Ubeyde yaralı hâliyle Efendimiz AleyhisSelâm’a sordu:
− Yâ Rasûlullâh, ben şehîd miyim, değil miyim?.. Efendimiz buyurdu:
− Evet, şehîdsin!..
Ubeyde (r.a.), savaşın bitişinden sonra dönülürken, aldığı yara yüzünden ölmüş ve dolayısıyle şehîd olarak Allâh’a dönmüştü...
Artık sıra toplu savaşa gelmişti...
Müşrikler müminleri az görüyorlar ve bu yüzden akılları sıra bir an evvel onların işlerini bitirmek istiyorlar; buna karşılık Allâhû Teâlâ da müşrikleri müminlerin gözünde az göstererek savaşa cesaretlendiriyordu...
Nitekim bu husus şu âyeti kerîme ile anlatılıyordu...
“Hani siz karşı karşıya geldiğinizde onları gözlerinize az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu... Allâh, hükmü verilmiş olayı oluşturdu! (Nihayet) tüm işler Allâh’a döndürülür.”(8.Enfâl: 44)
Diğer taraftan müşrikleri harbe teşvik eden şeytan da onları terk edip gitmişti... İnsan sûretine girerek yaptığı kandırmacalarda muvaffak olmuş, müşrikleri müslümanların karşısına çıkartmış ve neticede de, her zaman yaptığı gibi, müttefikini bırakıp kaçmıştı...
İşte bu durum da Enfâl Sûresi’nin 48. âyetinde anlatılıyordu...
“Hani şeytan onlara davranışlarını süsledi ve (şöyle) dedi: “Bugün sizi kimse yenemez! Ben de muhakkak sizin yanınızdayım”... İki grup birbirini görünce iki topuğunun üzerine gerisin geri çarketti ve: “Muhakkak ben sizden ayrıyım! Gerçekten ben sizin göremediğiniz şeyleri görüyorum... Muhakkak ben Allâh’tan korkarım... Allâh “Şediyd’ül Ikab”dır (suçların sonuçlarını en şiddetli şekilde yaşatan)!” dedi. (8.Enfâl: 48)
Yukarıda da belirtildiği gibi melekler İslâm ordusuna yardıma gelmişlerdi... Sayıları beş bini aşıyordu... Efendimiz AleyhisSelâm, Hazreti Âli Keremallâhu veche ile Hazreti Sıddîk (r.a.)’a harpte;
− Sizden birinizin yanında Cebrâil, diğerinin yanında da Mikail ve İsrafil bulunuyor...
Savaşta birçok defa, müslümanlar daha kılıçlarını sallamadan, karşılarındaki müşriğin öldürüldüğünü görüyordu...
Artık müslümanlar ile müşrikler tam olarak birbirlerine giriyorlardı ki, Efendimiz AleyhisSelâm bir avuç kum alarak, Kureyşlilerin üzereine savurdu ve arkasından da diledi:
− Yüzleriniz kararsın!.. Allâh’ım onların kalbine korku saç!.. Ayaklarına titreme ver!..
Savaşta Ebu Eyyub el Ensari Halid bin Zeyd (r.a.), Efendimiz AleyhisSelâm’ın muhafızlığına seçilmişti... O’nu savaş meydanında gören Efendimiz AleyhisSelâm yanına çağırmış ve savaş boyunca yanında bulunmasını istemişti... Böylece hâlen İstanbul’un Eyüp namıyla maruf mahallinde ziyaret edilen Hazreti Halid (r.a.) bu savaşta da Efendimiz’in muhafazasına tayin olunmuştu...
Ortalık göz gözü görmeyecek kadar birbirine girmiş, karmakarışık olmuş bir sahne durumundaydı... Zaman ilerledikçe müslümanlar hasımlarına ağır basıyorlar; Kureyşli müşriklerin ileri gelenlerini teker teker ya öldürüyorlar ya da esir alıyorlardı...
Efendimiz’in yanında, O’nu müdadafa etmek için bulunanlarla birlikte duran Sa’d bin Muaz (r.a.)’ın ise bu durum hiç hoşuna gitmemişti... Sordu:
− Ey Sa’d, vallâhi bana öyle geliyor ki, sen arkadaşlarının yaptıklarını tasvip etmiyorsun!..
Bunun üzerine Hazreti Sa’d fikrini açıkladı:
− Evet yâ Rasûlullâh!.. Allâh’ın bizi müşriklerle ilk defa karşılaştırdığı bu ilk gazada onları öldürmek ve asla bir daha toparlanamayacakları şekilde ağır mağlubiyete uğratmak, onları esir alıp sağ bırakmaktan çok daha iyidir!..