi şey’in min ‘ılmiHİ illâ Bi ma şâ’* vesi’a Kürsiyyühüs Semâvâti vel Ard* ve lâ yeûduhu hıfzuhümâ* ve HUvel Aliyy’ül Azıym;
Allâh O, tanrı yoktur sadece HÛ! Hayy ve Kayyum (yegâne hayat olan ve her şeyi kendi isimlerinin anlamı ile ilminde oluşturan - devam ettiren); O’nda ne uyuklama (âlemlerden bir an için olsun ayrılık), ne de uyku (yaratılmışları kendi hâline bırakıp kendi Zâtî dünyasına çekilme) söz konusudur. Semâlarda ve arzda (âlemlerdeki tümel ilim ve fiiller boyutunda) ne varsa hepsi O’nundur. Nefsinin hakikati olan Esmâ mertebesinden açığa çıkan kuvve olmaksızın (Bi-iznihi) O’nun indînde kim şefaat edebilir... Bilir onların yaşadıkları boyutu ve algılayamadıkları âlemleri... O’nun dilemesi (elvermiş olması) olmadıkça ilminden bir şey ihâta edilemez. Kürsüsü (hükümranlık ve tasarrufu {rubûbiyeti}) semâları ve arzı kapsamıştır. Onları muhafaza etmek O’na ağır gelmez. O Alîy (sınırsız yüce) ve Aziym’dir (sonsuz azamet sahibi).
256-) Lâ ikrahe fid Diyni kad tebeyyenerrüşdü minel ğayy* femen yekfür Bittağuti ve yu’min Billâhi fekadistemseke Bil urvetil vüska, lenfisame leha* vAllâhu Semiy’un ‘Aliym;
“DİN”de (Allâh yaratısı sistem ve düzeni {Sünnetullâh} kabul konusunda) zorlama yoktur! Rüşd (Hakikat en olgun hâliyle) ortaya çıkmış, sapık fikirlerden ayrılmıştır. Kim Tagut’u (gerçekte var olmayıp vehim yollu var sanılan kuvvelere tapınmayı) terk eder, (varlığını oluşturan) Allâh’a (Esmâ’sına) iman ederse, kesinlikle o kopması mümkün olmayan, hakikatindeki sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allâh Semi’ ve Aliym’dir.
257-) Allâhu Veliyyülleziyne amenû yuhricühüm minez zulümati ilenNûr* velleziyne keferu evliyaühümüt tağutu yuhricunehüm minen Nûri ilez zulümat* ülaike ashabün nar* hüm fiyha hâlidun;
Allâh iman edenlerin Veliyy’idir; onları zulmattan (karanlıklardan - hakikat bilgisizliğinden) Nûr’a (ilmin aydınlığında hakikati görmeye) çıkartır. Fiilen küfür (hakikati inkâr) hâlinde olanlara gelince; onların velîsi Tagut’tur (gerçekte var olmayıp var sandıkları kuvveler, fikirler), onları nûrdan zulmete dönüştürür. İşte onlar, ateş ehli (sonuçta yanmaya mahkûm) kişilerdir. Onlar o şartlarda sonsuza dek kalıcıdırlar.
258-) Elem tera ilelleziy hâcce İbrahiyme fiy Rabbihi en atahullahul mülk* iz kale İbrahiymu Rabbiyelleziy yuhyiy ve yumiytu, kale ene uhyiy ve umiyt* kale İbrahiymu feinnAllâhe ye’tiy BişŞemsi minel meşrikı fe’ti Bi ha minel mağribi febühitelleziy kefer* vAllâhu lâ yehdil kavmez zalimiyn;
Allâh, kendisine hükümdarlık verdiği için, İbrahim ile Rabbi konusunda tartışanı görmedin mi? İbrahim: “Benim Rabbim O’dur ki diriltir ve öldürür” dediğinde, o da : “Ben de diriltir ve öldürürüm” dedi. İbrahim: “Allâh Güneş’i doğudan doğduruyor, hadi sen batıdan doğdur bakalım” dediğinde ise, o kâfir (hakikati örten) apışıp kaldı! Allâh zâlimler topluluğuna hidâyet etmez.
