Sebe’ Sûresi: 1-54
AÇIKLAMA:
Sebe’ Sûresi, kaynak tertiplerde Lukmân-Zümer Sûreleri arasına yerleştirilmiştir!..
“El-Hamdu Lillâh” ile başlayan ve hepsi de Mekke döneminde nâzil olan beş sûre’den dördüncüsüdür!.. Bu sûre’ye “Şükür elHamduLillâhı” da denir!..
“Şirk”in tanımlandığı Lukmân Sûresi’nden sonra, “şirk”in mesnedsizliğini vurgulayan Sebe’ Sûresi!..
Dünya statü ve nimeti’nin şükür ve nankörlük örnekleri olarak Davud/Süleyman a.s. (nitekim bu sûre’nin diğer adı Davud Sûresi) ve Sebe’ krallığı (benzer beraberlik Neml Sûresi’nde de vardır)!..
Esbâb-ı Nüzûl olarak Sebe’ Sûresi’nin bazı âyetleri hakkında rivayetler vardır!..
Bu rivayetler’den biri şudur:
“(Ticaret’te) ortak iki kişi vardı. Bunlardan birisi (ticaret için) Şam'a doğru çıkıp gitti, diğeri de Mekke'de kaldı... Hz. Muhammed (s.a.v.) Nebi olarak ba’s olunca bu haberi arkadaşına (Mekke'de kalanı, ortağına) yazdı...
O da:
“O ne yaptı, ne yapıyor?” diye yazıp bilgi isteyince, arkadaşı:
“Kureyş'ten kimse ona tâbi olmadı, insanların (azizleri değil) zelilleri ve (zenginleri değil) yoksulları ona tâbi oldular!” diye yazdı... Bu haberi alan arkadaşı hemen ticaretini bırakıp geri döndü ve arkadaşına geldi; ki o (Şam’dan dönen), bazı kitapları okurdu!.. Arkadaşına:
“Bana O’na gitmeyi göster” dedi ve onun delâletiyle Nebi (s.a.v.)'e geldi ve O’na:
“Neye çağırıyorsun?” diye sordu. Hz. Rasûlullâh (s.a.v.) de:
“Şuna şuna çağırıyorum!” diye davetini ona anlatınca adam:
“Ben şehadet ederim ki kesinlikle sen Allâh Rasûlü'sün!” dedi...
Bunun üzerine Hz. Rasûlullâh/arkadaşı:
“Onu nereden bildin?” diye sorunca:
“Allâh her ne zaman bir Nebi ba’s etse hep insanların (azizleri değil) zelilleri ve (zenginleri değil) yoksulları ona tâbi oldular!” dedi.
İşte bunun üzerine bu âyet nâzil oldu...
Nebi (s.a.v.), o kişiye elçi yollayıp “Allah, senin söylediğinin tasdiki olarak bu âyeti inzâl etti!” haberini verdi!”
“B”İsmillâhir Rahmânir Rahıym
1-) ElHamdu Lillâhilleziy lehu ma fiys Semavati ve ma fiyl Ardı ve lehül Hamdu fiyl ahireti, ve HUvel Hakiymül Habiyr;
Hamd, semâlarda (bilinç mertebeleri) ve arzda (beden) ne varsa kendisi için olan Allâh’a aittir! Sonsuz gelecek yaşamda dahi Hamd O’na aittir! “HÛ”; Hakiym’dir, Habiyr’dir.
2-) Ya’lemu ma yelicü fiyl Ardı ve ma yahrucü minha ve ma yenzilü mines Semai ve ma ya’rucü fiyha* ve HUver Rahıymul Ğafûr;
Arza (bedene - yeryüzüne) gireni ve ondan çıkanı; semâdan inzâl olanı (bilinçten açığa çıkanı) ve ondaki (boyutsal yükselişi) urûc edeni bilir... “HÛ”; Rahıym’dir, Ğafûr’dur.
