Bakara Sûresi: 1-141
AÇIKLAMA:
Bakara Sûresi (1-141), kaynak tertiplerde ve meşhûr rivayetlerde Medine döneminin ilk nâzil olan sûresi’dir!.. Fakat, 286 âyet olan Bakara Sûresi’nin toptan bir defada inzâl olmadığı kesindir!..
Kur’ân vahyi’nin ve Rasûlullâh a.s. tebliği’nin Mekke döneminde ilk doğrudan muhatapları Kureyş müşrikleri ve daha sonra bazı arap kabileleri iken, Medine döneminde ehl-i kitap ve münafıklar diye ciddi iki zümre daha eklendi!..
İşte Bakara Sûresi, tüm bu muhatapları kapsayan bir hitap ve hikmete haiz âyetleri ihtiva eder!..
“Muttekıy”ler (din/hakikat ve sünnetullâh bilgisi ile korunanlar), “Kâfir”ler ve “Münafık”lar zümrelerinin özellikleri tanımlandıktan sonra; 21.âyette “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratmış olan Rabbinize (hakikatinizi oluşturan Esmâ mertebesine) kulluğunuzun farkındalığına erin. Ki böylece korunanlardan olursunuz” diye “nâs”ın dikkatini hakikatine çekip, tüm Kurân’da yedi yerde geçen Âdem-İblis olayını, ilk ve tek defa Bakara:30 ve devamı birkaç âyette “Halife” tanımlaması ile konuyu son defa anlatıp; ondan sonra, İsrailOğlulları ibretini Musa ümmeti çerçevesinde kelâma getiriyor!..
Bundan sonraki tüm Medine dönemi sûre ve âyetler için önemli bir açıklama:
Esbâb-ı Nüzûl ve siyer olarak Medine dönemi, Mekke döneminden daha nettir!.. Yani, Medine dönemi, Rasûlullâh (a.s)’ın siyeri ve Kur’ân vahyi’nin kaydı, tespit, tertip ve esbâb-ı nüzûl rivayetleri bakımından Mekke dönemine göre çok daha ayrıntılı, şâhitli ve belirgindir!.. Dolayısıyla siyerle metnin ve sebeb-i nüzûlün en bütünleştiği dönem, Medine dönemidir!..
Bu nedenle bundan sonraki tertip sıralamamızda, siyer ve sebeb-i nüzûl rivayetleri daha belirleyici olacaktır!.. Ancak şunu bilelim ki, sebeb-i nüzûl rivayetleri dolayısıyla “ŞU OLAY ÜZERİNE; FİLÂN KİMSE HAKKINDA” denilen ilgili âyet gruplarını, SADECE o sebep ile kayıtlamamak -önce sûre içindeki yerini, sonra Kurân’daki yerini düşünmek; Kurân’ın RUHU ile değerlendirmek- gerekir!.. Bu nedenle denilmiştir ki “SEBEB’İN HUSÛSİLİĞİ, HÜKMÜN UMÛMİLİĞİNİ İPTAL ETMEZ!” ...
Önemli bir husus da şu:
Bakara-Nisâ’-Mâide-Ahzâb sûreleri’nde çok belirgin olduğu gibi, aynı sûre içinde ayrı ayrı âyet grupları, farklı konular veya farklı sebeb-i nüzûller (uslûb bile farklılaşır) veya sonrakinin öncekini açıklaması ya da önceki ile ilgili gelen soruları cevaplaması dolayısıyla ayrı ayrı bölümler olarak (müneccemen) tertip edilmiştir!.. Bunu, “Aynı sûre’de niye ayrı ayrı âyet grupları var; niye farklı farklı zamanlarda nâzil olmuş?”u, “Aynı kitapda niye ayrı ayrı sûreler var; niye farklı farklı zamanlarda nâzil olmuş?” gibi düşünüp cevaplayabiliriz!..
“B”İsmillâhir Rahmânir Rahıym
1-) Elif, Lâââm, Miiiym;
Elif, Lâââm, Miiiym.
2-) Zâlikel Kitâb’u lâ raybe fiyhi hüden lil muttekıyn;
Hakkında şüphe edilmesi mümkün olmayan o Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsi (KİTAP), korunmak isteyenlere gerçeği idrak etme kaynağıdır.
3-) Elleziyne yu’minune Bil ğaybi ve yukiymûnas salâte ve mimma rezaknahum yünfikun;
İşte onlar gayblarındaki (algılayamadıkları) hakikate (Nefslerinin Allâh Esmâ’sının anlamlarının bir terkip - bileşimi şeklinde meydana geldiğine) iman ederler, salâtı ikame ederler (fiilen edâ yanı sıra anlamını yaşarlar) ve kendilerine verdiğimiz maddi - manevî yaşam gıdasından Allâh adına karşılıksız paylaşırlar.
4-) Velleziyne yu’minune Bi ma ünzile ileyKE ve ma ünzile min kabliK(E), ve Bil ahireti hum yûkınûn;
Onlar hakikatinden sana (boyutsal geçişle) inzâl olunana ve öncekilere inzâl olmuşlara iman ederler; geleceklerindeki sonsuz yaşam süreçlerine de ikân (kesin idrakten kaynaklanan kabul) hâlindedirler.
5-) Ülâike alâ hüden min Rabbihim ve ülâike humul muflihûn;
İşte onlar, Rablerinden (nefslerini oluşturan Esmâ bileşiminden kaynaklanan) HÜDA (hakikati idrak) hâlindedirler ve onlar kurtuluşa ermişlerdir.
6-) İnnelleziyne keferu sevâun aleyhim eenzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minun;
Hakikati örten - inkâr edenleri uyarsan da uyarmasan da fark etmez, iman etmezler!
7-) HatemAllâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ihim, ve alâ ebsarihim ğışavetun, ve lehum azâbün azıym;
Allâh, onların, beyinlerindeki hakikat algılamasını kilitlemiştir; basîretleri perdelidir. Yaptıklarının sonucu olarak feci bir azabı hak etmişlerdir.
8-) Ve minenNâsi men yekulü amennâ Billâhî ve Bil yevmil âhıri ve mâ hum Bimu’miniyn;
İnsanlardan bir kısmı “B” işareti kapsamınca (varlıklarını Allâh Esmâ’sının oluşturduğu inancıyla) Allâh’a ve âhiret süreçlerine (sonsuzluk içinde, kendilerinden açığa çıkanın sonuçlarını yaşayarak yer alacaklarına) iman ettiklerini söylerler; ne var ki imanları gerçekte bu kapsamda değildir!
9-) Yuhadi’unAllâhe velleziyne amenû ve ma yahde’ûne illâ enfüsehum ve ma yeş’urûn;
(Lafta “‘B’ anlamı kapsamınca iman ettik” diyerek) hakikatleri olan Allâh’ı ve iman etmişleri aldatmaya çalışırlar; hâlbuki kendilerini aldatırlar da bunun şuurunda değiller!
10-) Fiy kulûbihim meradun fezadehumullâhu merada, ve lehum azâbün eliymün Bima kânu yekzibûn;
Onların şuurlarında (hakikati hissetme işlevinde) sağlıklı düşünememe hâli vardır; Allâh da bunu arttırmıştır. Yalanladıkları hakikatleri yüzünden feci bir azap yaşayacaklardır.
11-) Ve izâ kıyle lehum lâ tüfsidu fiyl Ardı kalû innema nahnu muslihûn;
Onlara, arzda (yeryüzünde ve bedende) fesat çıkarmayın (varoluş amacına uygun olmayan şekilde hareket etmeyin), denildiğinde: “Biz ıslahçılarız (yerli yerinde kullananlarız)” dediler.
12-) Elâ innehum humulmüfsidûne ve lâkin lâ yeş’urûn;
Biline ki, kesinlikle onlar ifsat edenlerdir (olayı olması gerekenden saptıranlar); ne var ki bunun şuurunda değillerdir.
13-) Ve izâ kıyle lehum aminu kemâ amenenNâsü kalû enu’minu kemâ amenessüfehâ’* elâ innehum humussüfehâu ve lâkin lâ ya’lemun;
Onlara, iman eden insanlar gibi iman edin, denildiğinde: “Süfeha (aklı sınırlı, düşünmeden yaşayanlar) gibi mi iman edelim” derler. Kesinlikle biline ki, esas süfeha (aklı sınırlı, düşünemeyenler) kendileridir ama bunu fark etmiyorlar, anlayamıyorlar!
14-) Ve izâ lekulleziyne amenû kalû amenna* ve izâ halev ilâ şeyatıynihim kalû inna meaküm, innema nahnu müstehziûn;
İman edenlerle beraberken “Amenna - kabul ettik” derler, şeytanlarıyla (vehimlerine tâbi olarak onları saptıranlarla) başbaşa olduklarında ise: “Biz sizinle aynı fikirdeyiz, onlarla alay ediyoruz” derler.
15-) Allâhu yestehziu Bihim ve yemudduhum fiy tuğyanihim ya’mehûn;
(Hakikatleri olan Allâh’ı anlamamakta ısrarları dolayısıyla) Allâh kendileriyle alay ediyor ve basîretsizlikleri dolayısıyla azgınlıklarına müsaade ediyor!
16-) Ülâikelleziyneşterevüd dalâlete Bilhüda, femâ rabihat ticaretühüm ve ma kânu muhtediyn;
İşte onlar hakikatlerini oluşturan gerçeğe (bilhüda) karşılık, dalâleti (kendi hakikatini fark edememe) satın almışlardır! Oysa bu ticaret onlara kâr getirmedi; gerçeğe de erdirmez!
17-) Meselühüm kemeselillezistevkade nâra* felemma edâet ma havlehû zehebAllâhu Binûrihim ve terakehüm fiy zulümatin lâ yubsırûn;
Onların misali ateş yakana benzer, ki yakılan ateş çevreyi aydınlatır. Ne varki kendi hakikatlerinden gelen nûr açığa çıkmadığı için, karanlığa terk edilir; artık göremez!
18-) Summun bükmün umyün fehüm lâ yerci’ûn;
Sağırdırlar (algılamaları kilitlenmiştir), dilsizdirler (hakikati dillendirmezler), kördürler (apaçık hakikati algılayamazlar); onlar hakikatlerine dönemezler!