259-) Ev kelleziy merra alâ karyetin ve hiye haviyetün alâ ‘uruşiha* kale enna yuhyiy hazihillâhu ba’de mevtiha* feematehullahu miete ‘amin sümme beaseh* kale kem lebist* kale lebistü yevmen ev ba’da yevm* kale bel lebiste miete amin fenzur ila taamike ve şerabike lem yetesenneh* venzur ila hımarike ve li nec’aleke ayeten lin Nasi venzur ilel ızami keyfe nünşizüha sümme neksuha lahmâ* felemma tebeyyene lehu kale a’lemü ennAllâhe alâ külli şey’in Kadiyr;
Şöyle birinin (haberini almadın mı)? Bir yerleşim alanına uğramıştı ki binaların üstü altına gelmiş, insanları helâk olmuş, “Allâh şurayı bu ölüm sonrasında nasıl diriltir” diye düşünmüştü. Allâh onu orada öldürmüş ve yüz sene sonra diriltmişti. “Ne kadar kaldın” dedi... O da: “Bir gün veya birazı kadar” cevabını verdi. Allâh buyurdu: “Hayır, yüz sene geçti üzerinden... İşte bak yiyecek içeceğine, hiç bozulmamış, ama eşeğine bak (nasıl çürüyüp sırf kemikleri kalmış!) Seni insanlar için bir işaret - ibret kılalım diye (yaptık bunu)... Kemiklere bak nasıl onları kaldırıp üzerlerine et giydiriyoruz.” Bu suretle iş açıkça belli olunca şöyle dedi: “Biliyorum, kesinlikle Allâh her şeye Kaadir’dir!”
260-) Ve iz kale İbrahiymu Rabbi eriniy keyfe tuhyil mevta* kale evelem tu’min* kale belâ ve lâkin liyatmeinne kalbiy* kale fe huz erbeaten minet tayri fesurhünne ileyke sümmec’al alâ külli cebelin minhünne cüz’en sümmed’uhünne ye’tiyneke sa’ya* va’lem ennAllâhe Aziyz’un Hakiym;
Hani İbrahim de: “Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. Rabbi de: “İman etmedin mi?” demişti. (İbrahim): “Ettim de, kalbimin mutmain olması için (fiilen görmek istedim)...” “Kuşlardan dört tür al, onları kendine alıştır, sonra onların her birini dört tepeye koy; sonra da onları kendine çağır. Sana koşarak (uçarak) gelsinler. Bil ki Allâh Aziyzdir, Hakiym’dir.”
261-) Meselülleziyne yunfikune emvalehüm fiy sebiylillâhi kemeseli habbetin enbetet seb’a senabile fiy külli sünbületin mietü habbetin, vAllâhu yudaıfu limen yeşa’* vAllâhu Vasi’un ‘Aliym;
Mallarını Allâh’a imanları dolayısıyla insanlara karşılıksız bağışlayanların misali, yedi başak oluşturan ve her başağında yüz tane bulunan tek bir buğday tohumu gibidir. Allâh dilediğine daha da katlar. Allâh Vasi’dir, Aliym’dir.
262-) Elleziyne yunfikune emvalehum fiy sebiylillâhi sümme lâ yutbi’une ma enfeku mennen ve lâ ezen lehüm ecruhüm ‘ınde Rabbihim* ve lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenun;
Mallarını Allâh’a imanları dolayısıyla insanlara karşılıksız bağışlayan, sonrasında da bu yaptıklarına başa kakma ya da eziyet gibi davranışlar eklemeyenlerin, Rableri indînde (nefslerinin hakikatini meydana getiren Esmâ bileşimlerinden kaynaklanan) özel ecirleri vardır. Onlara korkacakları bir şey yoktur, hüzün duyacakları bir şey de!
263-) Kavlün ma’rufun ve mağfiratün hayrun min sadekatin yetbeuha ezâ* vAllâhu Ğaniyy’un Hâliym;
Bir güzel söz ve bir kusuru örtmek, ardından eziyet gelen bağıştan daha hayırlıdır. Allâh Ğaniyy’dir, Haliym’dir.
