Onuncu Yıl... Hüzün Yılı
İslâm’ın doğuşunun onuncu yılı, İslâm camiasında “Hüzün Yılı” olarak adlandırılmaktadır...
Zira, bu yılda Hazreti Hatice’tül Kübra ile Ebu Talib vefat etmiş, bunların hemen evvelinde de Efendimiz’in önce dört yaşındaki oğlu Kasım, ardından da Abdullah Tahir, dârül bakâya kavuşmuştur... İşte böylesine büyük hâdiselerle karşılaşan Efendimiz AleyhisSelâm için bu yıl tam bir hüzün yılı olmuştur...
Bu arada, Efendimiz AleyhisSelâm’ın oğullarının vefatı üzerine müşrikler kendisine “Ebter” yani nesli kesilmiş, mânâsına gelen bir şekilde hitap etmeye başlamışlardır...
Buna karşılık Allâhû Teâlâ inzâl etmiş olduğu Kevser Sûresi’nde şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki biz verdik sana O Kevser’i!
O hâlde Rabbin için salâtı yaşa ve kurbanı (benlik) kes!
Muhakkak ki sana hıncı olan var ya, asıl odur ebter (soyu kesik)!” (108.Kevser: 1-3)
Müslümanlar ambargodan kurtulduktan kısa bir zaman sonra Ebu Talib yatağa düşmüş bulunuyordu... Artık son günlerini yaşamakta olduğu açıklıkla belli olmuştu... Zira, hastalığı o derece ağırdı ki, herkes onun yatmış olduğu yatağından bir daha kalkamayacağını tahmin ediyordu...
Nihayet bu durum son haddine varınca; Efendimiz AleyhisSelâm amcasının yanına varmış ve ona şöyle hitap etmişti:
− Ey amcam, gel artık mübarek sözü söyle de, kıyamet gününde onunla ben sana şehâdet edeyim... O söz kurtuluşuna vesile olsun...
Ebu Talib ise yanında bulunanlara bakıp şöyle cevap verdi:
− Ey kardeşim oğlu, ardımdan bana bunaklık atfetmelerinden korkmasaydım... Ölümden korkarak o sözü söylediğimi arkamdan söylememelerini istediğim için sana o mübarek kelimeleri söylemeyeceğim... Zira arkamdan, ölümden korktu da ondan kelime-i şehâdet getirdi demelerini istemem hiçbir zaman...
Buna rağmen Efendimiz AleyhisSelâm, Ebu Talib’i Kelime-i Tevhid’i getirmeye davet ediyordu... O sırada odada bulunan Ebu Cehil ile Abdullah bin Ümeyye ise ona Kelime-i Tevhid’i söyletmemek için ısrar ediyorlardı:
− Yâ Ebu Talib, Abdulmuttalib dininden ve milletinden yüz mü çevireceksin?..
Buna rağmen Efendimiz AleyhisSelâm hâlâ ısrar ediyordu amcasının Kelime-i Tevhid’i söylemesi için...
Bu sırada Ebu Talib konuştu; kendisini kastederek:
− O, Abdulmuttalib dini ve milleti üzeredir!..
Efendimiz AleyhisSelâm’ın ise içi bir türlü razı olmuyordu, kendisine bunca iyiliği dokunan amcasının cahiliyet ölümü ile ölmesine... Yemin ederek şöyle konuştu:
− Amca, şunu iyi bil ki, Allâh tarafından men oluncaya kadar, senin bağışlanman için dua edeceğim...
Bu arada bazı rivayetlerde Ebu Talib’in son nefesini verirken Kelime-i Tevhid’i söylediği rivayet edilirse de, maalesef bu sahih bir rivayet olarak ulaşmamaktadır... Ebu Talib vefat ettiği zaman 87 yaşında bulunuyordu... Hicretten tam üç yıl evvel dünyadan ayrılmıştı...
Bu arada yıkanması sırasında Efendimiz AleyhisSelâm’ın kendisini eli ile sıvazladığı, meshettiği, ancak sıra ayaklarının altına geldiği sırada, Cibrîl AleyhisSelâm’ın, Ebu Talib’in ayaklarının altını meshetmesine mâni olduğu, ve kendisinin sadece ayaklarının altındaki bir ateşle azap göreceği rivayet olunmaktadır...
Ebu Talib’in ölümünden tam elli gün kadar geçmişti ki, Ramazan ayında da Hazreti Hatice’tül Kübra validemiz âhirete intikâl etti...
Efendimiz AleyhisSelâm ile yirmi beş yıl bir arada yaşayan Hazreti Hatice’tül Kübra, âhirete intikâl ettiği zaman 65 yaşında bulunuyordu...
Efendimiz AleyhisSelâm, Hazreti Hatice için şöyle buyurmuştu:
“İmran kızı Meryem, kendi zamanındaki kadınların hayırlısı; Hatice de bu ümmetin kadınlarının hayırlısıdır”...
Nitekim bugün Efendimiz AleyhisSelâm’ın neslinin uzamasına yol açan tek kızı Hazreti Fâtıma da, Hazreti Hatice validemizden dünyaya teşrif etmişti...