− Gece seyahat ettirildim!..
− Nereye?..
− Beytül Makdis’e!..
− Sonra da sabahleyin aramızdasın ha?.. Öyle mi?..
− Evet!..
− Ben böyle yalan hayatımda işitmedim!..
Sonra da, Efendimiz AleyhisSelâm’ın söylediklerini inkâr etmesinden korkarak kavmini oraya toplamak istedi...
− Bana söylediklerini kavmime de anlatman için, onları buraya çağırmamı uygun görür müsün?.. diye sordu... Efendimiz AleyhisSelâm buna müsaade etti...
Bunun üzerine Ebu Cehil, Mekkeli müşriklerin bir kısmını oraya topladı... Sonra da onlar gelince, Ebu Cehil konuştu:
− Haydi, bana anlattıklarını, onlara da anlatsana?..
Efendimiz AleyhisSelâm bunun üzerine anlattı:
− Ben gece Beytül Makdis’e seyahat ettirildim!.. Hayretle sordular:
− Şimdi de aramızda bulunuyorsun ha?
− Evet!..
Hepsi de bu anlatılanlara şaşıp kalmışlardı... Bir an sükûnet içinde kaldıktan sonra hepsi de inkâra koyuldular... Sonra birisi sordu:
− Bu anlattıklarına dair bize bir delil gösterebilir misin?..
− Evet, seyahat sırasında yolda filan oğullarına rastladım... Develerini kaybetmişlerdi... Onlara seslenerek develerinin olduğu yeri gösterdim... Sonra Tenim yokuşunda bir kafileye rastladım ki, önde siyahımtrak bir deve gidiyordu... Üzerinde iki harar yüklü idi... Biri siyah, öteki alaca renkli iki çuval. Onları gördüğünüzde sorun bakalım doğru mu söylüyorum?..
Müşrikler bunun üzerine acele ovaya açıldılar... Nitekim az sonra uzaktan gelmekte olan ilk kafileyi gördüler... Ve Efendimiz AleyhisSelâm ne demişse, kelimesi kelimesine söylediklerini gerek bu ilk gelen kafilede, gerekse de diğer kafilede buldular...
Fakat bütün bunlara rağmen, gene de iman etmediler ve:
− Bu yapılanlar azametli bir sihirdir!.. demekte ısrar ettiler.
Bu arada bazılarıyla da arasında şu konuşma geçti Efendimiz AleyhisSelâm’ın;
− Beytül Makdis’e gittiğini söylüyorsun, öyle ise bize orayı tarif et bakalım!..
Efendimiz AleyhisSelâm bu sual karşısında içinde bulunduğu hâli şöyle anlatırdı:
“Gezdiğim yerler ve hususiyle Beytül Makdis hakkında o kadar çok sual soruldu ki, ben onların bir çoğuna o gece dikkat etmemiştim... Bu yüzden çok sıkıldım. Öyle ki, ben şimdiye kadar hiç böyle sıkılmamıştım.
Derken Allâhû Teâlâ benimle Beytül Makdis arasındaki uzaklığı kaldırdı da, karşımdaymış gibi görmeye başladım... Ve onlar bana ne sual sordularsa, oraya bakarak cevaplandırdım... Hatta biri de bana, “oranın kaç kapısı vardır?” diye sormuştu... Hâlbuki ben de kapılarını saymamıştım... Beytül Makdis’i karşımda görünce kapılarını teker teker saydım ve suallerini cevaplandırdım...”
Müşrikler bunun üzerine O’na inandılar...
− Andolsun ki bu tarifin tamamen isâbetlidir!.. dediler...
Sonra da Velid bin Mugiyre çıkıp:
− Bu adam sihirbazın tekidir!.. diyerek kalabalığın dağılmasına sebep oldu...
Bu arada bir kısım müşrikler de koşa koşa gidip Hazreti Ebu Bekir (r.a.)’ı buldular ve ona:
− Yâ Ebu Bekir, arkadaşının yaptıklarından haberin var mı?..
− Hayır!.. Ne olmuş?..
− Bu gece Beytül Makdis’e gidip orada namaz kılmış... Sonra da geri dönmüş!..
− Peki, O bunu anlattığı zaman siz de O’nu yalanladınız mı?..
− Elbette!.. Mescitte herkese söylediklerinin doğruluğuna inandırmak istiyordu...
Hazreti Ebu Bekir (r.a.) kanaatini bildirdi:
− Vallâhi, O eğer böyle olduğunu söylüyorsa, bu iş öylece olmuştur! Şüphesiz ki ben, O’nun her saat Allâh’tan vahyettiği âyetlere dahi, bundan daha akla uzak görünmesine rağmen inanırken, niye bunu tasdik etmeyeyim?.. O ne demişse doğrudur!..
Hazreti Ebu Bekir bundan sonra doğruca Efendimiz Aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına koştu...
− Yâ Rasûlullâh, sen halka, dün gece Beytül Makdis’e gidip orada namaz kıldığını ve sonra da gene aynı gece döndüğünü söyledin mi?..
− Evet yâ Ebu Bekir!..
− Şüphesiz ki seni tasdik ederim yâ Rasûlullâh!.. Senin sözün Hak sözden başkası olamaz!..
− Evet yâ Ebu Bekir!.. Sen de Sıddîk’sın zaten!..
İşte Hazreti Ebu Bekir (r.a.)’a bu anda “Sıddîk” lakabı takılmıştı... Ve o andan sonra da kendisi “Sıddîk” lakabıyla anılır oldu...