19-) Ev kesayyibin minesSemâi fiyhi zulümatun ve ra’dün ve berkun, yec’alûne esabiahum fiy âzânihim minessava’ıkı hazeral mevt, vAllâhu muhiytun Bilkâfiriyn;
Ya da semâdan (gökyüzü - düşünsel boyuttan) inen yağmur (fikirler), zulmet (karanlığın bilinmezliği) gökgürültüsü (doğru - yanlış çatışması) ve şimşek (bir an için akla düşen hakikat bilgisi) içindedirler! Yıldırımlara, ölüm korkusu (hakikatin açığa çıkmasıyla benliklerinin yok olması) düşüncesiyle kulaklarını tıkarlar (hakikat bilgisine kendilerini kapatırlar). Allâh, hakikati inkâr edenlerin de varlığını meydana getiren Muhiyt’tir (ihâta etmektedir).
20-) Yekâdül berku yahtafu ebsarehüm, küllemâ edâe lehum meşev fiyhi, ve izâ azleme aleyhim kamu, ve lev şâAllâhu lezehebe bisem’ihim ve ebsarihim, innAllâhe alâ külli şey’in kadiyr;
O şimşek (hakikat ışığı) neredeyse göze dayalı müşahedelerini kapsayacak. Onlara her aydınlık geldiğinde, o hakikat ışığıyla birkaç adım ilerler, hakikat ışığı kesilince de içine düştükleri karanlıkta kalakalırlar. Allâh dilemiş olsaydı Semi’ ve Basıyr isminin onlarda açığa çıkmasını kısardı. Kesinlikle Allâh her şeye Kaadir’dir.
21-) Ya eyyühenNâsu’budû Rabbekümülleziy halekaküm velleziyne min kabliküm lealleküm tettekun;
Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratmış olan Rabbinize (hakikatinizi oluşturan Esmâ mertebesine) kulluğunuzun farkındalığına erin. Ki böylece korunanlardan olursunuz.
22-) Elleziy ce’ale lekumul’Arda firâşen vesSemâe binâen ve enzele mines Semâi mâen feahrace Bihî minessemerati rızkan leküm, felâ tec’alu Lillâhi endâden ve entüm ta’lemûn;
O sizin için arzı (bedeni) döşek (araç), semâyı (şuuru - beyni) yaşanılan mekân olarak oluşturdu ve semâdan bir su (ilim) inzâl etti (boyutsal açığa çıkış) ve bunun sonucu olarak da size türlü (düşünsel - bedensel) yaşam gıdası verdi. Hâl böyleyken artık ötede bir ilâh edinerek O’na şirk koşmayın!
23-) Ve in küntüm fiy raybin mimmâ nezzelnâ alâ abdinâ fe’tû Bisûretin min mislihi ved’û şühedâeküm min dûnillahi in küntüm sadikıyn;
Kulumuza inzâl ettiğimizden (hakikatinden - Esmâ mertebesinden bilincine açığa çıkandan) şüpheniz varsa, onun benzeri bir sûre ortaya koyun. Eğer (sözünüzde) sadıksanız, Allâh (adıyla işaret edilen Ulûhiyetin) dûnunda (Allâh adıyla işaret edilenin misli veya benzeri olması mümkün olmadığı içindir ki, edinilen veya tahayyül edilen tanrılar ancak onun “dûnu”nda olabilir; onların da ne gayrılığından ne denkliğinden ne eş değerinden ne de kapsamından sözedilebilir. “Dûnu” kelimesiyle işaret edilen varlık vücudunu Allâh Esmâ’sının işaret ettiği özelliklerden alır ama asla varlığı Allâh adıyla işaret edilene kıyasla denk tutulamaz. Bu yüzdendir ki birimin düşündüğü ya da tahayyül ettiği hiçbir şey Mutlak hakikati itibarıyla Allâh adıyla işaret edileni tanımlayamaz. İleride görülecek “leyse kemislihi şey’a - misli olacak şey yoktur” uyarısı Allâh adıyla işaret edilene hiçbir kavramın yaklaşmasının mümkün olmadığını vurgulamaktadır. Tüm bunlar yazdığımız “dûnu” kelimesiyle anlatılmaktadır. Çalışmamızda sık sık göreceğiniz “dûnu” kelimesinin Türkçe’de karşılığı olmadığı içindir ki mecburen bu kelimeyi muhafaza ettik. A.Hulûsi -A.H.-) şahitlerinizi getirin!
24-) Fein lem tef’alû ve len tef’alû fettekunnaralletiy ve kuduhenNâsu velhıcâretu, u’ıddet lil kâfiriyn;
Bunu yapamazsanız, ki yapamazsınız; yananı insanlar ve taşlar (bilinç yapı olarak ruhanî insan ve taş, yani o ortama göre yaratılmış olan maddesi... Allâhu âlem!) olan o ateşten korunun; zira hakikati inkâr edenleri yakar o ateş.
25-) Ve beşşirilleziyne âmenû ve amilussalihati enne lehum cennâtin tecriy min tahtihel enhâr* küllemâ ruziku minhâ min semeratin rızkan kalû hâzelleziy ruzıknâ min kablu ve utû Bihî müteşabiha* ve lehum fiyha ezvâcün mutahheratun ve hum fiyha hâlidûn;
İman edip hakikati yaşamayı sağlayacak fiiller ortaya koyanları müjdele, ki onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler (Allâh Esmâ’sının açığa çıkışının seyredildiği ortamda sürekli oluşan ilimler) vardır. Bu rızıktan rızıklandıkça (bu müşahede içinde): “Bu daha önceden de tattığımız gibi bir şey” derler. Bu önce tattıklarına benzer. Orada, sonsuza dek şirk kirinden arınmış eşleri iledirler!
26-) İnnAllâhe lâ yestahyiy en yadribe meselen ma be’ûdaten femâ fevkahâ, feemmelleziyne amenû feya’lemune ennehulHakku min Rabbihim, ve emmelleziyne keferû feyekulûne mâzâ eradAllâhu Bihâzâ mesela* yudıllu Bihî kesiyran ve yehdiy Bihî kesiyra, ve ma yudıllu Bihî illel fasikıyn;
Allâh kesinlikle bir sivrisinek kanadı veya ondan da ufak bir şeyi misal vermekten kaçınmaz. İmanın gereğini yaşayanlar bunun Rablerinden kaynaklanan bir Hak olduğunu bilirler. Bu gerçeği inkâr edenler ise, (misalî anlatımları değerlendirmeyip) “Allâh, acaba bununla ne demek istedi” derler. Bu anlatım, çoğunun (fıtratlarının elvermemesinden dolayı) sapmasına yol açar; bir kısmını da gerçeğe hidâyet eder. Allâh, onunla (bu tür anlatımla) sâfiyetini yitirmişlerden başkasını saptırmaz!
27-) Elleziyne yenkudûne ahdAllâhi min ba’di miysakıhi, ve yaktaune mâ emerAllâhu Bihî en yûsale ve yüfsidûne fiyl’Ardı, ülâike hümülhasirûn;
Onlar, Allâh ahdini (Esmâ’sını açığa çıkarmanın farkındalığıyla yaşama istidadının gereğini) dünyaya geldikten sonra yerine getirmezler. Birleştirilmesini emrettiğini (Esmâ hakikati müşahedesini) keserler ve arzda (bedensel yaşam boyutunda) fesat çıkarırlar (bedensel arzular {karındaki ikinci beyin dürtüleri - komutları/nefs-i emmâre} peşinde ömür tüketirler). İşte bunlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
28-) Keyfe tekfurûne Billâhi ve küntüm emvâten feahyâküm, sümme yümiytuküm sümme yuhyiyküm sümme ileyhi turce’ûn;
Nasıl da varlığınızın hakikatinin Allâh Esmâ’sı (B işareti kapsamında) olduğunu inkâr ediyorsunuz? Ölüydünüz (hakikatinizin ne olduğunu bilmeden yaşıyordunuz), O sizi diriltti (inzâl ettiği ilimle size hayat verdi); sizi yine öldürecek (kendini sırf bedenmiş gibi kabul hâlinden), yine diriltecek (kendini beden sanma hâlinden arındırarak bilinç boyutu hâliyle yaşam)... Nihayet sonunda hakikatinizi göreceksiniz!
29-) HUvelleziy halakaleküm ma fiyl’Ardı cemiy’an sümmestevâ ilesSemâi fesevvâhünne seb’a Semâvât, ve HUve Bikülli şey’in Aliym;
“HÛ” (O işaretini boyutsal derinlikli düşünmek gerekir) yarattı sizin için arzda olanların (bedeninizdeki özelliklerin) tümünü; sonra da şuur (beyin) boyutunuza yönelip onu yedi kat (yedi idrak kapasitesi - Nefs mertebesi) olarak düzenledi. O her şeyi bizâtihi kendinden yarattığı içindir ki her şeyi bilendir.
30-) Ve iz kale Rabbüke lilmelâiketi inniy ca’ilün fiyl’Ardı hâliyfeh* kalû etec’alü fiyhâ men yüfsidü fiyhâ ve yesfiküddimâe, ve nahnu nüsebbihu BihamdiKE ve nükaddisüleKE, kale inniy a’lemü mâ lâ ta’lemûn;
Rabbin meleklere: “Ben arzda (bedende) bir halife (Esmâ mertebesinin farkındalığıyla yaşayan şuur sahibi) meydana getireceğim” dedi. Onlar da: “Orada fesat çıkarıp kan döken birini mi meydana getireceksin; biz seni hamdinle (bizde açığa çıkardığın varlığını değerlendirme hâliyle) tespih (her an yeni hâle dönüşen isteğine kulluk ederek) ve kudsiyetini (her türlü eksiklikten berî oluşunu)dillendirmiyor muyuz?” dediler. (Buyurdu): “BEN sizin bilmediklerinizin Aliymiyim!..”
31-) Ve alleme AdemelEsmâe küllehâ sümme aradahum alelMelâiketi fekale enbiûniy BiEsmâi hâülâi in küntüm sadikıyn;
Sonra Âdem’e (Esmâ’nın programlanışı, Esmâ bileşiminin açığa çıkışıyla yoktan var edilene) bütün Esmâ’yı (Esmâ ül Hüsnâ’sının anlamlarını açığa çıkarmayı ve kavramayı) talim etti (programladı). Sonra melâikeye: “Eğer dediğinizde ısrarlı iseniz bana (Âdem’in)varlığındaki Esmâ’nın (özelliklerinin) neler olduğunu anlatın” dedi.