3-) Ve kalelleziyne keferu lâ te’tiynes sa’atü, kul bela ve Rabbiy lete’tiyenneküm ‘Alimil ğayb* lâ ya’zübü anhü miskalü zerretin fiys Semavati ve lâ fiyl Ardı ve lâ asğaru min zâlike ve lâ ekberu illâ fiy Kitabin mubiyn;
Hakikat bilgisini inkâr edenler: “O saat (ölümle hakikati fark etmek) bize gelmeyecek” dediler... De ki: “Hayır, gaybı bilen Rabbime yemin ederim ki elbette size gelecektir! Semâlarda ve arzda zerre ağırlığınca bir şey dahi O’ndan gizli kalmaz! (Hatta) ondan daha küçük ve daha büyük (ne varsa o da) Kitab-ı Mubiyn’dedir (apaçık kitap olan fiiller âleminde).”
4-) Liyecziyelleziyne amenû ve amilussalihat* ülaike lehüm mağfiretün ve rizkun keriym;
İman edip imanının gereğini uygulayanları cezalandırması içindir (bu)! İşte onlar için mağfiret ve kerîm yaşam gıdası vardır.
5-) Velleziyne se’av fiy âyâtiNA mu’aciziyne ülaike lehüm azâbü min riczin eliym;
İşaretlerimizi geçersiz kılmak için koşuşturanlara gelince, işte onlar için riczten (pislik, vehim) kaynaklanan feci bir azap vardır!
6-) Ve yeralleziyne utül ılmelleziy ünzile ileyke min Rabbike HUvel Hakka, ve yehdiy ila sıratıl ‘Aziyzil Hamiyd;
Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana inzâl olunanın Hakk’ın ta kendisi olduğunu ve Aziyz, Hamiyd’in, Hakikatine erdirme yoluna yönlendirdiğini görürler.
7-) Ve kalelleziyne keferu hel nedüllüküm alâ racülin yünebbiüküm izâ muzzıktum külle mümezzekın, inneküm lefiy halkın cediyd;
Hakikat bilgisini inkâr edenler dedi ki: “Unufak toz olduktan sonra, kesinlikle siz yeni bir yaratılışta olursunuz, diyerek Nebilik iddia eden bir adamı size gösterelim mi?”
8-) Eftera alellahi keziben em Bihi cinnetün, belilleziyne lâ yu’minune Bil ahireti fiyl azâbi ved dalâlil be’ıyd;
“(Acaba o adam) Allâh’a atfen bir yalan mı uydurdu yoksa onda bir cinnet mi söz konusu?” (dediler)... Tam tersine, sonsuz gelecek yaşamlarına iman etmeyenler, azap ve (hakikatten) uzak düşmüş bir sapma içindedirler.
9-) Efelem yerav ila ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm mines Semai vel Ard* in neşe’ nahsif Bihimül Arda ev nüskıt aleyhim kisefen mines Sema’* inne fiy zâlike leayeten likülli abdin müniyb;
Önlerinde ve arkalarında (gelecekte ve geçmişte), semâdan ve arzdan (bilinç ve bedenen) neler olduğunu görmediler mi? Eğer dilesek onları arza batırırız (bedensellikte boğarız Esmâ’mızdan açığa çıkan bir şekilde) yahut üzerlerine semâdan parçalar düşürürüz (düşüncelerini alt - üst ederiz)! Muhakkak ki bunda (hakikatine) yönelen her kul için elbette bir işaret vardır.
10-) Ve lekad ateyna Davude minna fadlâ* ya cibalü evvibiy meahu vettayr* ve elenna lehül hadiyd;
Andolsun ki Davud’a bizden bir lütufta bulunduk. “Ey dağlar (benlik sahipleri), Onunla beraber beni tespih edin ve de kuşlar (ilimle seyredenler)!” Onun için, keskin (demir leblebi olan gerçeği) olanı (hakikate imanı) yumuşattık.
11-) Enı’mel sabiğatin ve kaddir fiysserdi va’melu saliha* inniy Bima ta’melune Basıyr;
“Zırh gibi koruyucu mükemmel bir düşünce sistemi oluştur; ve imanınızın gereğini uygulayın! Doğrusu ben yaptıklarınızı Basıyr’im.”
