Ebu Cehil’in Öldürülüşü
Firavun ve Nemrud’dan daha büyük bir belâ olarak İslâm’a büyük ihanette bulunan ve Efendimiz AleyhisSelâm’a elinden geleni ardına bırakmayarak kötülük eden İslâm’ın en büyük düşmanı Ebu Cehil de bu savaşta öldürülmüştü...
Ebu Cehil’in öldürülmesi şöyle oldu:
Muaz bin Amr (r.a.) o günü şöyle anlatır:
“Müşrikler Ebu Cehil’in etrafını sarmış ve kimse ona yetişemez, diye bağırıyorlardı... Onların bu bağırışmasından Ebu Cehil’in onların arkasındaki adam olduğunu anladım ve o tarafa yöneldim... Yanına sokulmak için bir fırsat aramaya başladım... Nihayet aradığım fırsat elime geçti... Ve derhâl yaklaşarak bir kılıç salladım!.. Salladığım kılıç ayağı ile birlikte bacağının yarısını kesti!.. Bunun üzerine kütük gibi yere devrildi...
Tam üzerine çullanıp onu iyice öldüreceğim sırada da Ebu Cehil’in oğlu İkrime arkamdan yetişerek bir kılıç darbesiyle kolumu kesti!.. Elim, bir deriyle koluma bağlı hâlde yanımda sallanmaya başladı. Bu durumda ben kılıcımı öbür elime alıp çarpışmaya başladım. Savaşın şiddetinden olacak elimin acısını hiç duymuyordum. Bir ara derisinden sallanan elim fazla zahmet verince elimin üzerine ayağımla basarak kopardım ve bundan sonra rahatlayarak savaş bitene kadar tek elle çarpıştım...
Bu arada Ebu Cehil’i mecburen kendi hâline bırakmıştım...”
Evet, onun Ebu Cehil’i yaralı bir hâlde bırakmasından sonra yanına bu defa da Muaz bin Afra geldi Ebu Cehil’in... Yaralı bir hâlde de görünce, artık kıpırdayamayacak bir hâle gelesiye kadar kılıçladı... Ebu Cehil âdeta ölü gibi kalmıştı...
Sonra Muaz bin Amr ile Muaz bin Afra doğruca Efendimiz’in yanına gelip olanları anlattılar ve:
− Yâ Rasûlullâh!.. Ebu Cehil’i ben öldürdüm, dediler...
Efendimiz ikisinin de “Ben öldürdüm” demesi üzerine onlara sordu:
− Kılıçlarınızı sildiniz mi? Cevap verdiler:
− Hayır yâ Rasûlullâh!.. Silmedik?..
Bunun üzerine Efendimiz onların kılıçlarını inceledi ve neticede kararını açıkladı, kimin öldürdüğü yolundaki:
− İkiniz de öldürmüşsünüz, fakat asıl hak Muaz bin Amr’a aittir!..
Bundan sonra Efendimiz AleyhisSelâm çevresinde bulunanlara sordu:
− Acaba Ebu Cehil şimdi ne hâlde? Kim onu bulur bana?.. Eğer onu yüzünden tanımazsanız, dizine bakınız!.. Dizindeki yara izinden tanırsınız!.. Zira gençken bir defasında Abdullah bin Cüd’a’nın ziyafetine gitmiştik. Ben ondan biraz büyükçe idim... Fazla sıkıştırınca ben onu ittim!.. İki dizi üzerine düştü ve bir dizinden de yaralandı. Bu yaranın izi asla ondan kaybolmamıştır... O izden tanıyabilirsiniz işte!..
Bunun üzerine Ebu Cehil’i aramaya gidenlerden İbni Mes’ud (r.a.) onu buldu...
Ebu Cehil, âdeta son nefesini vermek üzere idi...
İbni Mes’ud onu bu hâlde bulunca, hayretle sordu:
− Aaa!.. Ebu Cehil sen misin?..
Ebu Cehil başını salladı evet mânâsına...
İbni Mes’ud üzerine gitti:
− Ey Allâh’ın düşmanı işte nihayet Allâh seni hor ve hakir eyledi mi?
Ebu Cehil zilleti kabule hiç yanaşmıyordu...
− Sizin öldürdüğünüz adamdan daha üstün biri olabilir mi ki?.. Neye hor ve hakir olacakmışım?.. Sen bana asıl, bugün zaferin kimin tarafında olduğunu haber ver?