32-) Kalu sübhaneKE lâ ilme lenâ illâ mâ ‘allemtenâ inneKE ENTEl AliymulHakiym;
(Bunu değerlendiremeyen melâike): “Subhaneke (her an yeni bir şey yaratıp bunlarla da asla kayıtlanmayan ve sınırlanmayansın)! Bizde açığa çıkarttığın ilimden başkasını bilmemiz asla mümkün değil! Şüphesiz ki sen, Mutlak İlim (Aliym) ve bunu bir sistem içinde (Hakiym) açığa çıkaransın!”
33-) Kale ya Ademu enbi’hum BiEsmâihim, felemmâ enbeehum BiEsmâihim, kale elem ekul leküm inniy a’lemu ğaybesSemâvâti vel’Ardı, ve a’lemu mâ tübdûne ve mâ küntüm tektümûn;
(Hitap etti): “Yâ Âdem (yoktan var olmuş, Esmâ ile hayat bulmuş) varlığındaki isimlerin hakikatinden onlara söz et.” Âdem onlara (varlığını oluşturan Allâh) isimlerinin işaret ettiği mânâlardan haber verince (yani bu isimlerin özellikleri kendisinde açığa çıkınca); Allâh onlara fark ettirdi: “Demedim mi size ben, muhakkak ki bilirim semâlar (şuur boyutu) ve arz (beden) boyutunun gaybını (açığa çıkmamış sırlarını, özelliklerini)... Ve ben bilirim gizlediklerinizi ve açıkladıklarınızı!”
34-) Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû liAdeme fesecedû illâ iblise, ebâ vestekbera ve kâne minelkâfiriyn;
Meleklere: “Secde edin Âdem’e” dediğimizde secde ettiler (yoktan varolmuştaki Esmâ’dan meydana gelmiş varlığa - Esmâ mertebesine)... Ancak İblis, benliğinin yüceliğinden (enfüsünde gördüğüyle âfaktaki hakikatten perdelenerek) inkâr etti. Hakikati inkâr edenlerden (kâfir) oldu.
35-) Ve kulnâ yâ Ademüskün ente ve zevcükelcennete ve külâ minha rağaden haysü şi’tüma, ve lâ takrebâ hâzihişşecerate feteküna minezzalimiyn;
Bundan sonra dedik ki: “Ey Âdem, sen ve senin hâlini, yaşamını paylaştığın (eşin - bedenin), cennet boyutunu mesken edinin. Dilediğinizce bu boyutun nimetleriyle yaşayın ve şu ağaca da yaklaşmayın, (yaklaşırsanız) zâlimlerden olursunuz.”
36-) Feezellehumeşşeytanu anha feahracehuma mimma kânâ fiyhi, ve kulnehbitû ba’duküm liba’din adüvvün, ve leküm fiyl’Ardı müstekarrun ve metâ’un ila hıyn;
Bundan sonra şeytan onları içinde yaşadıkları (boyuttan) kaydırttı. Biz de dedik ki: “Bir kısmınız diğerine (ruh ve beden) düşman olarak inin. Sizin (ve nesliniz) için bir süre arzda (beden boyutu şartlarında) yaşam ve belli bir süre oradan yararlanma söz konusudur.”
37-) Fetelakka Ademü min Rabbihi kelimâtin fetâbe aleyh* inneHU HUvetTevvaburRahıym;
Âdem, Rabbinden (beynindeki Esmâ mertebesi boyutundan) gelen ilim ile -kelimeler- (yapmaması gerekeni fark edip, kendisinden açığa çıkan vehmine tâbi olma hatasını itiraf edip) tövbe etti. Tövbesi kabul edildi. Şüphesiz ki HÛ; O, tövbeyi kabul edip Rahıymiyeti ile bunun güzel sonuçlarını yaşatandır.
38-) Kulnehbitû minhâ cemî’a* feimmâ ye’tiyenneküm minniy hüden femen tebi’a hüdâye felâ havfün aleyhim ve lâ hum yahzenûn;
Dedik: “İnin hepiniz oradan (kendinizi bedensiz hissettiğiniz şuur boyutundan - cennet yaşamından)... Benden size HÜDA (hakikatinizi idrak ettirici Rasûl - ilim) geldiğinde kim HÜDAma tâbi olursa onlara ne korku vardır ne de mahzun olacakları bir şey.”
39-) Velleziyne keferû ve kezzebû Biâyâtinâ, ülâike ashabun nâr* hum fiyha hâlidûn;
Onlar ki bizim işaretlerimizi inkâr edip yalanlarlar, işte onlar sonsuza dek ateş (azap) içindedirler.
40-) Yâ beniy isrâil’ezkürû ni’metiyelletiy en’amtü aleyküm ve evfû Biahdiy ûfi Biahdiküm ve iyyaye ferhebûn;
İsrailoğulları (dedim)... Size bağışladığım nimeti hatırlayın ve verdiğiniz sözü yerine getirin, ki ben de size olan (varoluşunuzdaki hilâfet) sözümü yerine getireyim. Yalnız benden çekinin!
41-) Ve âminû Bimâ enzeltü müsaddikan limâ me’aküm, ve lâ tekünû evvele kâfirin Bih* ve lâ teşterû Biâyâtiy semenen kaliyla* ve iyyaye fettekun;
Ve iman edin sizde olanı (Tevrat’ı) tasdik eden, indîmizden inzâl ettiğimize (Kurân’a). O gerçeği inkâr edenlerin ilki olmayın. Varlığınızdaki (B sırrı kapsamındaki) işaretlerimi (Esmâ’nın açığa çıkış kuvvelerini) az bir dünya değerine değişmeyin. Benden korunun!
42-) Ve lâ telbisülHakka Bilbatıli ve tektümulHakka ve entüm ta’lemûn;
Gerçeği (Hakk’ı), aslı olmayana (bâtıla) karıştırmayın! Bildiğiniz hâlde gerçeği gizliyorsunuz!
43-) Ve ekıymusSalâte ve atuzZekâte verke’u ma’arraki’ıyn;
Salâtı ikame edin (âfakî ve enfüsî yönelişi yaşayın), zekâtı (size bağışlananın bir kısmını karşılıksız) verin; rükû edenlerle beraber rükû edin. (Varlığınızdaki Allâh Esmâ’sının azametini hissedip, tespih edin ve bunun nefsin hakikati olan Muhıyt tarafından algılandığını, rükûdan kalkıp “semi’Allâhu......” derken fark edin.)
44-) Ete’murûnen Nâse Bilbirri ve tensevne enfüseküm ve entüm tetlûnelKitâb* efelâ ta’kılûn;
İnsanlara Birr’i (Allâh Esmâ’sının sizde oluşturduğu güzelliği yaşamayı) tavsiye ederken, kendi nefsinizde bunu (hissedip) yaşamayı unutuyor musunuz? Oysa Kitabı (varlığın hakikati bilgisini) okuyorsunuz... Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
45-) Veste’ıynû BisSabri vesSalâti, ve innehâ lekebiyratun illâ alelhaşi’ıyn;
(Varlığınızdaki Esmâ kuvvesine dayanarak) sabredin ve ona yönelerek (salât ile) yardım isteyin. Allâh’a haşyet duymayanın benliğine kesinlikle bu iş ağır gelir!
46-) Elleziyne yezunnûne ennehum mülaku Rabbihim ve ennehum ileyhi raci’ûn;
O haşyet duyanlar, (nefslerinin Esmâ’sıyla hakikati olan) Rablerine (benliklerinin yokluğunu hissederek) ereceklerini düşünürler ve nitekim O’na dönerler!
47-) Yâ beniy isrâil’ezkürû ni’metiyelletiy en’amtü aleyküm ve enniy faddaltüküm alel alemiyn;
Ey İsrailoğulları, size bağışım olan (verdiğim ilim dolayısıyla) nimetimi, sizi çeşitli toplumlara üstün kılışımı hatırlayın.
48-) Vetteku yevmen lâ tecziy nefsün an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minha şefaatün ve lâ yü’hazü minha adlün ve lâ hum yunsarûn;
Kimsenin kimseyi kurtarmak için bir şey ödeyemeyeceği süreçten korunun; (o süreçte) ne (birbirine) şefaat kabul edilir, ne fidye ödenerek biri kurtarılabilir ne de onlara yardım gelir.
49-) Ve iz necceynaküm min ali fir’avne yesumûneküm sûel azâbi yüzebbihune ebnâeküm ve yestahyûne nisâeküm ve fiy zâliküm belâun min Rabbiküm azıym;
Sizi Firavun ailesinden de kurtarmıştık, ki size en kötü azabı yaşattırıyorlardı. Erkek çocuklarınızı boğazlayıp, kadınlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Rabbinizin azametli bir belâsı içindeydiniz.
50-) Ve iz feraknâ Bikümul bahre feenceynâküm ve ağraknâ âle fir’avne ve entüm tenzurûn;
Varlığınızdaki Allâh Esmâ’sı kuvvesinin açığa çıkartılmasıyla denizi yarıp sizi kurtarmış; Firavun ailesini ise size bakıp dururken boğmuştuk!
51-) Ve iz va’adna Mûsâ erbe’ıyne leyleten sümmettehâztümul’ıcle min ba’dihi ve entüm zalimun;
Musa’ya kırk gece vadetmiştik de, siz de o süreçte buzağıyı (tanrı) edinmiştiniz, zâlimler olarak (nefsinize zulmetmiştiniz).
52-) Sümme afevnâ anküm min ba’di zâlike le’alleküm teşkürûn;
Bu olaydan sonra sizi affetmiştik belki şükredersiniz (değerlendirirsiniz) diye.
53-) Ve iz ateynâ MûselKitâbe velFurkane le’alleküm tehtedûn;
Hani Musa’ya Kitabı (varlığın hakikati bilgisini) ve Furkan’ı (doğrularla yanlışları ayırt etme yetisini - bilgisini) vermiştik; gerçeğe yönelesiniz diye.