12-) Ve li Süleymaner riyha ğudüvvüha şehrun ve revahuha şehr* ve eselna lehu aynel kıtr* ve minel cinni men ya’melu beyne yedeyhi Bi izni Rabbih* ve men yeziğ minhüm ‘an emriNA nüzîkhu min azâbis se’ıyr;
Süleyman’a da sabah gidişi bir aylık yol, akşam dönüşü bir aylık yol olan o rüzgâr (gibi hareket edeni verdik)! Onun için bakır kaynağını sel gibi akıttık! Rabbinin elvermesiyle cinden (görünmeyen türden) kimileri de (ifrit türü) Onun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden çıkarsa, ona alevli bir ateş azabından tattırırız. (Bakır kaynağı tanımlamasını, Zülkarneyn’in yaptığı, yecüc mecüc’e karşı set inşaatında kullandığı eriyik bakır - demir olayıyla birlikte düşünürsek; anladığımız maddi anlamda değil, daha farklı bir alanda düşünmemiz zorunluluğu açığa çıkar. Gerek Zülkarneyn (iki boynuzlu {antenli?}) gerekse Süleyman a.s.ın görünmez varlıklara karşı tasarruf sahibi oldukları düşünülürse, olayın maddi bakır - demir konusu değil, bu iki maddenin elementsel bileşiminin gücünü kullanma olarak, belki farklı bir düşünce kapısı açılabilir bize. Daha derine girmek istemiyorum. A.H.)
13-) Ya’melune lehu ma yeşau min mehariybe ve temasiyle ve cifanin kel cevabi ve kudurin rasiyat* ı’melu ale Davude şükra* ve kaliylun min ıbadİYeş şekûr;
Onun (Süleyman) için, mabetler, heykeller, geniş çok büyük havuzlar ve yerlerinde sâbit kazanlardan ne dilese yaparlardı... “Davud nesli şükre çalışın! Kullarımdan şükreden (değerlendiren) azdır!”
14-) Felemma kadaynâ aleyhil mevte ma dellehüm alâ mevtihi illâ dabbetül’Ardı te’külü minseeteh* felemma harre tebeyyenetil cinnü en lev kânu ya’lemunel ğaybe ma lebisû fiyl azâbil mühiyn;
Ona (Süleyman’a) ölümü (tatmasını) hükmettiğimizde, Onun asasını yiyen kurtçuktan başkası onlara (cinlere) gerçeği fark ettirmedi! Nihayet (asa çürüyüp) yıkıldığında, cine (ifrit türüne) fark ettirdi (ölümünü) ki; eğer (onlar) gayblarını bilenler olsaydılar, alçaltıcı azap içinde kalmazlardı.
15-) Lekad kâne liSebein fiy meskenihim ayetün, cennetani ‘an yemiynin ve şimal* külu min rizkı Rabbiküm veşküru leHU, beldetün tayyibetün ve Rabbün Ğafûr;
Andolsun ki Sebe halkına kendi meskenlerinde (bedenlerinde) bir işaret vardır! Sağdan ve soldan iki bahçe ile çevrili... (Kendilerine): “Rabbinizin yaşam gıdasından beslenin ve O’na şükredin! Tayyib bir belde ve Ğafûr bir Rab!” (denildi).
16-) Fea’redu feerselna aleyhim seylel a’rimi ve beddelnahüm Bi cenneteyhim cenneteyni zevatey ükülin hamtın ve eslin ve şey’in min sidrin kaliyl;
Onlar yüz çevirdiler... Bu yüzden onlara Arım Seli’ni irsâl ettik ve (baraj yıkılmasıyla oluşan bu sel ile) onların iki bahçesini, acı meyveli ağaçlar ve birkaç sedir ağacından ibaret hâle dönüştürdük.
17-) Zâlike cezeynahüm Bima keferu* ve hel nücaziy illel kefur;
Küfür (nankörlük) etmeleri ile onları işte böyle cezalandırdık... Nankörlük edenlerin karşılığı budur!
