Bakara Sûresi: 254-260
AÇIKLAMA:
Bakara Sûresi: 254-260 âyet grubu’nun, Ensâr’dan çocukları yahudi (Benî Nadir Sürgünü?) veya hristiyan olan müslümanların bu meselesi ve Hz. İsa (a.s)’a iman edip (ki, Hz. Musa’dan sonra bunu kabul etmek, risâlet realitesine açıklık demektir) Hz. Muhammed (a.s)’a iman etmeyenler üzerine nâzil olduğu rivayet edilir!..
Bakara: 243-253 âyetlerinde İsrailOğulları ve Tâlût-Câlût ibreti ile Rasûllerin (Ulul’Azm Rasûl Musa-İsa a.s.’ların) faziletleri bahsedilince, arkasından İslâm’a iman edenlere hitap ediliyor!..
“Din’de zorlama yoktur” âyeti, hakikati muhteşem dillendiren bir önceki “âyet’ül kürsi” ile bağlantılıdır!..
254-) Ya eyyühelleziyne amenû enfiku mimma razaknaküm min kabli en ye’tiye yevmün lâ bey’un fiyhi ve lâ hulletün ve lâ şefaatün, vel kâfirune hümüz zalimun;
Ey iman edenler, ne alışverişin, ne dostluğun, ne de şefaatin olmadığı günden önce, sizi rızıklandırdıklarımızda infak edin (imanınız dolayısıyla karşılıksız bağışlayın)... Kâfirler (Hakikati inkâr edenler), zâlimlerin (kendi nefsine zarar verenlerin) ta kendileridir.
255-) Allâhu lâ ilâhe illâ HU* elHayy’ül Kayyûm* lâ te’huzuHU sinetün vela nevm* leHU mâ fiys Semâvâti ve mâ fiyl Ard* men zelleziy yeşfe’u ‘ındeHU illâ Biiznih* ya’lemu ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm* ve lâ yuhıytûne Bi şey’in min ‘ılmiHİ illâ Bi ma şâ’* vesi’a Kürsiyyühüs Semâvâti vel Ard* ve lâ yeûduhu hıfzuhümâ* ve HUvel Aliyy’ül Azıym;
Allâh O, tanrı yoktur sadece HÛ! Hayy ve Kayyum (yegâne hayat olan ve her şeyi kendi isimlerinin anlamı ile ilminde oluşturan - devam ettiren); O’nda ne uyuklama (âlemlerden bir an için olsun ayrılık), ne de uyku (yaratılmışları kendi hâline bırakıp kendi Zâtî dünyasına çekilme) söz konusudur. Semâlarda ve arzda (âlemlerdeki tümel ilim ve fiiller boyutunda) ne varsa hepsi O’nundur. Nefsinin hakikati olan Esmâ mertebesinden açığa çıkan kuvve olmaksızın (Bi-iznihi) O’nun indînde kim şefaat edebilir... Bilir onların yaşadıkları boyutu ve algılayamadıkları âlemleri... O’nun dilemesi (elvermiş olması) olmadıkça ilminden bir şey ihâta edilemez. Kürsüsü (hükümranlık ve tasarrufu {rubûbiyeti}) semâları ve arzı kapsamıştır. Onları muhafaza etmek O’na ağır gelmez. O Alîy (sınırsız yüce) ve Aziym’dir (sonsuz azamet sahibi).
256-) Lâ ikrahe fid Diyni kad tebeyyenerrüşdü minel ğayy* femen yekfür Bittağuti ve yu’min Billâhi fekadistemseke Bil urvetil vüska, lenfisame leha* vAllâhu Semiy’un ‘Aliym;
“DİN”de (Allâh yaratısı sistem ve düzeni {Sünnetullâh} kabul konusunda) zorlama yoktur! Rüşd (Hakikat en olgun hâliyle) ortaya çıkmış, sapık fikirlerden ayrılmıştır. Kim Tagut’u (gerçekte var olmayıp vehim yollu var sanılan kuvvelere tapınmayı) terk eder, (varlığını oluşturan) Allâh’a (Esmâ’sına) iman ederse, kesinlikle o kopması mümkün olmayan, hakikatindeki sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allâh Semi’ ve Aliym’dir.