54-) Ve iz kale Mûsâ likavmihî ya kavmi inneküm zalemtüm enfüseküm Bittihazikümül’ıcle, fetûbû ilâ Bâriiküm faktulû enfüseküm zâliküm hayrun leküm ‘ınde Bâriiküm fetâbe aleyküm, inneHU HUvetTevvaburRahıym;
Musa kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim, buzağıyı kendinize (tanrı) edinerek nefslerinizdekine (hakikatinize) zulmettiniz! Bu yüzdendir ki Bâri’ye (varlığı kendi Esmâ’sından olarak özel bir yapıda yaratana) tövbe edin (varlığınızdaki kendisini inkâr edip, dışınızda tanrı edindiğiniz için) ve benliklerinizi öldürün! Bunu yapmanız Bâri indînde hayırlıdır, tövbenizi kabul eder. Muhakkak ki O, tövbe edeni affeden ve sonucunda rahmetini bağışlayandır.”
55-) Ve iz kultüm ya Mûsâ len nu’mine leke hatta nerAllâhe cehraten, feehazetkümussa’ıkatü ve entüm tenzurûn;
“Yâ Musa, biz Allâh’ı dışarıda, açıkta görmedikçe iman etmeyiz” demiştiniz de; bunun üzerine yıldırım (varlığınızı yok eden hakikat bilgisi) çarpmıştı sizi, siz bakıp dururken!
56-) Sümme be’asnaküm min ba’di mevtiküm le’alleküm teşkürûn;
Sonra, ölümü (yokluğunuzu - gerçekte yegâne var olanın Vâhid’ül Kahhâr olduğu gerçeğini) tatmanızın akabinde, yeni bir anlayışla hayata başlatmıştık sizi, belki bunu değerlendirirsiniz diye.
57-) Ve zallelnâ aleykumulğamâme ve enzelnâ aleykümülmenne vesselvâ, külû min tayyibati mâ rezaknaküm ve mâ zalemûna ve lâkin kânû enfüsehum yazlimûn;
Ve sizi (yakıcı Hakikatten perdeleyen ve beşeriyetinizin idâmesini sağlayan) bulutla gölgeledik; üzerinize menn (varlığınızı oluşturan Allâh Esmâ’sındaki kudret kuvvesi) ve selva (manevî âleminizi hissetme duygusu) inzâl ettik (hakikatinizden şuurunuza)... “Rızık olarak verdiğimiz temiz şeyleri yeyin”, dedik. Onlar (hakikat bilgisini değerlendirmeyerek) bize zulmetmediler, kendi nefslerine zulmettiler! (Burada âyetin bir bâtın yorumuna yer verilmiştir zâhir anlamı yanı sıra. A.H.)
58-) Ve iz kulnedhulû hâzihilkaryete fekülû minhâ haysü şi’tüm rağaden vedhulülbâbe sücceden ve kulû hıttatün nağfir leküm hatayâküm, ve seneziydülmuhsiniyn;
Hani şunu demiştik onlara: “Şu karyeye (boyuta) girin ve orada dilediğiniz şekilde (o boyutun nimetlerini) yeyin... Kapısından da secde ederek (varlığınızın yokluğunu, yalnızca Allâh Esmâ’sının var olduğunu itiraf ederek) girin ve (benlik hissinizden dolayı) mağfiret dileyin... Ki (benliğinizin oluşturduğu) hatalarınızı mağfiret edelim. Kendisine bağışlananları başkalarıyla karşılıksız paylaşanlara (muhsinlere) daha da arttıracağız.”
59-) Febeddelelleziyne zalemû kavlen ğayrelleziy kıyle lehum feenzelnâ alelleziyne zalemû riczen minesSemâi Bimâ kânû yefsukun;
Ne var ki, onların arasındaki nefsine zulmedenler, kendilerine söylenen sözü başka bir sözle değiştirdiler. Bunun sonucu olarak biz de semâdan (beyindeki amigdala özelliklerinden) ricz (vehim, azaba sebep olacak fikirler) inzâl ettik.
60-) Ve izisteska Mûsâ likavmihî fekulnadrib Bi’asakelhacere, fenfecerat minhüsneta aşrete aynen, kad alime küllü ünâsin meşrabehum, külû veşrabû min rizkıllâhi ve lâ ta’sev fiyl’ Ardı müfsidiyn;
Hani Musa kavmi için su istemişti de: “(Varlığındaki Esmâ kuvvesiyle) asanı taşa vur” demiştik. (Vurunca) taştan on iki gözeden su fışkırmıştı. Her grup insan kendi meşrebini (su içeceği yeri) bildi. “Allâh rızkından yeyin için, arzda fesat çıkarıcılar olarak aşırı gitmeyin” dedik.
61-) Ve iz kultüm ya Mûsâ len nasbire alâ ta’amin vahidin fed’u lenâ Rabbeke yuhric lenâ mimmâ tünbitül’Ardu min bakliha ve kıssâiha ve fûmiha ve adesiha ve besaliha, kale etestebdilûnelleziy huve ednâ Billeziy huve hayr, ihbitû mısran feinne leküm mâ seeltüm ve duribet aleyhimüzzilletü velmeskenetü ve bâû Biğadabin minAllâh, zâlike Biennehum kânû yekfürûne Biâyâtillâhi ve yaktülûnenNebiyyiyne BiğayrilHakkı, zâlike Bimâ asav ve kânû ya’tedûn;
Ne demiştiniz Musa’ya... “Biz tek gıda ile yetinmeyiz; bizim için Rabbine dua et de bize arzda yetişenlerden; baklasından, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından versin!” Musa sordu: “Size verilmiş hayırlı ve üstün olanı, âdi değersiz şeylerle mi değiştirmek istiyorsunuz? Şehre inin o zaman, istediğinize kavuşursunuz.” Bundan sonra üzerlerine zillet ve meskenet vuruldu. Allâh’tan (hakikatlerindekini yaşamaktan) gadaba uğradılar (dışa dönük bir yaşama geçtiler). Çünkü Allâh’ın nefslerindeki işaretlerini (Esmâ kuvvelerini) örtüp, inkâr edip; Hakk’ın muradına karşı (nefsaniyetlerine uyarak) Nebileri öldürüyorlardı. Kendilerinden açığa çıkan isyan sonucu, sınır tanımadan, çok ileri gittiler.
62-) İnnelleziyne amenû velleziyne Hâdû venNesara vesSabiiyne men amene Billâhi velyevmil’ahiri ve amile salihan, felehum ecruhum ‘ınde Rabbihim ve lâ havfün aleyhim ve lâ hum yahzenûn;
(Gizli şirk içinde olsalar bile {Yûsuf: 106}) iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler (yıldızların tanrı olduğuna inanıp onlara tapanlar) arasından; nefslerinin Allâh Esmâ’sından meydana geldiğine ve gelecekte yaşanacak sürece iman edenler ve bunun gereği kendilerini selâmete çıkaran çalışmalara devam edenler, Rablerinin (Esmâ bileşimlerinin) indînde ecre (bunun getirisi olan kuvvelere) kavuşurlar. Onlar için ne korkulacak bir şey kalır ne de onları üzecek bir olay!
63-) Ve iz ehaznâ miysakaküm ve refa’na fevkakumütTûr* huzü mâ ateynâküm Bikuvvetin vezkürû mâ fiyhi le’alleküm tettekun;
Hani sizden söz almıştık ve Tur’u da üstünüze kaldırmıştık (Musa’nın bir mucizesi). Size verdiğimizi (hakikat bilgisini) bir kuvve olarak tutun ve onun içinde olanı zikredip hatırlayın ki korunabilesiniz.
64-) Sümme tevelleytüm min ba’di zâlike, felevla fadlullahi aleyküm ve rahmetuHU leküntüm minel hasiriyn;
Oysa bunun ardından yine yüz çevirip eski hâlinize döndünüz! Allâh’ın fazlı ve rahmeti olmasa kesin hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.
65-) Ve lekad alimtümülleziyna’tedev minküm fiysSebti, fekulna lehum kûnû kıradeten hasiiyn;
Yemin olsun ki sizden Sebt’te (Cumartesi’ye hürmet etmeyip) haddini aşanları siz bilirsiniz. Onlara şöyle dedik: “Aşağılık maymunlar (hakikatinin getirisini yaşamayı terk edip taklitle yaşayanlar) olun!”
66-) Fece’alnâha nekâlen limâ beyne yedeyha ve mâ halfeha ve mev’ızaten lil muttekıyn;
Bu; olayı yaşayanlara ve onlardan sonra gelenlere ibret bir ceza olsun; korunmak isteyenler de bundan öğüt alsınlar, diyedir.
67-) Ve iz kale Mûsâ likavmihi innAllâhe ye’muruküm en tezbehû bekareten, kalû etettehızüna huzuva* kale e’ûzü Billâhi en eküne minelcahiliyn;
Hani Musa kavmine demişti ki: “Allâh size, bir inek boğazlamanızı emrediyor...” Dediler: “Sen bizimle alay mı ediyorsun?” Musa: “Cahillerden olmaktan hakikatim olan Allâh’a sığınırım!”
68-) Kalüd’u lenâ Rabbeke yübeyyin lenâ mâ hiye, kale inneHU yekulû inneha bekaretün lâ faridun ve lâ bikrun, avanün beyne zâlike, fef’alû mâ tü’merûn;
Dediler: “Bizim için Rabbine yönel de bildirsin nasıl bir şey (kesmemizi) istiyor?” “Kesinlikle O diyor ki, o ne yaşlı ne de çok genç, ikisi arası bir inektir...” Hadi emredileni uygulayın.
69-) Kalüd’u lenâ Rabbeke yübeyyin lenâ mâ levnüha, kale inneHU yekulü inneha bekaretün safrâu, fakı’un levnüha tesürrün nazıriyn;
(Aldıkları cevapla tatmin olmayıp daha gereksiz detaya indiler) dediler: “Rabbine yönel de bize ne renk olduğunu bildirsin!” “Kesinlikle O diyor ki, o (kesecekleri) sapsarı parlak renkli bir inektir ki, bakanlara zevk verir.”
70-) Kalüd’u lenâ Rabbeke yübeyyin lenâ mâ hiye, innelbekara teşabehe aleyna, ve innâ inşâAllâhu lemühtedûn;
(Üstelediler) dediler: “Rabbine yönel de açıklasın bize nasıl bir inek kesmemizi istiyor; zira bu tarife benzer çok inek var? İnşâAllâh biz tam istenilen ineği buluruz”...