18-) Ve ce’alna beynehüm ve beynel kurelletiy barekna fiyha kuren zahireten ve kadderna fiyhes seyr* siru fiyha leyaliye ve eyyamen aminiyn;
Onlar (Sebe’liler) ile içlerinde bereketler halkettiğimiz şehirler arasında görünen mesafelerde beldeler oluşturduk... Onların arasında seyahati düzenledik... “Oralarda gece ve gündüz, güvenli olarak seyredin” (dedik).
19-) Fekalu Rabbena ba’ıd beyne esfarina ve zalemu enfüsehüm fecealnahüm ehadiyse ve mezzaknahüm külle mümezzekın inne fiy zâlike leâyâtin likülli sabbarin şekûr;
“Rabbimiz, sefer alanımızı uzat - yay” dediler ve nefslerine zulmettiler... Biz de onları anlatılan ibretlikler kıldık ve onları darmadağın ettik... Muhakkak ki bu olayda çok sabreden ve çok şükreden herkes için elbette işaretler vardır.
20-) Ve lekad saddeka aleyhim ibliysü zannehu fettebe’uhü illâ feriykan minel mu’miniyn;
Andolsun ki İblis’in onların (insanların) hakkındaki zannı doğru çıktı da, iman edenler dışındakiler ona tâbi oldular.
21-) Ve ma kâne lehu aleyhim min sultanin illâ lina’leme men yu’minu Bil ahireti mimmen huve minha fiy şekkin ve Rabbüke alâ külli şey’in Hafiyz;
Oysaki onun (İblis), onlar üzerine bir zorlayıcı gücü yoktu! Sadece sonsuz gelecek yaşamına iman eden ile ondan kuşku duyanın farkı açığa çıksın diye bunu yaptık. Rabbin her şey üzerine Hafiyz’dir.
22-) Kulid’ulleziyne ze’amtüm min dunillâh* lâ yemlikûne miskale zerretin fiys Semavati ve lâ fiyl Ardı ve ma lehüm fiyhima min şirkin ve ma lehu minhüm min zahiyr;
De ki: “Allâh dûnunda var sandıklarınızı çağırın (hadi)! (O isimlendirdikleriniz) ne semâlarda ve ne de arzda zerre ağırlığınca bir şeye mâlik değildirler! Onların (o isimlendirdiklerinizin) bu ikisinde bir ortaklığı yoktur ve O’nun bunlardan bir destekçisi de yoktur.”
23-) Ve lâ tenfa’uş şefa’atü ‘ındeHU illâ limen ezine leh* hattâ izâ füzzia’ ‘an kulubihim kalu ma zâ kale Rabbüküm* kalül Hakk* ve HUvel ‘Aliyyül Kebiyr;
Kendisine izin verilen müstesna, O’nun indînde şefaat fayda vermez! Nihayet bilinçlerini saran dehşet yatıştığında: “Rabbinizin hükmü nedir?” derler... “Hak” derler... “HÛ”; Alîy’dir, Kebiyr’dir.
24-) Kul men yerzukuküm mines Semavati vel Ard* kulillâhu ve inna ev iyyaküm leâla hüden ev fiy dalâlin mubiyn;
De ki: “Semâlardan ve arzdan (bilinç katlarınız ve bedeniniz itibarıyla) yaşam gıdanızı veren kimdir?”... De ki: “Allâh! Muhakkak ki biz ya da siz (birimiz) hakikat üzereyiz; (diğerimiz de) apaçık bir sapkınlık içindedir!”
25-) Kul lâ tüs’elune ‘amma ecramnâ ve lâ nüs’elü ‘amma ta’melun;
De ki: “Suçlarımızdan size sorulmaz... Yaptıklarınızdan da bize sorulmaz!”