İbni Mes’ud cevap verdi:
− Zafer, Allâh ve Rasûlü tarafındadır!..
Sonra Ebu Cehil’in kafasını kesmek üzere miğferini çıkarırken konuştu:
− Ey Ebu Cehil, seni ben elimle öldüreceğim!..
Ebu Cehil ise son defa konuştu:
− Sen kavminin önderini öldüren ilk köle değilsin... Lâkin bugün senin elinle öldürülmem benim için çok acıdır!.. Keşke beni çiftçilerden (Yesrib’lilerden) başka birisi öldürseydi...
İbni Mes’ud bundan sonra kılıcıyla Ebu Cehil’in kafasını kesmek istedi, fakat bunda muvaffak olamadı... Kılıcı savaşmaktan körelmişti... Bunun üzerine Ebu Cehil’in kendi kılıcını aldı ve onunla kafasını kesti...
Sonra da doğruca Rasûlü Ekrem AleyhisSelâm’ın huzuruna Ebu Cehil’in başı elinde olduğu hâlde gelerek şöyle konuştu:
− Yâ Rasûlullâh, işte Allâh ve Rasûlü’nün düşmanının başı!..
Ebu Cehil’in başı aldığı yaralardan dolayı tanınmaz bir hâlde idi... Efendimiz AleyhisSelâm sordu:
− Bunun Ebu Cehil’in başı olduğuna dair yemin eder misin?
İbni Mes’ud elindeki başın Ebu Cehil’in başı olduğuna dair yemin etti:
− Şeriki olmayan Allâh’a yemin ederim ki, bu gördüğün baş, Ebu Cehil’in başıdır yâ Rasûlullâh!..
Efendimiz AleyhisSelâm bundan sonra Ebu Cehil’in ölümünden dolayı Allâh’a şükür ve hamdü senâda bulundu...
Ubeyde bin Sabit, Nevfel bin Huveylid, Ebu Cehil, Ümeyye bin Halef gibi azılı müşrikler öldürülürken, Hakim bin Hizam gibi bu savaşın yapılmasını istemeyen, müşrikleri daima geri döndürmeye çalışan, Efendimiz AleyhisSelâm’ı (müslüman olmamasına rağmen) destekleyen kişiler de bu arada öldürülmekten yahut esir alınmaktan kurtuluyorlardı...
Hakim bin Hizam, daha savaş başlamadan evvel, Halas vadisi tarafında, kendilerine doğru uzanan muazzam bir yolun meydana geldiğini ve o yoldan da birçok atlıdan oluşan bir ordunun müşrik ordusuna saldırmak üzere bulunduğunu görmüştü... O zaman:
− Bütün bu şeylerle Muhammed’in semâdan teyit edilmekte olduğunu biliyordum işte!.. diye konuştu kendi aralarında...
Çok geçmeden savaş başlamış ve bozgunun emareleri belirmişti... Müşrik ordusu bozgun içindeydi... Hakim bin Hizam bu durumu görünce hemen geri dönerek kaçmaya başladı... Durmadan, dinlenmeden, devamlı koşuyor, harp meydanından kaçıyordu...
Nihayet bir miktar gittikten sonra bir deveye binmiş iki Mekkeli müşriği gördü... Develerine kendisini de almalarını rica etti... Onlar da develerini verdiler Hakim’e ve o böylece kaçtı Bedir’den, kurtuldu öldürülmekten, ya da esir edilmekten...
İslâm’a duyduğu yakınlığın ifadesi idi bu durum...
Bedir gazası sonunda müslümanlar, altısı Mekke’den Medine’ye hicret eden müslümanlardan ve sekizi de Medineli müslümanlardan olmak üzere on dört şehîd vermişlerdi...
Bedir’de şehîd düşen müslümanlar şunlardı:
Muhacirlerden:
1. Ubeyde bin Haris, 2.Umeyr bin Ebu Vakkas, 3. Akil bin Bükeyr, 4. Safvan bin Beyza, 5. Mihca, 6. Züşşimaleyn bin Abd’i Amr
Ensardan:
1. Avf bin Haris, 2. Muavviz bin Haris, 3. Harise bin Süraka, 4. Yezid bin Haris, 5. Sa’d bin Hayseme, 6. Umeyr bin Humam, 7. Rafi bin Mualla, 8. Mübeşir bin Abdül Münzir.