257-) Allâhu Veliyyülleziyne amenû yuhricühüm minez zulümati ilenNûr* velleziyne keferu evliyaühümüt tağutu yuhricunehüm minen Nûri ilez zulümat* ülaike ashabün nar* hüm fiyha hâlidun;
Allâh iman edenlerin Veliyy’idir; onları zulmattan (karanlıklardan - hakikat bilgisizliğinden) Nûr’a (ilmin aydınlığında hakikati görmeye) çıkartır. Fiilen küfür (hakikati inkâr) hâlinde olanlara gelince; onların velîsi Tagut’tur (gerçekte var olmayıp var sandıkları kuvveler, fikirler), onları nûrdan zulmete dönüştürür. İşte onlar, ateş ehli (sonuçta yanmaya mahkûm) kişilerdir. Onlar o şartlarda sonsuza dek kalıcıdırlar.
258-) Elem tera ilelleziy hâcce İbrahiyme fiy Rabbihi en atahullahul mülk* iz kale İbrahiymu Rabbiyelleziy yuhyiy ve yumiytu, kale ene uhyiy ve umiyt* kale İbrahiymu feinnAllâhe ye’tiy BişŞemsi minel meşrikı fe’ti Bi ha minel mağribi febühitelleziy kefer* vAllâhu lâ yehdil kavmez zalimiyn;
Allâh, kendisine hükümdarlık verdiği için, İbrahim ile Rabbi konusunda tartışanı görmedin mi? İbrahim: “Benim Rabbim O’dur ki diriltir ve öldürür” dediğinde, o da : “Ben de diriltir ve öldürürüm” dedi. İbrahim: “Allâh Güneş’i doğudan doğduruyor, hadi sen batıdan doğdur bakalım” dediğinde ise, o kâfir (hakikati örten) apışıp kaldı! Allâh zâlimler topluluğuna hidâyet etmez.
259-) Ev kelleziy merra alâ karyetin ve hiye haviyetün alâ ‘uruşiha* kale enna yuhyiy hazihillâhu ba’de mevtiha* feematehullahu miete ‘amin sümme beaseh* kale kem lebist* kale lebistü yevmen ev ba’da yevm* kale bel lebiste miete amin fenzur ila taamike ve şerabike lem yetesenneh* venzur ila hımarike ve li nec’aleke ayeten lin Nasi venzur ilel ızami keyfe nünşizüha sümme neksuha lahmâ* felemma tebeyyene lehu kale a’lemü ennAllâhe alâ külli şey’in Kadiyr;
Şöyle birinin (haberini almadın mı)? Bir yerleşim alanına uğramıştı ki binaların üstü altına gelmiş, insanları helâk olmuş, “Allâh şurayı bu ölüm sonrasında nasıl diriltir” diye düşünmüştü. Allâh onu orada öldürmüş ve yüz sene sonra diriltmişti. “Ne kadar kaldın” dedi... O da: “Bir gün veya birazı kadar” cevabını verdi. Allâh buyurdu: “Hayır, yüz sene geçti üzerinden... İşte bak yiyecek içeceğine, hiç bozulmamış, ama eşeğine bak (nasıl çürüyüp sırf kemikleri kalmış!) Seni insanlar için bir işaret - ibret kılalım diye (yaptık bunu)... Kemiklere bak nasıl onları kaldırıp üzerlerine et giydiriyoruz.” Bu suretle iş açıkça belli olunca şöyle dedi: “Biliyorum, kesinlikle Allâh her şeye Kaadir’dir!”
260-) Ve iz kale İbrahiymu Rabbi eriniy keyfe tuhyil mevta* kale evelem tu’min* kale belâ ve lâkin liyatmeinne kalbiy* kale fe huz erbeaten minet tayri fesurhünne ileyke sümmec’al alâ külli cebelin minhünne cüz’en sümmed’uhünne ye’tiyneke sa’ya* va’lem ennAllâhe Aziyz’un Hakiym;
Hani İbrahim de: “Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. Rabbi de: “İman etmedin mi?” demişti. (İbrahim): “Ettim de, kalbimin mutmain olması için (fiilen görmek istedim)...” “Kuşlardan dört tür al, onları kendine alıştır, sonra onların her birini dört tepeye koy; sonra da onları kendine çağır. Sana koşarak (uçarak) gelsinler. Bil ki Allâh Aziyzdir, Hakiym’dir.”