26-) Kul yecme’u beynena Rabbüna sümme yeftehu beynena Bil Hakk* ve HUvel Fettahul’ ‘Aliym;
De ki: “Rabbimiz bizi bir araya getirecek ve Hak olarak aramızı (isâbet edenler ve yanılanlar olarak) açacaktır... “HÛ”; Fettah’tır, Aliym’dir.”
27-) Kul eruniyelleziyne elhaktüm Bihi şürekâe kella* bel HUvAllâhul ‘Aziyzül Hakiym;
De ki: “O yanı sıra var sandığınız ortaklarınızı gösterin bana! Hayır, hâşâ! Bilakis yalnızca “HÛ”; Aziyz, Hakiym (olan) Allâh’tır.”
28-) Ve ma erselnake illâ kâffeten linNasi beşiyran ve neziyran ve lâkinne ekseren Nasi lâ ya’lemun;
Seni, tüm insanlar için müjdeci ve uyarıcı olarak irsâl ettik... Ne var ki insanların çoğunluğu anlamazlar (bunun ne demek olduğunu)!
29-) Ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikıyn;
“Eğer sözünüzde sadıksanız, bu vaat (ölümü tadarak söylenenleri yaşamak) ne zaman?” derler.
30-) Kul leküm miy’adü yevmin lâ teste’hırune ‘anhü sa’aten ve lâ testakdimun;
De ki: “Sizin için tespit edilmiş bir süreç vardır ki, onu ne erteleyebilirsiniz ne de öne alabilirsiniz.”
31-) Ve kalelleziyne keferu len nu’mine Bi hazel Kur’âni ve lâ Billeziy beyne yedeyh* ve lev tera iziz zâlimune mevkufune ‘ınde Rabbihim* yerci’u ba’duhüm ila ba’dinil kavl* yekulülleziynestud’ıfu lilleziy nestekberu levla entüm lekünna mu’miniyn;
Hakikat bilgisini inkâr edenler dediler ki: “Bu Kurân’a da, bundan önce bize bildirilmiş olana da asla iman etmeyeceğiz”... Zâlimleri, Rablerinin indînde zorunlu dururlarken (değerlendiremedikleri hakikatlerindeki gerçeği fark etmiş hâldeyken), bir görsen! Bir kısmı diğerini suçlarken... Tâbi olan zayıflar, büyüklük taslayan önderlerine: “Eğer siz olmasaydınız, elbette iman edenlerden olurduk” derler.
32-) Kalelleziynestekberu lilleziynestud’ıfu enahnu sadednaküm ‘anil hüda ba’de iz caeküm bel küntüm mücrimiyn;
Kibirli önderleri de, kendilerine tâbi olan zavallılara: “Size gelen hakikatten sizi biz mi alıkoyduk? Hayır, siz suçlusunuz!”
33-) Ve kalelleziynestud’ıfu lilleziynestekberu bel mekrulleyli vennehari iz te’mürunena en nekfüre Billâhi ve nec’ale leHU endada* ve eserrun nedamete lemma raevül azâb* ve cealnel ağlâle fiy a’nakılleziyne keferu* hel yüczevne illâ ma kânu ya’melun;
Zavallı tâbiler, kibirli önderlerine dedi ki: “Hayır, gece ve gündüz hile ile bizi yanılttınız! Allâh’ın, Esmâ’sıyla hakikatimiz olduğunu inkâr etmemizi ve O’na ortak tanrılar oluşturmamızı emrederdiniz”... Azabı gördüklerinde ise pişmanlıklarını gizlediler! Hakikat bilgisini inkâr edenlerin boyunlarında (başlarını bedensellik kabulünden döndüremeyecekleri) boyunduruklar oluşturduk! Ortaya koyduklarının sonucunu yaşıyorlar!
34-) Ve ma erselna fiy karyetin min neziyrin illâ kale mütrefuha, inna Bima ursiltüm Bihi kâfirun;
Biz hangi memlekete bir uyarıcı irsâl ettiysek, oranın şımarık zenginleri: “Muhakkak ki biz Risâletinizle gönderilen hakikat bilgisini kabul etmeyiz” (dediler).