264-) Ya eyyühelleziyne amenû lâ tubtılû sadekatiküm Bil menni vel ezâ, kelleziy yunfiku malehu riâenNasi ve lâ yu’minu Billâhi vel yevmil ahır* femeselühu kemeseli safvanin aleyhi türabün fe esabehu vabilün feterakehu salda* lâ yakdirune alâ şey’in mimma kesebu* vAllâhu lâ yehdil kavmel kâfiriyn;
Ey iman edenler, malını insanlara riya (kendine isim yapmak) için harcayan ve “B” işaret anlamıyla Allâh’a ve gelecekte yaşanacak sürece iman etmeyen bir kimse gibi, sadakalarınızı başa kakma veya eziyet etme gibi davranışlarla iptal etmeyin. Bunun misali, üzerinde bir miktar toprak bulunan kaya gibidir. Şiddetli yağmur ona isâbet edince üzerindeki toprağı götürdü ve geride çıplak kaya kaldı. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allâh inkârcılar topluluğuna hidâyet etmez.
265-) Ve meselülleziyne yunfikune emvalehümüb tiğâe merdatillâhi ve tesbiyten min enfüsihim kemeseli cennetin Birabvetin esabeha vabilün fe atet üküleha dı’feyn* fe in lem yusıbha vabilün fe tall* vAllâhu Bi ma ta’melune Basıyr;
Allâh rızasını isteyerek veya enfüslerindeki bir tespitten dolayı (Esmâ bileşimlerinin kendilerinde oluşturduğu anlayış ile) mallarını infak edenlerin misaline gelince... Kendisine şiddetli bir yağmur isâbet edip, yemişlerini iki kat vermiş tepedeki bir bahçeye benzer. Ona böyle bol yağmur yerine çiseleyen bir yağmur dahi yeterlidir. Allâh yaptıklarınıza Basıyr’dir.
266-) Eyeveddü ehadüküm en tekûne lehu cennetün min nehıylin ve a’nabin tecriy min tahtihel enhar* lehu fiyha min küllis semerat* ve esabehül kiberu ve lehu zürriyyetün duafa’*, feesabeha ı’sarun fiyhi narun fahterakat* kezâlike yübeyyinullâhu lekümül âyâti lealleküm tetefekkerun;
Sizden biriniz ister mi hiç, içinde nehirler akan ve çeşitli meyveler bulunan, hurmalık ve asmalarla dolu bahçesi olsun da, kendisine ihtiyarlık gelsin ve zayıf bir zürriyeti olsun? Derken içinde ateş olan bir fırtına bütün bahçeyi helâk etsin... İşte üzerinde tefekkür etmeniz için Allâh bu işaretleri veriyor.
267-) Ya eyyühelleziyne amenû enfiku min tayyibati ma kesebtüm ve mimma ahrecna leküm minel Ard* ve lâ teyemmemül habiyse minhu tunfikune ve lestüm Bi ahıziyhi illâ en tüğmidu fiyh* va’lemu ennAllâhe Ğaniyy’ün Hamiyd;
Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve arzdan sizin için çıkardıklarımızın temiz olanlarından infak edin. Göre göre, alıcısı olmayacağınız habis şeyleri başkalarına infak etmeye kalkışmayın. İyi bilin ki Allâh Ğaniyy’dir, Hamiyd’dir.
268-) Eşşeytanü ye’ıdükümül fakre ve ye’muruküm Bil fahşa’* vAllâhu yeıduküm mağfiraten minhu ve fadlen, vAllâhu Vasi’un ‘Aliym;
Şeytan (vehminiz - kaybetme fikri) sizi fakirleşeceğiniz yolunda korkutur (bağış yapmaktan uzaklaştırır), çirkin şeyleri, cimriliği emreder!.. Allâh ise kendinden bir mağfiret ve fazlından vermeyi vadeder. Allâh Vasi’dir, Aliym’dir.
269-) Yü’til Hıkmete men yeşâu, ve men yü’tel Hıkmete fekad utiye hayren kesiyra* ve ma yezzekkeru illâ ülül elbab;
Hikmeti dilediğine verir. Kime Hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiştir. Bunu, derin düşünebilen akıl sahiplerinden gayrısı anlamaz.
270-) Ve ma enfaktüm min nefekatin ev nezertüm min nezrin fe innAllâhe ya’lemuh* ve ma lizzalimiyne min ensar;
Her ne nafaka verdiyseniz veya ne vermeyi adadıysanız, muhakkak Allâh onu bilir (sonucunu yaşatır). Ama zâlimlere bir yardımcı yoktur.
