İlk Akabe Biatı
Bundan bir sene sonra, yani İslâmiyetin onuncu ile on birinci seneleri arası, bu dinin diğer kabileler arasında yayılması için yapılan çabalarla geçti...
Efendimiz AleyhisSelâm her fırsattan faydalanarak, gelenlere İslâmiyeti arz ve teklif eder, buna karşılık onlar da Mekkelilerin menfi propagandalarından korkarak ve çekinerek kabule yanaşmazlardı...
Efendimiz için aşağı yukarı en çileli seneler bu senelerdi... Yapılan eziyetler günden güne artıyordu... Mekke daha dayanılmaz bir hâl alıyordu müslümanlar için...
Efendimiz AleyhisSelâm bazen de yanına Hazreti Ebu Bekir ile Hazreti Âli (r.a.)’yi alarak civar kabileleri dolaşmaya çıkıyor ve o kabilelerin ulularını İslâm Dini’ne davet ediyordu... Fakat bütün bu davetlerden bir netice alınmıyor ve büyük üzüntülerle tekrar başlanılan yere dönülüyordu... İşte böyle aşağı yukarı iki seneye yakın bir zaman geçmişti...
Nihayet Mekke’ye, Medine (ki o günkü adıyla Yesrib)’den Hazrec kabilesine mensup altı kişilik ufak bir kafile geldi... Bunlar Mina’da Akabe yakınlarında konaklamışlardı... Bu sırada oradan geçmekte olan Efendimiz AleyhisSelâm onlara uğradı ve sordu:
− Siz kimlersiniz?..
− Biz Hazrec kabilesindeniz!..
− Yahudilerin komşu ve müttefiklerinden misiniz?..
− Evet?..
− Sizinle biraz konuşabilir miyiz?..
− Elbette...Buyur, otur!..
Medine halkı Evs ve Hazrec adlı kabilelerden meydana gelmişti... Bu kabileler yahudilerle kâh bozuşurlar, kâh da anlaşırlardı... Yahudiler kitap ehli, ilim sahibi; buna karşılık Hazrec ve Evs kabileleri halkı ise müşrik, putperest idiler...
Ne zaman yahudiler ile diğer kabilelerin arası açılsa, yahudiler onlara kızarlar ve onları şu şekilde tehdit ederlerdi:
− Yakın bir zaman içinde bir Rasûl gelecektir!.. Geleceği zamanın gölgesi üzerimize bile düşmüştür!.. O geldiği zaman, hepimiz O’na tâbi olacak ve sonra da İrem ile Ad kavimleri gibi sizlerin kökünü kazıyacağız!..
Bu sebeple Hazrec ve Evs kabilesi halkı, yakın bir zamanda bir Rasûl ile karşılaşacaklarını biliyorlardı... Efendimiz AleyhisSelâm onlar ile karşılaşıp da oturup konuşmaya başlayınca işler yavaş yavaş aydınlığa çıkmaya başladı ve bu altı kişi için...
− Ben Âlemlerin Rabbı olan Allâh tarafından Rasûl olarak gönderildim... Sizleri sadece Allâh’ı Rab olarak tanımaya, benim de Allâh’ın Rasûlü olduğumu tasdik etmeye davet ediyorum!..
Medineli altı kişi iyiden iyiye inanmıştı Efendimiz Aleyhissalâtu vesselâm’ın Rasûl olduğuna...
Sonra Kur’ân-ı Kerîm’den okudu:
“Allâh, her benliğin edindiğinin sonuçlarını yaşamasını murat etmiştir! Muhakkak ki Allâh “Seriy’ul Hisab”dır (yapılanın sonucunu anında oluşturan)!
İşte bu insanlara bildirimdir; onunla uyarılsınlar ve bilsinler ki “HÛ”, Ulûhiyet sahibi BİR’dir! Derin düşünebilen akıl sahipleri de (bu hakikati) hatırlayıp değerlendirsinler!” (14.İbrahiym: 51-52)
Bu âyetler de okunduktan sonra Medineliler birbirlerine şöyle konuştular:
− Bu, mutlaka bizim yahudilerin haber verdiği Rasûl’dür... Biz hemen bu Rasûl’e inanıp tâbi olalım ki, onlar bizi geçip, kendi saflarına çekmesinler!..