71-) Kale inneHU yekulü inneha bekaretün lâ zelûlün tüsiyrul’Arda ve lâ teskıylharse müsellemetün laşiyete fiyha, kalül’ ÂNe ci’te BilHakkı, fezebehuha ve mâ kâdû yef’alun;
O diyor ki: “Muhakkak ki o inek boyunduruğa bağlanmamış, toprak sürmemiş, ekini sulamamış, serbest bırakılmış dolaşan, alacası olmayan biri!” Dediler: “İşte şimdi Hak olarak ortaya koydun isteneni.” İşte bundan sonra (güçlükle bulup o vasıftaki tek ineği)boğazladılar... (Ancak çok bedel ödediler o özellikteki tek inek için.) Neredeyse başaramayacaklardı!
72-) Ve iz kateltüm nefsen feddare’tüm fiyha, vAllâhu muhricun ma küntüm tektümûn;
Hani siz birini öldürmüştünüz de, onun hakkında tartışıp birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allâh sakladığınızı açığa çıkarandır!
73-) Fekulnadribûhü Biba’dıha, kezâlike yuhyillahulmevta ve yuriyküm âyâtihi le’alleküm ta’kılûn;
“Onun (boğazlanan ineğin) bir parçasıyla (özünüzdeki ilâhî kuvveyi kullanarak) vurun (öldürülene)!” dedik. İşte böylece hayata kavuşturur ölüyü... Size böylece (varlığınızdaki kuvvenin) işaretlerini gösterir, tâ ki aklınızı kullanın (değerlendirin).
74-) Sümme kaset kulûbüküm min ba’di zâlike, fehiye kelhıcareti ev eşeddü kasveten, ve inne minel hıcareti lemâ yetefecceru minhül’enhar, ve inne minha lemâ yeşşakkaku feyahrucü minhülmâ’, ve inne minha lemâ yehbitu min haşyetillâh, ve mAllâhu Biğafilin amma ta’melûn;
Bu olayın ardından kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı (varlığındaki Hakk’ı açığa çıkaramaz oldu)... Oysa bazı taşlar vardır ki, içinden nehirler fışkırır; ve bazıları da vardır ki şak diye yarılır da ondan su çıkar. Öyle taşlar vardır ki, haşyetullahtan düşüp yuvarlanır... Allâh sizden açığa çıkanlardan (varlığınızı Esmâ’sıyla oluşturduğu için) asla perdeli değildir.
75-) Efetatme’ûne en yu’minû leküm ve kad kâne feriykun minhum yesme’ûne kelâmAllâhi sümme yüharrifûnehû min ba’di mâ ‘akalûhu ve hum ya’lemun;
Şimdi siz ey iman edenler, (genetik geçmişi bu olan Yahudilerin) size inanmalarını mı ümit ediyorsunuz? Oysa onların bir kısmı vardı ki, kelâmullahı (Musa’yı) dinler, dediklerini anlar, sonra da bile bile tahrif ederlerdi (değiştirirler başka anlamlara çevirirlerdi).
76-) Ve izâ lekulleziyne amenû kalû amennâ ve izâ helâ ba’duhum ila ba’din kalû etuhaddisünehum Bimâ fetehAllâhu aleyküm liyühac’cûküm Bihî ‘inde Rabbiküm, efelâ ta’kılûn;
Bunlar iman edenlerle karşılaştıklarında “iman ettik” derler; sonra da birbirleriyle başbaşa kaldıklarında, “Allâh’ın size açtığı hakikati, aleyhinizde delil olarak kullanmaları için mi bunlara anlatıyorsunuz, bunu düşünemiyor musunuz?” derler.
77-) Evelâ ya’lemune ennAllâhe ya’lemu mâ yusirrûne ve ma yu’linûn;
Bilmiyorlar mı Allâh’ın, gizlediklerini de açığa çıkardıklarını da bildiğini!
78-) Ve minhum ümmiyyûne lâ ya’lemunelKitâbe illâ emaniyye ve in hum illâ yezunnûn;
Onlardan ümmî olanlar vardır ki, vehmettikleri (kafalarında şartlanmalarına göre kurguladıkları) ötesinde Kitabı (hakikat bilgisini)bilmezler; (asılsız) zanlarıyla yaşarlar.
79-) Feveylün lilleziyne yektubûnelKitâbe Bieydiyhim sümme yekulûne hâzâ min ‘indillâhi liyeşteru Bihî semenen kaliyla* feveylün lehum mimma ketebet eydiyhim ve veylün lehum mimmâ yeksibûn;
Yazıklar olsun kendi elleriyle (nefsanî doğrultuda) birtakım bilgileri yazıp, sonra da az bir paha karşılığı için “Bu Allâh indîndendir” diyenlere!.. Yazıklar olsun elleriyle yazıya döktükleri bilgilere! Yazıklar olsun bu yolla elde ettikleri kazanca!
80-) Ve kalû len temessenennâru illâ eyyamen ma’dudeten, kul ettehaztüm ‘indAllâhi ahden felen yuhlifAllâhu ahdeHU em tekulûne alAllâhi mâ lâ ta’lemûn;
Ve dahi onlar dedi ki: “Sayılı günler ötesinde ateş bizi yakmayacak!” De ki onlara: “İndAllâh’tan (hakikatinizden gelen bir) söz mü aldınız? Allâh asla sözünden dönmez! Oysa siz Allâh hakkında uydurma şeyler konuşuyorsunuz!”
81-) Belâ men kesebe seyyieten ve ehatat Bihî hatıy’etuhu feülâike ashabünnâr* hüm fiyha halidûn;
Hayır! Gerçek onların sandığı gibi değil! Kim bir kötülük kazanırsa (düşündükleri veya elleriyle yaptıklarından dolayı) ve de o hatası kendisini (düşünce sistemini) kuşatırsa (hakikatı göremez hâle gelirse), işte onlar ateş (yanma) ehlidir sonsuza dek!
82-) Velleziyne amenû ve amilussalihati ülâike ashabülcenneti hüm fiyha halidun;
Onlar ki iman ederler ve salâha erdirici fiiller ortaya koyarlar, işte onlar cennet ehlidir ve sonsuza dek orada kalırlar.
83-) Ve iz ehaznâ miysaka beniy israiyle lâ ta’büdûne illAllâhe ve Bilvalideyni ıhsanen ve ziylkurba velyetama velmesakiyni ve kulû linNâsi hüsnen ve ekıymusSalâte ve atuzZekâte, sümme tevelleytüm illâ kaliylen minküm ve entüm mu’ridûn;
Hani İsrailoğullarından söz almıştık; Allâh gayrını var kabul edip ona tapınmayın, ana-babanızın hakkını verin, yakınlarınıza, yetimlere, yoksullara ihsanda bulunun; insanlara güzel (Hakk’a erdirici) sözler söyleyin; namazı ikame edip zekâtı verin. (Onlardaki namaz ve zekât İslâm’dakinden farklıydı.) Ancak bundan sonra, birazınız hariç, yüz çevirdiniz ve hâlâ da çevirmekte devam ediyorsunuz.
84-) Ve iz ehaznâ miysakaküm lâ tesfikûne dimâeküm ve lâ tuhricûne enfüseküm min diyâriküm sümme akrartüm ve entüm teşhedûn;
Hani sizden, birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi yaşadığı yerden uzaklaştırmayın diye söz almıştık. Siz de buna şahitlik eder hâlde ikrar (kabul) etmiştiniz.
85-) Sümme entüm hâülâi taktülûne enfüseküm ve tuhricûne feriykan minküm min diyârihim* tezaherune aleyhim Bil’ismi vel ‘udvani, ve in ye’tûküm üsara tüfadûhüm ve huve muharremün aleyküm ıhracühüm* efetu’minûne Biba’dılKitâbi ve tekfurûne Biba’din, femâ cezâü men yef’alü zâlike minküm illâ hızyün fiylhayâtiddünya* ve yevmelkıyameti yuraddûne ilâ eşeddil’azâb* ve mAllâhu Biğafilin amma ta’melûn;
Hâlbuki siz birbirinizi öldürüyorsunuz, içinizden bir grubu yurtlarından çıkartıyorsunuz. Onlar aleyhine haksız yere düşmanlıkta birleşiyorsunuz. Esir olup da geri getirilirlerse fidyelerini verip onları aranızdan çıkartıyorsunuz (oysa bu haramdı). Yoksa siz (Kitabın) hakikat bilgisinin bir kısmına iman edip bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanların ereceği karşılık, dünya yaşamında rezil olmaktır. Kıyamet sürecinde ise azabın en şiddetlisine düçar olurlar! Allâh yaptıklarınızdan hakikatiniz olarak gâfil değildir.
86-) Ülâikelleziyneşteravül hayâteddünya Bil’ahıreti, fela yuhaffefü anhümül’azâbü ve lâ hüm yünsarûn;
İşte onlar sonsuz gelecekleri (içsel hakikat yaşamları) karşılığında dünya (bedensel arzu ve zevkler) hayatını satın almışlardır. Onların azabı hafifletilmez! Onlara yardım da edilmez.
87-) Ve lekad ateynâ MûselKitâbe ve kaffeyna min ba’dihi BirRusuli ve ateynâ ‘İysebne Meryemelbeyyinâti ve eyyednahu Birûhılkudüs* efeküllemâ câeküm Rasûlün Bimâ lâ tehvâ enfüsükümüstekbertüm* feferiykan kezzebtüm ve feriykan taktülûn;
Andolsun ki Musa’ya (Kitap) hakikat bilgisi verdik; ondan sonra da birbiri ardınca içinizden Rasûllerle takviye ettik. Meryemoğlu İsa’ya da beyyineler (hakikat bilgisinin apaçık tasdiki olan hâller) verdik. Onu Ruh-ül Kuds (Onda açığa çıkardığımız kuvve) ile teyit ettik. Nefsinizi yüceltmek uğruna, ne zaman hevânıza uymayan gerçekleri dillendiren Rasûller gelse, onların bir kısmını yalanlayıp, bir kısmını da öldürdünüz.
88-) Ve kalû kulûbüna ğulf* bel le’anehümüllâhu Biküfrihim fekaliylen ma yu’minun;
Dediler ki: “Kalplerimiz (düşünü - algılamamız) koza (dünyamız) içindedir (hakikatimizi yaşayamayız)!” Hayır, belki de hakikati inkâr ettikleri için (lânete uğramışlar) Allâh’tan uzak düşmüşlerdir! İmanınız ne kadar az!