271-) İn tübdüs sadekati feniımma hiye, ve in tuhfuha ve tü’tuhel fukarâe fe huve hayrun leküm* ve yükeffiru anküm min seyyiatiküm* vAllâhu Bi ma ta’melune Habiyr;
Sadakalarınızı açıktan verirseniz ne güzeldir. Ama sadakalarınızı kimse bilmeden gizlice verirseniz sizin için daha hayırlıdır. Ve bu davranış sizin yanlış davranışlarınızın kefâreti olur. Allâh yaptıklarınızdan (hakikatiniz olması nedeniyle) Habiyr’dir.
272-) Leyse aleyke hüdahüm ve lakinnAllâhe yehdiy men yeşa’* ve ma tünfiku min hayrin felienfüsiküm* ve ma tünfikune illebtiğae vechillâh* ve ma tünfiku min hayrin yuveffe ileyküm ve entüm lâ tuzlemun;
Onların hidâyet bulması senin işlevin değildir! Ne var ki Allâh dilediğine hidâyet eder (hidâyet kişinin varlığını meydana getiren Esmâ terkibindeki Hadiy isminin mânâsının açığa çıkmasının dilenmesiyle oluşur; dışarıdan verilmez)! Hayır olarak ne bağışlarsanız bu kendi yararınız içindir. Zaten siz Vechullâh için (Vechullâhı bildiğiniz veya gördüğünüz için) bağışlarsınız. Hayır olarak ne bağışlarsanız tamı tamına size geri ödenir ve asla hakkınız yenmez.
273-) Lil fukarailleziyne uhsıru fiy sebiylillâhi lâ yestetıy’une darben fiyl Ardı, yahsebühümül cahilü ağniyâe minet teaffüf* ta’rifühüm Bi siymahüm* lâ yes’elunen Nase ilhafa* ve ma tünfiku min hayrin fe innAllâhe Bihi ‘Aliym;
(İnfaklarınız) şu fakirler içindir ki, kendilerini hepten Allâh yoluna vermişler, dünyalık yaşam gıdası için çalışmaya vakit ayırmamışlardır. İstemekten çekindikleri için de, içyüzlerine vâkıf olmayanlar onları zengin sanır. Ancak sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük edip kimseden bir şey talep etmezler. (Artık) hayırdan ne bağışlarsanız muhakkak Allâh onu Aliym’dir.
274-) Elleziyne yünfikune emvalehüm Bil leyli vennehari sirran ve alaniyeten felehüm ecruhüm ‘ınde Rabbihim* ve lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenun;
Mallarını gece ve gündüz, gizli veya açık infak edenler var ya, işte onların ecirleri Rableri indîndedir (hakikatlerinden gelip şuurlarında açığa çıkacak şekildedir). Onların ne korkacağı bir şey olur ne de hüzünleneceği.
275-) Elleziyne ye’külunerRibâ lâ yekumune illâ kema yekumülleziy yetehabbetuhüşşeytanu minel mess* zâlike Bi ennehüm kalu innemel bey’u mislürRibâ* ve ehalellahul bey’a ve harremerRibâ* fe men caehu mevızatün min Rabbihi fenteha felehu ma selef* ve emruhu ilAllâh* ve men ‘ade feülaike ashabünnar* hüm fiyha hâlidun;
Riba yiyenler, şeytan (cin) çarpmış (asılsız fikirlere obsede olmuş) kişi nasıl ayağa kalkarsa öylece kalkarlar. Bu onların, ribayı alışverişle aynı tutmalarından ileri gelir. Oysa Allâh alışverişi helal kıldı, ribayı haram. (Alışverişte aldığının karşılığı ödenir; riba ise verilen borcun çeşitli miktarlarda fazlasıyla karşılığının alınmasıdır. Riba, karşılıksız yardımlaşma “infak” anlayışının tam zıddıdır.) Artık her kim Rabbinden gelen öğüt ile ribadan vazgeçerse, geçmişi ona aittir, hakkındaki hüküm ise Allâh’ındır. Kim de döner riba alırsa, işte onlar ateş ehlidir. Onlar orada sonsuza dek kalırlar.
276-) YemhakullahurRibâ ve yurbis Sadekat* vAllâhu lâ yuhıbbu külle keffarin esiym;
Allâh ribayı (gelirini) mahveder, sadakayı (gelirini) ise arttırır! Allâh, suçlarında ısrar eden nankörlerin hiçbirini sevmez.
277-) İnnelleziyne amenû ve amilus salihati ve ekamus Salate ve atevüz Zekate lehüm ecruhüm ‘ınde Rabbihim* ve lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenun;
İman edip bunun gereği olan yararlı fiilleri uygulayan, salâtı ikame eden ve zekâtı verenlerin Rableri indînde özel karşılıkları vardır. Korku yoktur onlar için ve onları hüzünlendirecek bir şey de olmaz.