Ve böylece Efendimiz Aleyhissalâtu vesselâm’ın bütün söylediklerini tasdik edip, iman ettiler... Sonra da şöyle konuştular:
− Buraya gelirken biz, kavimlerimiz hem kendi arasında, hem de yahudilere karşı düşman ve ters bir durumda idi... Umarız ki Allâhû Teâlâ onları senin sayende bir araya toplar ve birleştirir...
Biz şimdi dönüp onları senin bildirdiğin şeylere davet edecek ve onların da teslim olanlardan olmasını isteyeceğiz!.. Eğer Allâh onları bu din üzere toplar ve birleştirirse, artık senin durumundan daha şerefli ve azîz bir mertebede olan kimse bulunmaz!..
Bu görüşmelerden sonra Ebu Umame Es’ad, Avf bin Haris, Rafi bin Malik, Kutba bin Amir, Ukbe bin Amir ve Cabir bin Abdullah’dan ibaret altı kişilik ilk Medineli müslümanlar, kavimlerinin yanına döndüler ve başlarından geçenleri anlatarak hepsini müslüman olmaya, yahudilerin önüne geçmeye davet ettiler...
İslâmiyete dair haberler Medine’de kısa zaman içinde ve o kadar süratli bir şekilde yayıldı ki, adeta içerisinde İslâmiyet ve Efendimiz AleyhisSelâm’dan bahsedilmeyen bir tek ev kalmadı...
Ve bu şekilde bir sene daha geçti...
Ertesi yıl Hac zamanı geldiğinde Mekke’ye on iki kişilik bir grup geldi Medine’den... Bunların altısı geçen defa ki gelişte Efendimiz AleyhisSelâm’a biat edenler, diğer altısı da yeni müslümanlardı... Efendimiz AleyhisSelâm gelenlerin hepsine birden, biat etmelerini teklif etti ve şart olarak da şunları belirtti:
1. Hiçbir şeyi Allâh’a eş ve ortak koşmamak,
2. Hırsızlık yapmamak,
3. Zina yapmamak,
4. Çocukları öldürmemek,
5. Yalan-dolanla kimseye iftirada bulunmamak,
6. Hiçbir hayırlı işe muhalefet etmemek,
Bundan sonrada Efendimiz AleyhisSelâm sözlerine şunları ekledi:
− Sizden her kim sözünde durursa, onun ecir ve mükâfatını Allâh üzerine almış ve onun için cennet hazırlanmıştır...
Kim insanlık hâli, bunlardan birini işlerse ve bundan dolayı da bir cezaya çarptırılırsa, bu yaptığına kefâret olur...
Kim de yine bunlardan birini insanlık hâli, işler de işlediği şeyi Allâh gizler ve açığa vurmazsa; onun işi Allâh’a kalır!.. Dilerse bağışlar, dilerse azap eder...
Bunun üzerine Medine’den gelenler bu teklif edilen şartları olduğu gibi kabul ederek Efendimiz AleyhisSelâm’a biat ettiler, yani söz vererek O’na tâbi oldular...
Bu ilk Akabe biatına katılanlar şunlardı:
Es’ad bin Zürâre, Avf bin Haris, Muaz bin Haris, Rafi bin Malik, Zekvan bin Kays, Ubade bin Sabit, Yezid bin Sa’lebe, Abbas bin Ubade, Ukbe bin Amir, Kutbe bin Amir, Malik bin Teyyihan, Uveym bin Saide radıyallâhu anhüm...
Biat meselesinden sonra Medine’ye dönen müslümanlar, Efendimiz AleyhisSelâm’dan kendilerine imamlık yapacak, Kurân’ı öğretecek bir kimseyi göndermesini istediler... Bunun üzerine Efendimiz AleyhisSelâm, Mus’ab bin Umeyr’i Medine’ye imam ve öğretmen olarak yolladı... Keza bir süre sonra da Ümmü Mektum aynı vazife ile ilaveten Medine’ye gönderildi...
Mus’ab Medine’ye gelince Es’ad bin Zürare’nin evine indi ve vazifesi süresince burada ikamet etti... Mus’ab bu şekilde vazife yapıp, Medinelileri müslüman yaparken bir gün Es’ad’ın teklifi üzerine civar mahallelere gitmeye karar verdiler...
Bitişik mahallelerden birine gidip burada bulunan bostana girerek, bir bostan kuyusu başına oturdular... Biraz sonra da diğer müslümanlar burada toplandılar... Bu bostan aslında Zafer oğullarından Sa’d bin Muaz’a ait idi... Ve o da müşriklerdendi...