35-) Ve kalu nahnu ekseru emvalen ve evladen ve ma nahnu Bi mu’azzebiyn;
Dahi dediler ki: “Biz hem servetimiz hem de evlatlarımız yönünden daha güçlüyüz... Biz azaba uğramayız!”
36-) Kul inne Rabbiy yebsütur rizka limen yeşau ve yakdiru ve lakinne ekseren Nasi lâ ya’lemun;
De ki: “Muhakkak ki Rabbim yaşam gıdasını (rızkı), dilediğine genişletir veya daraltır (zenginlik kazanılmaz Allâh vergisidir)... Ne var ki insanların çoğunluğu (bu gerçeği) bilmezler.”
37-) Ve ma emvalüküm ve lâ evladüküm Billetiy tukarribüküm ‘ındeNA zülfa illâ men amene ve amile saliha* feülaike lehüm cezauddı’fi Bima ‘amilu ve hüm fiyl ğurufati aminun;
Size indîmizde kurb (Kurbiyet mertebesi - Allâh Esmâ’sı özellikleriyle şuurlu tahakkuk mertebesi) oluşturacak olan, ne zenginliğiniz ve ne de evlatlarınızdır; sadece iman edip imanının gereğini uygulayan müstesna... İşte onlara bu çalışmalarının getirisi kat kat arttırılır. Onlar yüksek mertebeler içinde güvendedirler.
38-) Velleziyne yes’avne fiy âyâtiNA mu’aciziyne ülaike fiyl azâbi muhdarun;
İşaretlerimizi (uyarılarımızı) geçersiz kılmak için koşuşturanlara gelince, işte onlar sürekli azapta tutulacaklardır.
39-) Kul inne Rabbiy yebsütur rizka limen yeşau min ‘ıbadiHi ve yakdiru leh* ve ma enfaktüm min şey’in feHUve yuhlifuh* ve HUve hayrur razikıyn;
De ki: “Muhakkak ki Rabbim yaşam gıdasını (maddi - manevî rızkı), kullarından dilediğine genişletir ve (dilediğine de) daraltır! Bir şey infak ederseniz (Allâh için karşılıksız bağışlarsanız), O, onun yerine başkasını verir... “HÛ”, yaşam gıdasıyla besleyen mükemmel Rezzâk’tır.”
40-) Ve yevme yahşüruhüm cemiy’an sümme yekulü lilMelaiketi ehaülai iyyaküm kânu ya’budun;
O süreç ki, hepsini toplar, sonra meleklere: “Bunlar mı yalnızca size kulluk edenler idi?” der.
41-) Kalu subhhaneke ente veliyyüna min dunihim* bel kânu ya’budunel cinne, ekseruhüm Bihim mu’minun;
(Melekler) dedi ki: “Subhansın sen. Sensin Veliyy’miz, onlar değil... Bilakis onlar cine tapıyorlardı; çoğunluğu onlara iman etmişti (tanrı olarak).”
42-) Fel yevme lâ yemlikü ba’duküm li ba’dın nef’an ve lâ darra* ve nekulü lilleziyne zalemu zûku azâben narilletiy küntüm Biha tükezzibun;
İşte o süreçte, kimse kimseye ne bir fayda ve ne de bir zarar verebilir... (Nefsine) zulmedenlere: “Kendisini yalanladığınız o yanışın azabını tadın!” deriz.
43-) Ve izâ tütla aleyhim ayatuNA beyyinatin kalu ma hazâ illâ racülün yüriydü en yesuddeküm amma kâne ya’büdü abaüküm* ve kalu ma hazâ illâ ifkün müftera* ve kalelleziyne keferu lil Hakkı lemma caehüm, in hazâ illâ sıhrun mubiyn;
Âyetlerimiz onlara apaçık olarak okunup bildirildiğinde (zâlimler) dediler ki: “Bu, atalarınızın tapınageldiği şeyden sizi çevirmeyi amaçlamış bir adamdır”... Yine dediler ki: “Bunlar, uydurulmuş bir yalandan başka bir şey değil”... Hakikat bilgisini inkâr edenler, Hak kendilerine geldiğinde: “Bu, ancak apaçık bir sihirdir” dediler.