278-) Ya eyyühelleziyne amenüttekullahe vezeru ma bekıye miner Ribâ in küntüm mu’miniyn;
Ey iman edenler, Allâh’tan korunmak için ribadan arta kalanı terk edin, eğer iman edenlerdenseniz.
279-) Fein lem tef’alu fe’zenû Bi harbin minAllâhi ve RasûliHİ, ve in tübtüm feleküm ruûsü emvaliküm* lâ tazlimune ve lâ tuzlemun;
Eğer bunu yapmazsanız, bilin ki Allâh ve Rasûlüne savaş açmış olursunuz. Eğer bu yanlış tutumunuzu idrak edip bir daha yapmamak üzere vazgeçerseniz, anaparanızı almaya hak kazanırsınız. (Böylece) ne zulmetmiş ne de zulme uğramış olursunuz.
280-) Ve in kâne zû ‘usretin fe nezıratün ila meyseretin, ve en tesaddeku hayrun leküm in küntüm ta’lemun;
Eğer (borçlu) ödeme sıkıntısı içindeyse, kolaylıkla ödeyebileceği zamana kadar süre tanıyın. Bununla beraber alacağınızı bağışlamanız sizin için çok daha hayırlıdır, eğer bilirseniz.
281-) Vetteku yevmen turce’une fiyhi ilAllâhi sümme tüveffa küllü nefsin ma kesebet ve hüm lâ yuzlemun;
Allâh’a döndürüleceğiniz o günden korunun. İşte o zaman her nefse kazandığı tamı tamına verilir ve onlara zulmedilmez.
282-) Ya eyyühelleziyne amenû izâ tedayentüm Bi deynin ila ecelin müsemmen fektübûh* vel yektüb beyneküm kâtibun Bil’adl* ve lâ ye’be kâtibun en yektübe kema allemehullahu fel yektüb* velyümlililleziy aleyhil hakku vel yettekıllâhe Rabbehu ve lâ yebhas minhu şey’a*, fein kânelleziy aleyhil hakku sefiyhen ev daıyfen ev lâ yestetıy’u en yümille huve felyümlil veliyyuhu Bil’adl* vesteşhidu şehiydeyni min Ricaliküm* fe in lem yekûna Racüleyni feRacülün vemreetani mimmen terdavne mineş şühedâi en tedılle ıhdahüma fe tüzekkira ıhdahümel uhra* ve lâ ye ‘beş şühedâu izâ ma dü’û* ve lâ tes’emu en tektübuhu sağıyran ev kebiyran ila ecelih* zâliküm aksetu indAllâhi ve akvemu liş şehadeti ve ednâ ella tertabu illâ en tekûne ticareten hadıreten tüdiyruneha beyneküm feleyse aleyküm cünahun ella tektübuha* ve eşhidu izâ tebaya’tüm* ve lâ yudârre katibün ve lâ şehiyd* ve in tef’alu fe innehu füsukun Biküm* vettekullah* ve yuallimukümüllah* vAllâhu Bi külli şey’in ‘Aliym;
Ey iman edenler, belli bir süre ile borç verdiğinizde onu yazın. Aranızdan âdil biri yazsın. Yazmayı bilen de Allâh’ın kendisine öğrettiği gibi yazsın ve bundan kaçınmasın. Ayrıca hak üzerinde olan (borçlu) da yazdırsın. Rabbi olan Allâh’tan ittika edip, borcundan hiçbir şeyi eksiltmesin. Eğer borçlu anlayışı sınırlı veya çocuk ise, onun velisi yazdırsın. Erkeklerden iki kişiyi de şahit tutun. Eğer iki erkek yoksa o zaman şahitler bir erkek ve iki kadın olsun. Onlardan biri unutur veya şaşırırsa diğeri hatırlatır diye. Davet edildiklerinde şahitlikten de kaçınmasınlar. Küçük veya büyük borcu vâdesine kadar yazmaktan geri kalmayın. Bu Allâh indînde en uygun ve sağlam tarz olduğu gibi ileride şüpheye düşmemeniz için de en sağlam yoldur. Meğerki aranızdaki alışveriş peşin paraya dayanan bir işlem olsun. O zaman bunu yazmamanızda bir beis yoktur. Alım satım yaptığınızda dahi şahit tutun. Bir de ne yazan ne de şahit bu işten zarar görmesin. Eğer onlara zarar verecek bir durum oluşursa bu kendinize verdiğiniz bir zarar olur. Allâh’tan korunun. Allâh size öğretiyor. Allâh Bi-küllî şey’in Aliym’dir.