89-) Ve lemma câehüm Kitâbün min ‘indillâhi musaddikun lima me’ahüm ve kânû min kablü yesteftihune alelleziyne keferu* felemma câehüm mâ ‘arefû keferu Bihî, fela’netullâhi alelkâfiriyn;
Daha önce, dini inkâr eden kâfirlere karşı zafer kazanmak üzere bir açılım istediklerinde (Yahudiler), kendilerindeki bilgiyi tasdik eden bir yeni bilgi, Allâh tarafından onlara verildi; O geleceğini bildikleri (Hz. Muhammed) geldi, ama onu inkâr ettiler! Artık onlar Allâh’tan uzak düşmüş bir hâlde yaşarlar (Allâh lâneti hakikati reddedenler üzerinedir)!
90-) Bi’semeşterav Bihî enfüsehüm en yekfüru Bimâ enzelAllâhu bağyen en yünezzilAllâhu min fadlihî alâ men yeşâü min ıbadihî, febâu Biğadabin alâ ğadab* ve lilkâfiriyne azâbün muhiyn;
Haset yüzünden, Allâh’ın fazlından (hakikatinden şuuruna) inzâl ettiği kullarından birini inkâr ederek, inkârları yüzünden nefslerindeki hakikati örtmeleri ne kötüdür! Bu yüzdendir ki gazap üstüne gazaba uğradılar (hakikatlerinden perdeli yaşam derekesine düştüler). Hakikati inkâr edenler (kâfirler) için, alçaltıcı bir azap oluşur.
91-) Ve izâ kıyle lehüm âminu Bimâ enzelAllâhu kalu nu’minu Bimâ ünzile aleyna ve yekfürune Bimâ verâehu ve huvelHakku musaddikan limâ me’ahüm* kul felime taktülûne enbiyâAllâhi min kablü in küntüm mu’miniyn;
Onlara, “Allâh’ın inzâl ettiğine iman edin” denildiğinde, “Biz bize inzâl olana iman ederiz” derler ve başkasına inzâl olanı reddederler. Oysa kendilerindekini tasdik edendir inzâl olan! De ki: “Mâdemki size inzâl olan hakikate iman ediyordunuz da niçin Allâh Nebilerini öldürdünüz?”
92-) Ve lekad câeküm Mûsâ Bilbeyyinati sümmettehaztümül’ıcle min ba’dihî ve entüm zalimun;
Andolsun ki Musa size hakikatinin açığa çıkardığı apaçık deliller ile gelmişti... Buna rağmen siz bir buzağıyı (tanrı) edinerek nefsinize (hakikatinize) zulmettiniz.
93-) Ve iz ehaznâ miysâkaküm ve refa’nâ fevkakümütTûr* huzû mâ ateynâküm Bikuvvetin vesme’û* kalû semı’nâ ve asaynâ ve üşribû fiy kulûbihimul’ıcle Biküfrihim* kul bi’se mâ ye’muruküm Bihî iymânuküm in küntüm mu’miniyn;
Biz sizden söz almıştık, Tur’u (benlik dağı) üzerinizde kaldırmıştık... “Verdiğimizi özünüzdeki kuvve ile yaşayın, algılayın ve gereğine uyun” (demiştik). Onlar ise: “Algıladık ama kabul etmedik” dediler. Bu inkârları yüzünden kalpleri buzağı sevgisiyle (dışsallıkla) doldu! De ki: “İman edenleriz diyorsanız, imanınızın getirisi de buysa, ne kötü bir şey bu!”
94-) Kul in kânet lekümüddarul’ahıretü indAllâhi halisaten min dûninNâsi fetemennevülmevte in küntüm sadikıyn;
De ki: “Allâh indîndeki sonsuz gelecek yaşam ortamı, diğer insanlara değil de yalnızca size ait ise; bu sözünüzde sadıksanız, ölümü temenni etsenize!”
95-) Ve len yetemennevhu ebeden Bimâ kaddemet eydiyhim* vAllâhu Aliymun Bizzalimiyn
Elleriyle yaptıkları (suçlar) yüzünden ölümü asla temenni etmeyeceklerdir. Allâh zulmü açığa çıkaranları bilendir, onların hakikati olarak!
96-) Ve letecidennehüm ahrasanNâsi alâ hayatin, ve minelleziyne eşrekü yeveddü ehadühüm lev yu’ammeru elfe senetin, ve mâ huve Bimuzahzihıhi minel’azâbi en yu’ammer* vAllâhu Basıyrun Bimâ ya’melûn;
Sen onları dünyalık yaşam hakkında insanların en hırslıları olarak bulursun! Bilfiil şirk içinde yaşayanlardan bile... Her biri bin yıl yaşamak ister! Oysa uzun ömür sürmeleri onları azaptan uzak tutmaz. Allâh, hakikatleri olarak yaptıklarını değerlendirmektedir(Basıyr).
97-) Kul men kâne adüvven liCibriyle feinnehû nezzelehu alâ kalbike Biiznillâhi musaddikan limâ beyne yedeyhi ve hüden ve büşra lilmu’miniyn;
De ki: “Kim Cibrîl’e düşman ise şunu bilmeli; kesinlikle O, kendindekinden öncekini tasdik eden ve iman edenlere hidâyet ve müjde olanı (Kurân’ı) senin şuuruna Bi-iznillâh (varlığını meydana getiren Esmâ bileşiminin elvermesiyle) inzâl etmiştir.”
98-) Men kâne adüvven Lillâhi ve MelâiketiHİ ve RusuliHİ ve Cibriyle ve Miykâle feinnAllâhe adüvvün lilkâfiriyn;
Kim Allâh’a (Ulûhiyet hakikatine), Melekî boyuta (âlemlerde Allâh isimlerinin işaret ettiği anlamların açığa çıkmasına) ve Rasûllerine (hakikati dillendirmeleri için irsâl ettiklerine), Cibrîl’e (Allâh ilminin inzâli işlevine), Mikail’e (maddi - manevî rızkına yönlendirip erdiren kuvve) düşman olursa, muhakkak ki Allâh (o) gerçeği örtenlerin düşmanıdır!
99-) Ve lekad enzelnâ ileyke âyâtin beyyinâtin, ve mâ yekfuru Bihâ illelfasikun;
Andolsun ki biz sana apaçık deliller verdik; onları, orijindeki sâfiyeti (şartlanmalarıyla) bozulmuş olanlardan başkası inkâr etmez.
100-) Eveküllemâ âhedu ahden nebezehu feriykun minhüm* bel ekseruhüm lâ yu’minun;
Bir sözleşmeyle anlaşma yaptıkları her defasında, içlerinden bir grup onu bozup atmadı mı! Hayır, onların çoğunluğu iman etmezler!
101-) Ve lemmâ câehüm Rasûlün min ‘indillâhi musaddikun limâ meahüm nebeze feriykun minelleziyne ûtülKitâb* KitâbAllâhi verâe zuhûrihim keennehüm lâ ya’lemun;
Kendilerine Kitap (bilgi) verilenlerden bir grup, beraberlerinde olanı tasdik eden Allâh indînden bir Rasûl gelince (Yahudi olmadığı için), Kitabullâhı (Hakikat bilgisini ve Sünnetullâh’ı) arkalarına attılar, işin hakikatini bilmiyormuşçasına.
102-) Vettebe’û mâ tetluşşeyatıynu alâ mülki Süleymân* ve mâ kefere Süleymânu ve lakinneşşeyatıyne keferû yü’allimûnenNâsessıhr* ve ma ünzile alel melekeyni BiBâbile Hârûte ve Mârût* ve mâ yu’allimâni min ehadin hatta yekulâ innema nahnü fitnetün felâ tekfür* feyete’allemûne minhüma mâ yuferrikune Bihî beynelmer’i ve zevcihi, ve mahüm Bidârriyne Bihî min ehadin illâ Biiznillâh* ve yete’allemune mâ yedurruhüm ve lâ yenfeuhüm* ve lekad alimû lemenişterahü mâ lehû fiyl’ ahıreti min halak* ve le bi’se mâ şerav Bihî enfüsehüm* lev kânû ya’lemun;
Bunlar Süleyman’ın (hakikatinin oluşturduğu) mülkü (tasarruf ettikleri) hakkında da (inkâra gidip), şeytanlara (vehmi tahrik ederek saptıranlara) tâbi oldular. Süleyman kâfir olmamıştır (hakikatinden perdelenmemiştir). Lâkin o şeytanlar (vehimlerine tâbi olanlar)kâfir olmuştur (hakikati inkâr ederek); zira, insanlara sihirbazlık ve Babil’deki iki meleğe (Melîk’e) -Hârût’a ve Mârût’a- inzâl olanı öğretirlerdi. Oysa: “Biz imtihan vesilesiyiz; sakın hakikatinizdekini örterek (dış kuvvetlere başvurmak suretiyle sihir yapıp) kâfir olmayın (hakikatinizdeki kuvveleri inkâr etmeyin)” demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Onlardan (Hârût ve Mârût’tan) erkek kişi (koca) ile eşinin arasını ayıracak şeyleri öğreniyorlardı. Onlar Allâh’ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezler. Onlar kendilerine faydası olmayıp aksine zarar vereni öğreniyorlardı. Andolsun ki, onu (sihri) satın alanların sonsuz gelecekte hiçbir nasibi olmayacaktır. Nefslerinin hakikatini ne kadar kötü bir şeye sattıklarını bir bilselerdi!
103-) Ve lev ennehüm âmenû vettekav lemesübetün min ‘indillâhi hayr* lev kânû ya’lemun;
Eğer onlar iman edip (şirkten) korunmuş olsalardı, Allâh indînden açığa çıkacak sevap, haklarında çok daha hayırlı olacaktı. Keşke bilselerdi.
104-) Yâ eyyühelleziyne âmenû lâ tekulû ra’ınâ ve kulunzurnâ vesme’û ve lilkâfiriyne azâbün eliym;
Ey iman edenler, (Rasûlullâh’a) “raina” değil (bizi gözet, bize dikkat et anlamında. Yahudiler raina kelimesini aksan ve vurgulama ile “ahmak” anlamına gelecek şekilde kullanıp hakaret ettikleri için bu uyarı yapılmıştı) “unzurna” deyin ve dinleyin. Kâfirler (hakikati inkâr edenler) için feci bir azap vardır.
