Hz. Abbas’ın Saklı Altınları
Hazreti Abbas (r.a.) yakalandığı zaman, yukarıda da belirttiğimiz gibi müslümanlığını açıklamamıştı... Bu yüzden de, kurtulması için, kurtulmalık akçesi yani fidyei necat ödemek zorundaydı...
Diğer esirlerle birlikte Medine’ye geldikten sonra Efendimiz onu yanına çağırttı ve ona şöyle konuştu:
− Yâ Abbas, kendin, kardeşinin oğlu Akil bin Talib ve Nefel bin Haris için kurtulmalık akçesi öde ki kurtulasınız... Zira zenginsin ve bunu ödemeye gücün yeter...
Hazreti Abbas müslüman olduğunu öne sürerek fidyei necatı ödememek istedi...
− Ama yâ Rasûlullâh, ben müslümanım!.. Kureyş’in müşrikleri beni zorla bu sefere çıkarttılar?..
Efendimiz AleyhisSelâm bu mazereti kabule yanaşmadı:
− Senin müslümanlığını Allâh bilir!.. Eğer, söylediğin gibi müslümanlardan isen elbette Allâh katlandığın zahmetin ecrini verir... Ancak mâdemki senin durumun zahirde müslümanlara karşı idi, kurtulmak için fidyei necat ödemek zorundasın...
Hazreti Abbas (r.a.) bu defa yakalandığında üzerinden alınan paranın necat olarak kabul edilmesini istedi:
− Peki öyle ise, yakaladıklarında üzerimden alınan altınları fidyei necat olarak kabul ediniz?..
Hâlbuki ona harp ganimeti olarak el konulmuştu...
− Olmaz yâ Abbas!.. O altınlara harp ganimeti olarak el konulmuştur... Senin o paradan ayrıca bir de fidyei necat ödemen gereklidir...
Hazreti Abbas bu defa başka parası olmadığını ileri sürdü:
− Fakat yâ Rasûlullâh, benim o paradan başkaca bir param yok ki! Mekke’de halktan dilenmemi mi istiyorsun?..
Efendimiz AleyhisSelâm bir mucize gösteriverdi:
− Yâ Abbas, o altınlar ne oldu öyle ise?..
Hazreti Abbas hayretle sordu:
− Hangi altınlar yâ Rasûlullâh?..
− Hani Mekke’den çıkacağın gün hanımın Ümmü Fazl’a teslim ettiğin altınlar?..
O sırada yanınızda kimse yoktu!.. Sen o sıra Ümmü Fazl’a “Bu seferde başıma ne geleceğini bilmiyorum!.. Şayet bir felakete uğrar da dönemezsem şu kadarı senin için, şu kadarı da Fazl için, şu kadarı da Abdullah içindir... Eee şu kadarı da Ubeydullah içindir, nihayet şu kadarı da Kusem içindir!..” diyerek bıraktığın altınlar?..
Hazreti Abbas büyük bir hayrete düşmüştü... Şaşkın şaşkın sordu:
− Bunu sana kim haber verdi yâ Rasûlullâh?.. Vallâhi bunu benden ve Ümmü Fazl’dan başka kimse bilmiyordu!..
− Allâh haber verdi yâ Abbas!..
Hazreti Abbas aynı şaşkınlık içinde Kelime-i Şehâdet getirdi:
− Şehâdet ederim ki, Allâh’tan gayrı tanrı yoktur ve Sen de O’nun Rasûlü’sün!.. Şüphesiz ki Sen doğruyu söylüyorsun!..
İşte bu hâdise üzerine Enfâl Sûresinin 70. âyeti kerîmesi nâzil oldu:
“Ey Nebi! Esirlerden elinizde bulunanlara de ki: ‘Eğer Allâh kalplerinizde bir hayır (iman) bilirse, size, sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar! Allâh Ğafûr’dur, Rahıym’dir.’” (8.Enfâl: 70)
Hazreti Abbas, bu hâdiseyle ilgili olarak, daha sonraları şöyle buyurmuştu:
− Allâh, benden alınan o altınlar yerine, her biri ortaklıktan dolayı bana yirmi ukye altın kazandıran yirmi köle verdi ki, ben onlarla daha fazla zengin oldum...
Hazreti Abbas, Mekke’ye döndükten sonra uzunca bir zaman, Efendimiz AleyhisSelâm’ın emriyle müslümanlığını açıklamadı... Böylece orada bulunan müslümanlara destek oldu...