O gelen dalga, yeni bir düşünce yapısını tahrik eden dalga… Eğer, benim beynimde yeni bir düşünceyi açığa çıkaracak veritabanı varsa, bir veri birikimi varsa, o zaman gelen ışınımın bendeki doğal sonucu, “düşünce dünyasında yeni bir sentezi gerçekleştirmek” oluyor.
Ama, benim beynimde böyle bir veritabanı, böyle bir kapasite yoksa, o dalga gelse de geldiği ile kalıyor ve benim beynimde yeni hiçbir şey açığa çıkmıyor! Yani beyne gelen tesirler, beyne gelen tahrik unsurlarıdır... Gelen melekî tesirler belli konulara dönük tahrik unsurudur.
Örneğin; tıbbi deneylerde, elektrotlarla kedinin beynine giriliyor ve seks merkezi uyarılıyor. Hayvanda seks arzusu oluşturuluyor. Ya da kızgınlık merkezine giriliyor, hırlamaya başlıyor...
Aslında, beyne kızgınlık veya seks duygusu aşılanmıyor, beyindeki merkezler “irrité” ediliyor... Bir bölüme yapılan irritasyon, beynin öbür alanına yapılanın aynısı... Ama, bölgeyi etkileyecek irritasyon yapılırsa, oranın, o irritasyonun mahiyeti aynı olmasına rağmen, geldiği merkeze göre o hayvanda değişik tezahür çıkıyor.
Yıldızlardan gelen tesirler de böyle, yalın tesirlerdir! Bir belirli fikir getirmiyor! Fakat, geldiği konumu itibarıyla beynimizdeki hangi açılımlara hitap ediyorsa, hangi açılımları etkiliyorsa ve o açılımlarda bizde nasıl bir veritabanı varsa, bizden ona göre bir davranış ortaya çıkıyor.
Kader dediğimiz olaya da gelince...
Bize belli, nihai, son bir nokta belirlenmiş... Son noktaya ulaştıracak ana bir program da mevcut… Bunun dışındaki tüm olaylar, bizim cüz’ümüzdeki genel programın doğal sonuçlarının yaşanmasıyla oluşuyor. Bizdeki bu program da, her an, boyutsal derinliğimizden gelen melekî tesirlerle karşılıklı alışveriş hâlinde… Yani bunların toplamı olarak, olaylarımız gelişiyor!.. Bu gelişme, hem bâtından, boyutsal derinliğimden hem de zâhirden gelenlerin toplamının sentezi şeklinde, bizden her an açığa çıkıyor!
İşte “irade-i cüz”, bu oluşmanın adı!..
“İrade-i cüz”ü inkâr, bu oluşumu inkârdır!
Bizim, “İrade-i küll yanı sıra, bir de irade-i cüz yoktur” dememizin sebebi, ikisinin aynı anda mütalaa edilmesi dolayısıyladır. Yoksa, esasında varlık “Tek”tir; dolayısıyla irade de tektir!
Sen bilinç boyutunda, ilimle bakarsan, yalnızca varlığın “Vechullâh” denilen “Tek”lik boyutunu görürsün. Tek’lik müşahedesindesindir; “İlm-el yakîn”desindir!
Teklik müşahadesinde, irade bölünmez, parçalanmaz, cüzlere ayrılmaz Tek’tir! Küllî irade, cüzlere ayrılmaz Tek’tir.
Yok eğer, bireysel bazda bakarsan olaya; cüz’de açığa çıkan irade vardır; ve kendinde ortaya çıkan kendine ait kabul ettiği iradesi ile, o birim nereye varacaksa varır!..
İşte Kur’ân-ı Kerîm, algılayabilme kapasiteleri farklı olan insanlara, bu iki projeksiyonu da açıklıyor.
Kur’ân, “Sen ne yaparsan onun karşılığını elde edersin” ifadesi ile, sırf cüziyet açısından olayı değerlendirerek -yanı sıra külliyeti katmadan- cüziyet açısından olayı anlatıyor.
Ya da, saf Teklik projeksiyonuyla olayı yansıtarak, “Sadece Tek bir irade vardır. O da, Allâh!”; “Allâh dışında bir şey yoktur!” anlamı, bu noktayı anlatıyor.