105-) Mâ yeveddülleziyne keferû min ehlilKitâbi ve lelmüşrikiyne en yünezzele aleyküm min hayrin min Rabbiküm* vAllâhu yahtassu BirahmetiHİ men yeşâ’u, vAllâhu zülfadlil azıym;
Ehli Kitaptan olan kâfirler de (hakikati inkâr edenler), müşrikler de (benliklerini ya da dışsal objeleri şirk koşanlar) size Rabbinizden bir hayır inzâl olmasını istemezler. Allâh dilediğine has kılar rahmetini, onun hakikatinden! Allâh, Zül Fazlıl Aziym’dir.
106-) Mâ nensah min âyetin ev nünsiha ne’ti Bi hayrin minha ev misliha* elem ta’lem ennAllâhe alâ külli şey’in kadiyr;
Biz bir âyet hükmünü nesih (iptal) eder ya da unutturursak, ondan daha hayırlısını veya benzerini getiririz. Bilmez misin, Allâh kesinlikle her şeye Kaadir’dir.
107-) Elem ta’lem ennAllâhe leHU mülküsSemavati vel Ard* ve mâ leküm min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasıyr;
Bilmez misin, semâlar ve arz (şuur ve madde - beden boyutu) Allâh’ın mülküdür (her an dilediği gibi tasarruf etmektedir, tamamında)... Sizin için Allâh dûnunda ne bir dost ne de bir yardımcı olmaz!
108-) Em türiydûne en tes’elû Rasûleküm kemâ süile Mûsâ min kablu, ve men yetebeddelil küfre Bil’ iymani fekad dalle sevâessebiyl;
Yoksa siz de, önceden Musa’nın sorgulandığı gibi Rasûlünüzü sorguya mı çekmek istiyorsunuz? Kim hakikatindekine imanı küfür ile (inkâr ile) değiştirirse, yolun doğrusunu yitirmiş olur!
109-) Vedde kesiyrün min ehlil Kitâbi lev yeruddûneküm min ba’di iymaniküm küffara* haseden min ındi enfüsihim min ba’di mâ tebeyyene lehümülHakk* fa’fû vasfehu hatta ye’tiyAllâhu BiemriHİ, innAllâhe alâ külli şey’in kadiyr;
Ehli Kitaptan (hakikat bilgisi verilmiş olanlardan) birçoğu, Hak kendilerince apaçık fark edilmesine rağmen, sırf hasetlerinden dolayı sizi imandan küfre döndürmek ister. Allâh hükmü sizde açığa çıkana kadar kusurlarına bakmayın, anlayış gösterin. Muhakkak ki Allâh her şeye Kaadir’dir.
110-) Ve ekıymus Salâte ve atuzZekâte, ve mâ tukaddimû lienfüsiküm min hayrin tecidûhu indAllâh* innAllâhe Bimâ ta’melûne Basıyr;
Siz salâtı ikame edin (Allâh’a yönelişinizi zâhiren ve bâtınen hakkıyla yapın) ve zekâtı verin (Allâh’ın size ihsanından bir kısmını karşılıksız paylaşın ihtiyacı olanlara)... Ne hayır yaparsanız, Allâh indînde (beyninizin derûnundaki Esmâ hakikati boyutunda) onu bulursunuz... Muhakkak ki Allâh (varlığınızı oluşturan Esmâ’sıyla) Basıyr’dir yaptıklarınıza.
111-) Ve kalû len yedhulel cennete illâ men kâne hûden ev nesara* tilke emaniyyühüm* kul hâtû bürhâneküm in küntüm sadikıyn;
Dediler ki: “Yahudi veya Hristiyan olanlardan başkası cennete girmeyecek!”... Bu onların kuruntularıdır! De ki: “Eğer doğru söylüyorsanız delilinizi koyun ortaya!”...
112-) Belâ men esleme vechehû Lillâhi ve huve muhsinun felehû ecruhu ‘ınde Rabbihî, ve lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenûn;
Hayır (olay onların kuruntuladığı gibi değil)!.. Kim (vechinin) hakikatinin Allâh (Esmâ’sının açığa çıkışı) için olduğunu hissederse, işte onun mükâfatı Rabbindendir (hakikatindendir). Onlara ne korku vardır ne de hüzün verecek bir şey!
113-) Ve kaletil yehûdü leysetinnesara alâ şey’in, ve kaletinnesara leysetilyehûdü alâ şey’in ve hüm yetlûnel Kitâb* kezâlike kalelleziyne lâ ya’lemune misle kavlihim* fAllâhu yahkümü beynehüm yevmel kıyâmeti fiymâ kânû fiyhi yahtelifun;
Yahudiler, “Nasraniler boş şeylerle uğraşıyor”; Nasraniler de, “Yahudiler boş şeylerle uğraşıyorlar” dediler. Bunlar Kitabı (inzâl olmuş bilgiyi) okurlar güya! O bilgiyi okumamış olanlar da zaten onların dediğini söyler!.. İhtilaf ettikleri konuda Allâh, kıyamet sürecinde hükmünü açıklayacaktır.
114-) Ve men azlemü mimmen menea mesacidAllâhi en yüzkera fiyhesmuHU ve se’â fiy harabiha* ülâike mâ kâne lehüm en yedhulûhâ illâ hâifiyn* lehüm fiyddünya hızyün ve lehüm fiyl ahıreti azâbün azıym;
İnsanları (Esmâ hakikatleri indînde kişinin “yok”luğunu yaşaması olan) secde mahallerinde Allâh zikrinden (ben yokum sadece Allâh var demekten); (sen de varsın diyerek) alıkoyandan ve onların (saf kalplerin, benliğini ilâh yaparak) harap olmasına çalışandan daha zâlim kim olabilir? Böyleleri oralara korka korka girmelidir. Onlar dünya yaşamında rezil olurlar (hakikati bilenler indînde)... Sonsuz gelecek süreçlerinde ise feci bir azap beklemektedir onları.
115-) Ve Lillâhil meşriku vel mağribü feeynemâ tüvellû fesemme VECHULLÂAH * innAllâhe Vâsi’un ‘Aliym;
Maşrik de (doğu veya doğuş mahallî) mağrip de (batı veya batış - kayboluş - ölüm) Allâh’a aittir! Ne yana dönersen Vechullâh karşındadır (Allâh Esmâ’sının açığa çıkışıyla karşı karşıyasın)! Muhakkak ki Allâh tüm varlığı kapsar ve ilim sahibidir.
116-) Ve kalüttehazAllâhu veleden subhaneHU, bel leHU mâ fiysSemâvâti vel Ard, küllün leHU kanitûn;
Dediler ki: “Allâh oğul edindi!” SubhaneHÛ! Bilakis, semâlar ve arzda ne varsa O’na aittir ve her şey (kanitûn) O’nun hükmünü yerine getiricidir!
117-) Bediy’üs Semâvâti vel Ard* ve izâ kada emran feinnemâ yekulü lehû kün feyekün;
Semâların ve arzın Bediy’idir (örneği benzeri olmadan icat edendir)... Bir işin olmasını dilerse “Ol” der ve olur!
118-) Ve kalelleziyne lâ ya’lemune lev lâ yükellimûnAllâhu ev te’tiyna ayetün, kezâlike kalelleziyne min kablihim misle kavlihim* teşâbehet kulûbühüm* kad beyyennel’âyâti likavmin yukınûn;
(Allâh ismiyle işaret edilen hakkında) bilgisizler (O’nu gökte bir tanrı sanıp) “Allâh bizimle konuşsaydı ya da bize bir mucize verseydi ya” dediler!.. Onlardan öncekiler de onlar gibi konuşmuşlardı. Bakış açıları birbirine benzemiş! (Ayna nöronların işlevi sonucu - aynı kafadan!)... Biz âyetlerimizi (gerçeğe işaret eden oluşumu), onları hakkıyla değerlendirmek isteyenlere apaçık gösterdik.
119-) İnnâ erselnâke BilHakkı beşiyran ve neziyran, ve lâ tüs’elü an ashâbilcehıym;
Gerçek ki Biz, seni, müjdelemen ve uyarman için HAK olarak irsâl ettik. Cehennem ehli senden sorulmaz.
120-) Ve len terdâ ankelyehûdü ve lennesarâ hattâ tettebia milletehüm* kul inne hüdAllâhi hüvel hüdâ* ve leinitteba’te ehvâehüm ba’delleziy câeke minel ‘ılmi, mâ leke minAllâhi min veliyyin ve lâ nasıyr;
Onların din anlayışlarına tâbi olmadıkça ne Yahudiler ne de Nasara senden asla razı olmazlar. De ki: “Allâh hidâyeti rehberliğin ta kendisidir (insanlar hidâyet edemez Allâh hidâyet etmedikçe)”... Onların hayal veya kuruntularına tâbi olursan sana gelen ilimden sonra, Allâh’tan sana ne bir velî ne de yardım ulaşır.
121-) Elleziyne âteynahümül Kitâbe yetlûnehu Hakka tilavetih* ülâike yu’minune Bihî, ve men yekfür Bihî feülâike hümül hasirûn;
Kendilerine Kitap (Sünnetullâh bilgisi) verilmiş olanlar onu hakkıyla okuyup değerlendirirler... İşte bunlar Ona iman edenlerdir. Her kim de Onu inkâr ederse, hüsrana uğrayanlardan olur (hakikatini inkâr ettiği için).
122-) Yâ beniy isrâilezkürû nı’metiyelletiy en’amtü aleyküm ve enniy faddaltüküm alel âlemiyn;
Ey İsrailoğulları, in’amda bulunduğum nimetimi (hakikatinizi bildirmemi) ve bununla sizi çeşitli toplumlara üstün kılmamı hatırlayın.
123-) Vetteku yevmen lâ tecziy nefsün an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minha adlün ve lâ tenfe’uha şefâatün ve lâ hüm yünsarûn;
Ve korunun o süreçten ki, hiçbir nefs bir başkası için bir şey ödeyerek onu kurtaramaz. Ondan bir fidye (kurtuluş bedeli) kabul edilmez; ona şefaat fayda vermez ve dahi yardım edilemez!