283-) Ve in küntüm alâ seferin ve lem tecidu katiben ferihanun makbudatün, fein emine ba’duküm ba’dan felyüeddillezi’tümine emanetehu velyettekıllâhe Rabbehu, ve lâ tektümüş şehadete, ve men yektümha fe innehu asimün kalbüh* vAllâhu Bi ma ta’melune ‘Aliym;
Eğer yolculuk hâlinde olur da kâtip bulamazsanız, alınmış olan rehinler sözler ile de yetinilebilir. Eğer birbirinize güvendiyseniz, güvenilen o güveni boşa çıkarmasın ve Rabbinden korksun. Şahit olduğunuz şeyi gizlemeyin. Kim şehâdetini gizlerse, muhakkak onun kalbi suçludur (kalbi hakikatini yansıtmamaktadır, hakikatinden perdelenmiştir). Allâh yapmakta olduklarınızı B işareti kapsamında bilmektedir.
284-) Lillâhi mâ fiys Semâvâti ve mâ fiyl Ard* ve in tübdû mâ fiy enfüsiküm ev tuhfûhu yuhasibküm BiHİllâh* feyağfiru limen yeşâu ve yuazzibu men yeşâ’* vAllâhu alâ külli şey’in Kadiyr;
Semâlarda ve arzda ne varsa Allâh’ındır (Esmâ’sının açığa çıkması için)... Bilinçlerinizde (düşündüğünüz) ne varsa, açıklasanız da gizleseniz de Allâh varlığınızdaki Hasiyb ismi özelliğiye size onun sonuçlarını yaşatır. Dilediğine mağfiret eder (örter), dilediğine de azap verir. Allâh her şeye Kaadir’dir.
285-) Âmener Rasûlü Bi mâ ünzile ileyhi min Rabbihî vel mu’minûn* küllün âmene Billâhi ve MelâiketiHİ ve KütübiHİ ve RusuliHİ, lâ nuferriku beyne ehadin min RusuliHİ, ve kalû semi’nâ ve eta’nâ ğufrâneke Rabbenâ ve ileyKEl masıyr;
Er Rasûl (Hz. Muhammed a.s.) Rabbinden (varlığını oluşturan Allâh Esmâ’sı bileşiminden) kendisine (şuuruna) inzâl olana (boyutsal bir geçiş yapan bilgiye) iman etmiştir. İman edenler de! Hepsi iman etti (“B” harfinin işaret ettiği anlam doğrultusunda) nefslerini oluşturan hakikatlerinin Allâh Esmâ’sı olduğuna, meleklerine (nefslerinin aslı olan Esmâ kuvvelerine), Kitaplarına (inzâl olan bilgilerine), Rasûllerine... O’nun Rasûlleri arasında (irsâl olmaları konusunda) hiçbir ayırım yapmayız... “Algıladık ve itaat ettik, mağfiretini isteriz Rabbimiz; dönüşümüz sanadır” dediler.
286-) Lâ yükellifullâhu nefsen illâ vüs’ahâ* lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet* Rabbenâ lâ tüahıznâ in nesiynâ ev ahta’nâ* Rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alelleziyne min kablinâ* Rabbenâ ve lâ tühammilnâ mâ lâ tâkate lenâ Bih* va’fü annâ, vağfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfiriyn;
Allâh kimseyi kapasitesi dışındakinden mükellef tutmaz. (Yaptığı iyi işler sonucu) kazandığı da kendinedir, (zararlı işler sonucu)alacağı karşılık da kendinedir. Rabbimiz, unutursak veya hataya düşersek bizi bundan dolayı cezalandırma. Rabbimiz, bizden öncekilere yüklemiş olduğun ağır vecibeleri bize yükleme. Rabbimiz, takatimizin yetmeyeceği şeyleri de bize yükleme. Bizi affeyle, mağfiret eyle, rahmet et. Sen mevlâmızsın. Tüm hakikati örten seni inkâr edenlere (kâfirlere) karşı bizi zafere erdir.