Tek’in Seyri
TEK’in seyredilişi!..
Öyle ise Seyreden’in, seyretmeyi murat ettiği şekiller ve mânâlar da O Tek’in eseri...
Bu açıdan baktığımızda tüm varlığı, Tek bir varlığın hayatı, ilmi, iradesi, kudreti, kelâmı, semi ve basarı olarak müşahede edeceğiz... Bütün bunları Mükevvin’in kevni olarak değerlendireceğiz...
Mutlak kudret sahibi olan O yüce varlıkta, var olmayan yegâne şey “acz”dir. Mükevvenâtta her şey ise acz ile mâluldür, o mükevvini meydana getiren mutlak kudret sahibine göre...
Bu yüzdendir ki, İnsan-ı Kâmil;
“…Muhakkak ki o zâlim (hakikatini hakkıyla yaşamakta yetersiz) ve cahildir (sınırsız Esmâ’yı bilmede yetersizdir)!” (33.Ahzâb: 72)
Âyetinde anlatıldığı üzere, aczin eseri olan bir ifade ile tavsif edilmiştir. Çünkü, tüm varlık birer âzası olan İnsan-ı Kâmil’in sınırsızlığa göre ifade ettiği sınırlılıktır.
Mükevvin, yani kevnde sayısız mânâları izhar eden, bütün bu âlemleri acz içinde yaratmıştır. İnsan-ı Kâmil, bâtını itibarı ile, Gayb-ı Mutlak itibarı ile sınırsız; fakat izhar ettiği mânâların bâtınına göre de âcizdir... Bu acze işaret eden Muhyiddini Arabî:
“Bildim ki, en yüksek mertebe ‘Abd-ı Âciz’ mertebesidir” demiştir...
Abd-ı Âciz ifadesi ile işaret edilen mânâ, İnsan-ı Kâmil’in müşahede âlemidir.
Sakın bu anlattıklarımı bireysel aklınızla yorumlamaya çalışmayın!.. Çünkü, beşer yargılarına düşer, yanlış fikirlere kapılırsınız...
Bilin ki, İnsan-ı Kâmil boyutundan, ne kadar mânâ izhar olunursa olunsun, izhar olunmayana göre sınırlılık içindedir. Sınırlılık ise, o izhar olunanın acziyetinden veya acziyeti olarak tavsif olunur.
İşte bu mânâda ele alınırsa, Hz. Muhammed (aleyhisselâm):
“Ben, günde yetmiş defa istiğfar ederim” der...
Buradaki, İnsan-ı Kâmil’in istiğfarından murat, sonsuz-sınırsız olan varlığın mânâlarını, sonsuz-sınırsız şekilde ortaya koymaktaki aczini yani yetersizliği hissediş hâlidir...
Senin anlayacağın, sonsuz-sınırsız mânâlarını, “Kulluğumun gereği olarak ortaya koymakta âcizim!..” diyerek, “O yüce Varlığın Âlemlerden Ğaniyy”lik vasfını itiraf etmektir bu...
Bunlar, İnsan-ı Kâmil’e has olan bazı mânâlar...
Ama Allâh, bu kemâlâtı bildirme sadedinde bizim gibi bir fakîri kullanır, bizim dilimizden bunları aşikâr eder; o da gene kendi lütfu takdiridir... O, Yüce Sultan’ın keremine had, sınır yoktur! Diler sultana verir, diler fakîre verir. Biz, ne fakîrin ne sultanın üzerinde duralım! Alıp bu mânâları değerlendirmeye çalışalım. Elbette, bu mânâları alıp değerlendirebilmek bize kolaylaştırılmış ise!..
Yoksa;
“Herkes yaratılış programı (fıtratı - şâkılesi) doğrultusunda fiiller ortaya koyar!..” (17.İsra’: 84)
Âyetinde işaret edildiği üzere, bunları anlamak üzere meydana gelmemiş isek, bunları anlamak bize kolaylaştırılmamış ise;
“Her biri kendine kolaylaştırılanı yapar.”
Hükmünce, bize kolaylaştırılanın peşinde koşacak; ve maalesef bu gerçekleri yaşayamayacağız!..
Esasen bu anlattıklarımızın gerçekten iyi bir şekilde değerlendirilebilmesi için “KENDİNİ TANI” ile “AKIL ve İMAN” isimli kitaplarımızın çok iyi anlaşılması gerekir. Ondan sonradır ki, bu konu, “Tek’in Takdiri” isimli sohbet kasetinde anlattığımız bir biçimde ele alınmalı; ve de Tek varlığın yarattığı sûretlerin ve mânâların, daha doğrusu mânâ sûretlerinin, ne gaye ile ve niçin, nasıl oluştuğu idrak edilmelidir.