124-) Ve izibtelâ İbrahiyme Rabbühû Bikelimâtin feetemmehünne, kale inniy caılüke linNâsi imâma* kale ve min zürriyyetiy* kale lâ yenâlu ahdiyzzalimiyn;
Hani Rabbi (Esmâ bileşimi hakikati) İbrahim’i birtakım birimlerle (karşılaştırıp onlara karşı düşüncelerini) imtihan etmişti de (yıldız - ay - güneş konularına verdiği cevapları hatırlayın), O da hakkıyla bu konularda değerlendirmelerini ortaya koyarak, başarmıştı. Bundan sonra Rabbi: “Ben seni insanlara imam (ilmi nedeniyle kendisine uyulan) kılacağım” demişti. (İbrahim): “Zürriyetimden de” niyazında bulundu. Rabbi: “Sözüm zulmedenleri kapsamaz” buyurdu.
125-) Ve iz cealnel’Beyte mesâbeten linNâsi ve emna* vettehızû min makami İbrâhiyme musalla* ve ahidna ilâ İbrâhiyme ve İsmâ’ıyle en tahhira Beytiye litTâifiyne velAkifiyne verRükke’ısSücûd;
Biz Beyt’i (Kâbe - kalp) insanlara güvenilir sığınak yaptık! İbrahim makâmını (Hullet makâmı, Esmâ mertebesi kuvveleriyle tahakkuk makâmı) musalla (namazın yaşandığı yer) edinin. İbrahim ve İsmail’e: “Beytimi; tavaf edenler, kulluğunu yaşamak için oraya kapananlar ve secde eden rükû edenler için arındırılmış olarak muhafaza edin” dedik.
126-) Ve iz kale İbrâhiymü Rabbic’al hâzâ beleden aminen varzuk ehlehu mines semerati men âmene minhüm Billâhi vel yevmil ahır* kale ve men kefera feümetti’uhû kaliylen sümme adtarruhû ila azâbinnâr* ve bi’selmesıyr;
Hani İbrahim şöyle demişti: “Rabbim burasını emin bir mahal kıl ve ehlini (nefslerinin hakikati olarak) Allâh’a ve gelecekte yaşanacak sürece iman edenleri, yaptıklarının sonuçlarıyla rızıklandır.” (Rabbi) dedi: “Kim (hakikati) inkâr ederse onu bile kısa bir zaman (dünya yaşamı) boyunca rızıklandırır, sonra da yanma azabına bırakırım.” O ne kötü gerçekle yüzleşmedir!
127-) Ve iz yarfeu İbrâhiymül kavâ’ıde minel Beyti ve İsmâ’ıyl* Rabbenâ tekabbel minnâ* inneKE ENTEsSemiy’ul ‘Aliym;
Ve hani İbrahim, İsmail ile el BEYT’in (Kâbe - kalp - şuurun 7.kat semâsı) ana duvarlarını yükseltip (şöyle yönelmişti): “Rabbimiz, bizden kabul buyur, şüphesiz ki sen (varlığın hakikati olarak) Algılayan Aliym’sin.”
128-) Rabbenâ vec’alnâ müslimeyni leKE ve min zürriyyetinâ ümmeten müslimeten leKE, ve erinâ menâsikena ve tüb aleyna* inneKE ENTEtTevvaburRahıym;
“Rabbimiz, bizi sana teslim olmuş kıl ve neslimizden de sana teslim olmuş bir topluluk oluştur. Bize menasıkın (hac uygulamasının şartlarını) göster ve tövbemizi kabul et. Muhakkak ki sen (Tevvab) tövbeleri kabul eden Rahıym’sin (sonucunda onun salt güzelliklerini yaşatansın).”
129-) Rabbenâ veb’as fiyhim Rasûlen minhüm yetlû aleyhim ayâtike ve yüallimuhümül Kitâbe velHikmete ve yüzekkiyhim* inneKE ENTEl Aziyz’ül Hakiym;
“Rabbimiz, onların içinde senin âyetlerini (âlemlerinde Esmâ’nın açığa çıkışını) onlara öğretip okutan, onlara Bilgiyi ve açığa çıkış sistemini (hikmeti) öğreten, onları arındıran Rasûl bâ’s et (insanlara Hakikati bildiren Esmâ’nın açığa çıkmış sûretini oluştur).” Kesinlikle sen Aziyz Hakiym’sin.
130-) Ve men yarğabu an milleti İbrâhiyme illâ men sefihe nefseh* ve lekadıstafeynâhu fiyd dünyâ* ve innehû fiyl ahıreti le mines salihıyn;
İbrahim milletinden (varlığın-ın hakikatine iman etmişlerden), kendini bilmez akılsızlardan başka kim yüz çevirebilir ki! Andolsun ki biz Onu dünyada seçtik - saflaştırdık ve sonsuz gelecek sürecinde de sâlihlerdendir.
131-) İz kale lehû Rabbuhû eslim, kale eslemtü liRabbil Alemiyn;
Hani Ona Rabbi: “Teslim ol” demiş, O da: “Âlemlerin Rabbi’ne teslimim” demişti (İbrahim’e Âlemlerin Rabbi’ne teslim durumunda olduğu fark ettirilmişti).
132-) Ve vassa Biha İbrâhiymu beniyhi ve Ya’kub* yâ beniyye innAllâhestafa lekümüdDiyne felâ temûtünne illâ ve entüm müslimûn;
İbrahim (bu gerçek doğrultusunda) oğullarına vasiyette bulundu, Yakup da: “Oğullarım, Allâh sizin için bu dini (sistem anlayışını)seçti. Allâh’a teslim olmuşluğunuzun farkında olmadan sakın ölmeyin.” (Müslim, Allâh’a tam - kesin teslim olmuş olduğunun bilincine ermiş olan.)
133-) Em küntüm şühedâe iz hadara Ya’kubel mevtü, iz kale libeniyhi mâ ta’büdûne min ba’diy* kalû na’büdü ilâheke ve ilâhe abâike İbrâhiyme ve İsmâ’ıyle ve İshaka ilâhen vahıden* ve nahnü leHU müslimûn;
Yoksa siz Yakup ölmek üzereyken olaya şahit olanlardan mıydınız? Hani O oğullarına: “Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?” demişti de, onlar da: “Senin ve babaların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan İlâhun VÂHİD’e (hakikatlerini meydana getiren Allâh Esmâ’sına) kulluğumuza devam edeceğiz. Biz ona teslim olmuşluğun bilincinde olanlarız” demişlerdi.
134-) Tilke ümmetün kad halet* lehâ mâ kesebet ve leküm mâ kesebtüm* ve lâ tüs’elûne ammâ kânû ya’melûn;
İşte onlar bir ümmetti (topluluktu), geçtiler gittiler! Onların kazandıkları kendilerine aittir, sizin kazandıklarınız da size! Ve size onların yaptıklarının hesabı sorulmayacaktır.
135-) Ve kalû kûnû hûden ev nesara tehtedû* kul bel millete İbrâhiyme Haniyfen, ve mâ kâne minel müşrikiyn;
Dediler ki: “Yahudi veya Nasara olun ki hidâyete eresiniz!”... De ki (onlara): “Hayır biz, hanîf olan İbrahim milletindeniz (aynı inancı paylaşanlardanız); o, müşriklerden değildi!..”
136-) Kulû âmennâ Billâhi ve ma ünzile ileyna ve ma ünzile ila İbrahiyme ve İsmaıyle ve İshaka ve Ya’kube velEsbatı ve ma utiye Musa ve Iysa ve ma utiyen Nebiyyune min Rabbihim* lâ nüferriku beyne ehadin minhüm* ve nahnü leHU müslimun;
Deyin ki: “(Biz tüm varlığın aslı ve hakikati olan) Allâh’a, bize inzâl olana, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve oğullarına inzâl olunana; Musa ve İsa’ya verilenlere; Rablerinden Nebilere verilenlere iman ettik... Onlardan hiçbirini ayırmayız bu yönden. Biz O’na teslim olmuşlardanız!”
137-) Fein amenû Bi misli mâ amentüm BiHİ fekadihtedev* ve in tevellev feinnema hüm fiy şıkak* feseyekfiykehümüllâhu ve HUves Semiy’ul ‘Aliym;
Eğer onlar da, sizin O’na iman ettiğiniz kapsamda iman ederlerse, hakikate giden yolu bulmuş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, parçalanmış ve dar kafalı olarak kalırlar. Onlara karşı Allâh sana yeterlidir! “HÛ”; Es Semi’dir, El Aliym’dir.
138-) SıbğatAllâh* ve men ahsenü minAllâhi sıbğaten, ve nahnü leHU abidûn;
Allâh boyası! Allâh boyası ile boyanmış olmaktan güzel ne olabilir! Biz O’na kulluk edenleriz!
139-) Kul etühâccûnena fiyllahi ve HUve Rabbunâ ve Rabbüküm* ve lenâ a’malunâ ve leküm a’malüküm* ve nahnü leHU muhlisûn;
De ki: “Allâh hakkında bizle mi tartışıyorsunuz? O, Rabbimiz ve Rabbinizdir! Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız (-ınsonuçları da) sizedir. Biz O’na ihlâsla yönelenleriz.”
140-) Em tekulûne inne İbrâhiyme ve İsmâ’ıyle ve İshaka ve Ya’kube velEsbata kânu hûden ev nesarâ* kul eentüm a’lemü emillâhu, ve men azlemü mimmen keteme şehâdeten ‘ındehu minAllâh* ve mAllâhu Biğafilin amma ta’melûn;
Yoksa siz, “Şüphesiz ki İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve oğulları Yahudi veya Nasara idi” mi diyorsunuz?.. De ki: “Siz mi daha iyi bilirsiniz yoksa Allâh mı?”... İndînde, Allâh’ın şahitliğini gizleyenden daha zâlim kim olabilir? Allâh varlığınızın hakikati olarak, yaptıklarınızdan gâfil değildir.
141-) Tilke ümmetün kad halet* lehâ mâ kesebet ve leküm mâ kesebtüm* ve lâ tüs’elûne ammâ kânû ya’melûn;
İşte onlar bir ümmetti (topluluktu), geçtiler gittiler! Onların kazandıkları kendilerine aittir, sizin kazandıklarınız da size! Ve size onların yaptıklarının hesabı sorulmayacaktır.