İkinci Akabe Biatı

O sene Hac zamanı geldiğinden dört yüz kadar Medineli müşrik ile, yetmiş üç erkek, ikisi kadın, yetmiş beş müslüman Mekke’ye gelmişlerdi... Bunlar Mekke civarında kamp kurmuşlardı... Medineli müslümanlardan Sa’d bin Hayseme, Üveym ve daha birkaç kişi, doğruca Efendimiz AleyhisSelâm’ın yanına giderek selâm verip konuşmaya başladılar:

− Yâ Rasûlullâh, biz kalabalığız, seni yanımıza almak, sana yardımcı olmak, senin yolunda canımızı feda etmek durumunda olduğumuzu açıklamak üzere seni ziyarete geldik... Biz aramızda, yabancı şeylere karşı kendi canımızı koruduğumuz gibi, seni de korumaya söz verdik... Hep beraber seninle görüşmek istiyoruz... Nasıl ve nerede görüşebiliriz?..

Efendimiz AleyhisSelâm’ın yanında bulunan amcası Hazreti Abbas söze karıştı:

− Sizinle birlikte Hacc’a gelen kavminizden size uymayanlar varsa, hacılar dönüp gidinceye kadar bunu aranızda gizleyin...

Bundan sonra Efendimiz AleyhisSelâm, teşrik günlerinin ortasında, tan yeri ağardığında, Akabe’nin dibinde, uyuyanı uyandırmamak, bulunmayanı beklememek üzere buluşmak için onlarla sözleşti...

Medineli müslümanlar, bu durumu kendilerinden olan müşriklerden gizlediler... Ancak, kendisini yakından tanıdıkları ve güvendikleri Abdulah bin Amr’a meseleyi açarak onu da müslümanlığa davet ettiler... Keza o da bu daveti kabul ederek müslüman oldu ve Akabe biatına katılmak ona da böylece nasip oldu...

Nihayet beklenen vakit geldi ve Medineli müslümanlar ile Efendimiz AleyhisSelâm ve amcası Hazreti Abbas -ki Hazreti Abbas’ın bazı kaynaklara göre o sırada müslümanlığı kabul etmiş olduğu bildiriliyor- Akabe’de toplandılar...

İlk sözü Hazreti Abbas aldı ve şöyle konuştu:

− Ey Hazrec topluluğu, şunu iyi biliniz ki, Muhammed bana gözlerimden daha sevgilidir... Şimdi iyice biliniz ve bana da bildiriniz; eğer siz O’nu tasvip ediyor, Allâh’ın O’nun vasıtasıyla size bildirdiklerine iman ediyorsanız ve kendisini sizinle birlikte geri götürmek istiyorsanız O’nu size vermeden evvel, bu hususta ben inandırıcı bir delil isterim...

Bilirsiniz ki, Muhammed bizdendir!.. Biz O’nu, O’nun inanç ve kanaatine karşı olanlardan koruduk!.. O kavmi arasında, yurdunda, izzet ve şerefiyle korunmuş bir hâlde yaşarken, bütün bunlardan yüz çevirip, sizlerle Yesrib’e gitmeyi düşünüyor...

Eğer siz, sizleri tekrar ok yağmuruna tutacak olan bütün Arap kavimlerinin düşmanlıklarına göğüs gerecek kadar, savaş edebilecek şartlara sahip iseniz, aranızda iyice düşünüp konuşun ve ondan sonra bunu bize bildirin...

Sonradan anlaşmazlığa düşmeyin...

Siz O’na verebileceğiniz sözü yerine getirebilecek ve kendisini düşmanlara karşı koruyabilecek misiniz?.. Bunu gereği gibi yapabileceğinize söz verebilirseniz ne âlâ!.. Yok, eğer Mekke’den ayrıldıktan sonra, kendisini yardımsız bırakarak, rüsva edecekseniz, şimdiden bundan vazgeçiniz!.. O’nu bırakınız, kendisi yine kavmi arasında ve yurdunda şerefi ve muhafazasıyla yaşasın!..

Hazreti Abbas’ın sözleri, Hazreclilere dokunmuştu... Bunun üzerine Es’ad bin Zürare, Efendimiz AleyhisSelâm’dan izin isteyerek söz aldı ve Hazreti Abbas’ın konuşmalarına şu cevabı verdi:

− Yâ Rasûlullâh, davetler çeşitlidir... Kimi davetler vardır ki, onlar çok kolaydır... Kimi de vardır ki, onlar çok zor ve çetindir... Kabulü güçtür!.. Biz yurdumuzda, şerefli ve her tecavüzden korunmuş; orada, değil kavminden ayrılan ve amcaları tarafından düşmanlarına teslim edilmek istenen bir Zâtın; hatta kendimizden başka hiçbir zâtın bize göz dikemeyeceği kadar güçlü kuvvetli bir topluluğuz... Buna rağmen, çok zor bir iş olmasına rağmen, biz gene de, Senin teklifini kabul ettik... Hâlbuki bunlar hiç de insanların hoşlanacağı şeyler değildi... Fakat biz bütün bunları, dilimizle ikrar ve kalbimizle tasdik suretiyle kabul ettik...

