− Bana Şam’ın kıble canibinde bulunan Aynu Zugâr’dan haber verin?.. dedi.
− Aynu Zugâr’ın hangi hâlinden soruyorsun?.. dedik.
− O pınarda bir su var mı?.. Ve oranın ahalisi o pınarın suyu ile ziraat yapıyorlar mı?.. diye sordu...
− Evet, o suyu bol bir pınardır... Ahalisi de o pınarın suyundan ekip, ziraat yapıyorlar... dedik.
− Bana NEBİYYÜL ÜMMİYYİN’den haber verin?.. O ne yapıyor?..
− Mekke’den çıkıp Yesrib’e (Medine) geçti!.. cevabını verdik.
− Araplar O’nunla muharebe yaptılar mı?.. diye sordu.
− Evet, yaptılar... cevabını verdik.
− Allâh Rasûlü onlarla nasıl geçiniyor?.. diye sordu.
− Araplardan kendisine dostluk gösterenler ve itaat edenlerle birlikte meydana çıkmıştır... diye cevap verdik.
− Hakikaten bunlar oldu mu?.. dedi. Biz:
− Evet, hepsi de oldu!.. dedik.
− Muhakkak ki onların Allâh Rasûlü’ne itaat etmeleri kendilerine bir hayırdır...
Şimdi de sizlere kendimden haber vereceğim... Ben Mesih (Deccal)’im!.. Bana çıkmak hususunda müsaade verilecek zaman yaklaşıyor... Müsaade edilince, ben yeryüzünde seyir ederim de, artık kırk gece içerisinde kendisine inmediğim hiçbir şehir bırakmam...
Ancak, Mekke ile Medine müstesnadır... Bunların her ikisi de bana haram kılınmıştır... O iki beldeden birine girmek istedikçe, beni elinde sıyrılmış bir kılıçla bir melek karşılar ve beni oraya girmekten meneder... Muhakkak ki o şehirlere giren her bir yol üzerinde, o yolları koruyup beklemekte olan birtakım melekler vardır...
Rasûlullâh bunları anlattıktan sonra, elindeki asası ile mimberi dürterek, Medine’yi kastederek;
− İşte bu Taybe’dir (Medine)... İşte bu Taybe’dir... buyurdu. Haberiniz olsun, ben bunu sizlere söylemiş oldum mu?..
Diye orada bulunanlara sordu... Mecliste bulunanlar:
− Evet, haber verdin, yâ Rasûlullâh!..
Rasûlullâh:
− Temim’in anlattığı bu hâdise benim hoşuma gitti... Zira, o, benim sizlere Deccal’den Medine ve Mekke’den olmak üzere anlattıklarıma uygun düşmüştür...
Haberiniz olsun ki; O, Şam denizinde, yahut Yemen denizinde... Hayır!.. O, muhakkak, maşrik (doğu) tarafındadır... O, muhakkak doğu tarafındadır!.. Ve eliyle doğuyu işaret etti...
***
Rasûlullâh AleyhisSelâm şöyle buyurmuştur:
“İki büyük İslâm ordusu birbiri ile harp etmedikçe, kıyamet kopmayacaktır... İki camianın ikisi de bir iddiada oldukları (ikisi de İslâm ve Hak iddiasında bulundukları) hâlde, aralarında büyük bir harp olacaktır...
Yine kıyamet kopmayacaktır; otuza yakın yalancı mel’ûn Deccal’ler türemedikçe... Bu Deccal’lerin hepsi de; “Ben Allâh’ın peygamberiyim iddiasında” bulunmadıkça...
Yine kıyamet kopmayacaktır; (dinî ilme sahip âlimlerin ölümüyle) İslâmî ilim zeval bulmadıkça... Zelzeleler çoğalmadıkça... Zaman yakınlaşıp, geceyle gündüz bir olmadıkça... Fitneler zuhur etmedikçe... Adam öldürme vakaları çoğalmadıkça...
Yine kıyamet kopmayacaktır; aranızda mal çoğalıp, sel gibi akmadıkça... Bir derecede çoğalacak ki, mal sahibi, malının zekâtını kim kabul eder diye endişelenecek... Hatta mal sahibi bazı kimselere zekât vermek isteyecek, fakat zekât arz ettiği kimse, benim zekâta ihtiyacım yok, diyecek...
Gene kıyamet kopmayacak; halk yüksek apartmanlar yapmak yarışına çıkmadıkça... Ve bir kimse öbür şahsın kabri yanından geçerken, “keşke bunun yerinde ben olsaydım” diyerek ölümü temenni etmedikçe...
Güneş batıdan doğup, insanlar bu hâdiseyi görünce toptan iman edecekler, fakat bu iman ve evvelce iman etmemiş olanlar, yahut imanında hayır ve fazilet kazanmayan kimselerin imanları; kendilerine fayda vermediği bir zamandır...
Muhakkak ki kıyamet kopacaktır... Hem de, müşteri ile tüccarın pazarlığı bitmeden kopacak da, o pazarlık bitip libas devşirilemeyecektir!”
Evet, birkaç yazımızda da, çoğu “Sahihi Müslim” adlı hadis kitabından aldığımız “Kıyamet Alâmetleri” ile ilgili bazı hadisleri yukarıda sizlere naklettik... Bunlardan sonuncusu “Sahihi Buhari”de de mevcuttu... Ayrıca gene bu hadislerin bazıları “Riyazüs Salihiyn” adlı hadis kitabından alınmıştır...
Şimdi tekrar İslâm’ın onuncu yılına geçiyoruz...