44-) Ve ma ateynahüm min kütübin yedrusuneha ve ma erselna ileyhim kableke min neziyr;
Oysa onlara ders almalarını (sana itiraza kaynak) sağlayacak bilgileri vermemiştik. Senden önce onlara uyarıcı da irsâl etmemiştik.
45-) Ve kezzebelleziyne min kablihim ve ma beleğu mı’şare ma ateynahüm fekezzebu Rusuliy* fe keyfe kâne nekiyr;
Onlardan öncekiler de yalanlamıştı (genetik özellik)! (Oysa bunlar) onlara verdiğimizin onda birine bile ulaşmamışlardır... (Buna rağmen) Rasûllerimi yalanladılar... İşte bak, benim de onları inkârımın sonucu nasıl oldu!
46-) Kul innema e’ızuküm Bi vahıdetin, en tekumu Lillâhi mesna ve fürada sümme tetefekkeru* ma Bi sahıbiküm min cinnetin, in huve illâ neziyrun leküm beyne yedey azâbin şediyd;
De ki: “Size sadece bir tek öğüt veriyorum: Allâh için ister ikişer - birlikte ister kendi başınıza kaldığınızda şöyle bir derin düşünün bakalım! Size sahip çıkanda bir cinnet söz konusu değildir... O ancak şiddetli bir azabın öncesinde sizin için uyarıcıdır!”
47-) Kul ma seeltüküm min ecrin fe huve leküm* in ecriye illâ alAllâh* ve HUve alâ külli şey’in Şehiyd;
De ki: “Sizden bir karşılık istemişsem, o sizin olsun... Benim ecrim ancak Allâh üzerinedir... “HÛ” her şeye Şehiyd’dir.”
48-) Kul inne Rabbiy yakzifü Bil Hakk* allâmul ğuyub;
De ki: “Muhakkak ki benim Rabbim Hakk’ı şiddetle ortaya atar! Allam-ül Ğuyub’dur (her şeyin gaybını çok iyi bilen)!”
49-) Kul cael Hakku ve ma yübdiül bâtılu ve ma yu’ıyd;
De ki: “Hak açığa çıktı! Bâtıl ne yeni bir şey oluşturabilir ne de eskiyi yeniden ileri sürebilir!”
50-) Kul in daleltü feinnema edıllu alâ nefsiy* ve inihtedeytü fe Bima yuhiy ileyye Rabbiy* inneHU Semiy’un Kariyb;
De ki: “Eğer (doğru inançtan) saparsam, bilincimin (yanıltışı) olur bu sapış! Eğer hakikate erersem, Rabbimin bana vahyettiği iledir... Muhakkak ki O, Semi’dir, Kariyb’dir.”
51-) Velev tera iz fezi’u fela fevte ve ühızû min mekanin kariyb;
Korku ve dehşete kapıldıklarında bir görsen! Kaçacakları yerleri yoktur; çok yakından yakalanmışlardır!
52-) Ve kalu amenna BiHİ, ve enna lehümüt tenavüşü min mekanin be’ıyd;
“O’na (hakikatimizde olarak) iman ettik” dediler... (Öyle olsaydı) bu uzaklık nasıl oluşurdu ki!
53-) Ve kad keferu BiHİ min kabl* ve yakzifune Bil ğaybi min mekânin be’ıyd;
Daha önce o hakikati inkâr etmişlerdi! Hakikatten uzak olarak, gaybları hakkında ileri geri atıp tutuyorlardı.
54-) Ve hıyle beynehüm ve beyne ma yeştehune kema fu’ıle Bi eşya’ıhim min kabl* innehüm kânu fiy şekkin müriyb;
Daha önce benzerlerine yapıldığı gibi onlarla, iştahla arzuladıkları şey arasına engel konmuştur! Muhakkak ki onlar kendilerini huzursuz kılan kuşku içindedirler.