Şimdi;

Allâh’tan getirdiklerine bilerek ve inanarak Sana biat ediyoruz!.. Rabbimize ve Rabbine biat ediyoruz... Yedullâh ellerimizin üzerindedir... Kanlarımız kanınla, ellerimiz elinledir!.. Kendi oğullarımızı, kadınlarımızı esirgeyip koruduğumuz gibi, aynı şeylerden seni de koruyup gözeteceğiz...

Eğer bu ahdimizi bozarsak, Allâh’ın ahdini bozan yaramaz ve bedbaht kimselerden olalım... Allâh bilir ki, biz bu sözümüzde sadıkız ve elbette Allâh yardımcımızdır...

Bu konuşmalardan sonra Efendimiz AleyhisSelâm onlara Kurân’dan bazı bölümler okudu ve İslâmiyete teşvik etti...

Sonra da ne üzerine biat edeceklerini şöylece anlattı:

− Size iki şartım vardır...

Birincisi Rabbim Azze ve Celle adınadır: O’nun Ahadiyetine hiçbir şeyi eş ve ortak koşmayacaksınız... Gene, şirk koşmaksızın ibadet edeceksiniz, namaz kılacaksınız ve zekât vereceksiniz...

İkincisi ve kendime ait isteğim şudur: Allâh’ın Rasûlü olduğuma şehâdet etmeniz ve beni kendi çocuklarınızı, kadınlarınızı esirgeyip koruduğunuz gibi muhafaza etmenizdir...

Bu şartlar sayılınca Abdullah bin Rehava sordu:

Bunu yaparsak, karşılığında ne var bize?.. Efendimiz AleyhisSelâm açıkladı:

Cennet var!..

Medineliler cevap verdiler:

O hâlde bu çok kârlı bir alışveriştir!.. Artık katiyen bu meselenin tartışmasını istemeyiz!.. Söyle yâ Rasûlullâh, sana ne şekilde biat edelim?..

Efendimiz müslüman olanların kendisine ne şekilde biat etmesi lazım geldiğini onlara anlattı:

Tanrı olmayıp sadece Allâh’ın var olduğuna; benim, Allâh’ın Rasûlü olduğuma iman etmeniz; ve namaz kılacağınıza, mallarınızın zekâtını vereceğinize;

Neşeli ve neşesiz zamanlarınızda sözümü dinleyeceğinize;

Darlıkta da varlıkta da muhtaçlara yardım edeceğinize;

Hiçbir alaycının alayına aldırmaksızın, Allâh yolunda, daima Hakkı söyleyeceğinize;

Başkalarını kötülüklerden sakındırıp, iyiliği daima tavsiye edeceğinize dair söz vermelisiniz!..

Bundan başka, bana her cephesiyle yardım edeceğinize, yanınıza vardığımda, kendinizi, çocuklarınızı ve kadınlarınızı nasıl muhafaza ediyosanız; size karşı, onlara karşı, beni de öylece müdafaa ve muhafaza edeceğinize de kesin olarak söz vermelisiniz!

Efendimiz AleyhisSelâm’ın bu teklifine karşılık, Ebul Haysem cevap verdi...

− Biz, bu şartları, mallarımızın felakete uğraması, eşrafımızın öldürülmesi pahasına da kabul ediyoruz...

Böyle dedikten sonra da sordu Efendimiz AleyhisSelâm’a:

− Yâ Rasûlullâh, bizimle o adamlar arasında, bir bağlanma, bir sözleşme var!.. Biz bu hareketimizle, onu kesip atmış oluyoruz... Allâh seni muzaffer kıldıktan sonra kavmine, Mekke’ye dönersen, bizi kendi hâlimize terk edersen, hâlimiz nice olur?..

Efendimiz AleyhisSelâm tebessüm buyurdu:

Benim kanım, sizin kanınızdır. Siz benim kanımı, diyetimi istersiniz, ben de sizin kanınızı, diyetinizi isterim... Zimmetim zimmetinizdir!.. Hürmetim hürmetinizdir!.. Ben sizdenim, siz de bendensiniz!.. Siz kiminle savaşırsanız, ben de onunla savaşırım!.. Siz kiminle barışırsanız ben de onunla barışırım!..

Bundan sonra Medineliler Efendimiz AleyhisSelâm’a biat ettiler...

Daha sonra da Efendimiz AleyhisSelâm onlara:

Bana içinizden on iki kişi çıkarınız ki, onlar her hususta kavimlerinin benim yanımda temsilcisi olsunlar... Musa da İsrailoğullarından on iki temsilci almıştı... dedi... 

21 / 72

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bu Kitabı İndirebilirsiniz!